Tarihi 28 Şubat 2017

Mücadele

Musul'da bomba yüklü araç patlatan Cemal el Haris olayı ardında birçok gerçeği de gün yüzüne çıkarıyor.
Adam DEAŞ üyesi, gerçek adı Ronald. O, tüm hücrelerine kadar İngiliz kokan gerçek bir Anglo-Sakson. Daha önce Afganistan'a gidiyor. "Ben Müslümanım" diyerek katıldığı El-Kaide'de İngiliz ajanı olduğu belirleniyor, hapse atılıyor. Amerikan askerleri El-Kaide üssüne baskın yapıp, İngiliz Ronald'ı yakalıyor ve Guantanamo cezaevine götürüyor.
İngiltere istihbaratı ve Dışişleri Bakanlığı işi gücü bırakıyor, aylarca ajanlarını kurtarmak için ter döküyor. Sonunda ABD'yi ikna edip, ajanlarını geri alıyorlar. Üzerine bir de Londra'ya döndüğünde tam 1.5 milyon sterlin tazminat ödüyorlar. Adamın İngiliz istihbaratına çalıştığı o kadar net ki, Londra bu olayda inanılmaz şekilde açığa düşüyor. El Kaide'ye çalıştığı iddia edilen ve Amerikan hapishanelerine kapatılan biri, suçsuz bile olsa çıktıktan sonra asla para verilmez. "Geçmiş olsun" derler sırtını sıvazlarlar. Ama adam ülkesi için ajanlık yapıp, cezaevlerine düşerse ne olur? Doğal olarak yıpranır. Sen de çıkar "Yıpranma payı" adı altında devlet olarak tazminat ödersin. İşte kendine El Haris kod adını veren İngiliz Ronald'a tam 1.5 milyon sterlin tazminat verilmesinin nedeni budur. Aynı adam ülkesinden milyon sterlinleri alıp yolculuğa çıkıyor ve Musul'da "DEAŞ" adına bomba yüklü araç patlatıyor. İngiliz istihbaratı "Orada öldü" diyor. Öldü mü yoksa yalan mı belli değil çünkü ortada ceset yok. El Kaide kamplarında yakalanan birine DEAŞ'a katılmadan önce İngiliz devleti neden tam 1.5 milyon sterlin verir?
Ve dahası El Kaide kamplarında yakalanan birini, Guantanamo'dan ABD'nin elinden kurtarmak için koskoca İngiliz Dışişleri Bakanlığı neden ayağa kalkar? O bakanlığa kamuoyundan bu sorular yöneltiliyor, "Bir terörist için neden kendinizi yırttınız?
Onu kurtarıp Londra'ya getirmeniz bu ülke için bir tehdit değil miydi?" deniyor. İngiliz Bakan "O İngiltere için bir tehdit" değil diyerek garanti veriyor.
Yani üzeri kapalı olarak "Adam bizim, rahat olun" diyor. Sonrasında da DEAŞ elbisesi giydirilen o adam Musul'da bombalı araçla ölüm makinesi oluyor. Elbisenin içindekinin adı görüntüde Müslüman adı, genleri ise yüzde yüz Anglo-Sakson, gerçek ismi Ronald. Soyadı ise "Fiddler" anlamı ise "ÜÇKAĞITÇI" demek. Bu işler hep böyledir. Üçkağıtçıları sahneye sürerler, adam gerekirse sünnet bile olur (Daha önce bunun örneklerini, İngiliz ajanlarını isim isim yazmıştım) aramıza girer ve alıp hepimizi terör ve kavga sellerine doğru sürükler.
Üçkağıtçıların yöntemleri hep böyle olmuştur. Aramızda ve kanlı savaşların yaşandığı bölgemizde bu tip üçkağıtçılardan ve onlara emir eri olan yerlilerden o kadar çok var ki... Geçtiğimiz hafta ahaber'de Yazboz'da üç yıl Türkiye'de CIA istasyon şefi olarak görev yapan Giraldi'nin röportajını yayınlamıştık. "Türkiye güçlü ve konumu itibariyle çok önemli bir ülke. Tabii ki Almanlar, İngilizler, Fransızlar ve İsrail ajanları ile buraya yığınak yapacak" diyordu. CIA ajanı Giraldi 2012'de Hürriyet'e verdiği röportajda da "Türkiye'de yabancı istihbaratlarda çalışan tam 50 ÜST DÜZEY YÖNETİCİ var" diyordu.
Bakın şu kadar ajan var demiyor adam.
Sadece üst düzey yönetici sayısı için "50" diyor. Alt düzeylerin ve onlara muhbirlik yapan yüzlerce belki de binlerce satılmış gönüllünün sayısını da siz düşünün.
Yaşadığımız olaylara, ülkesini yerden yere vuranlara, dış basın önünde yaşadıkları Türkiye'yi, vatanlarını eleştiri bombaları ile vuranların oluşturduğu kuyruklara bakın her şeyi anlarsınız. Gezi olaylarında "Türkiye'yi eleştirecek Türkler aranıyor" diye verilen Londra'da verilen ilanlar hala aklımızda. Kimbilir kimler bu ülkede 50 Üst düzey yönetici istihbaratçının alt kademe elemanlarından ne maaşlar alıyorlar? DEAŞ'a eleman götürürken yakalanan yabancı ajanların, hangi yerlilerin araba anahtarını cebinde taşıdığını henüz bilmiyoruz. Türkiye'de, 100 yıldır dışarıdan içeriye yerleştirdikleri ile ülkemizi yöneten, istihbarat teşkilatımızın maaşlarını bile binlerce km öteden senelerce ödeyenlerin kurduğu bir sistem vardı. Bugün o sistemin ve bu topraklarda inşa ettikleri darbeler anayasasının değişmesi için verilen bir mücadele var. Hiç ama hiç kimse buna "Erdoğan mücadelesi" diye bakmasın. Bu hepimizin, çocuklarımızın geleceği için yapılan bir mücadeledir.