Kemal Bey'in gömlek haberi malum twitter'da biçildi, gazete manşetlerinde dikildi!Kılıçdaroğlu gömleğe tam 500 lira saymış! Böyle solculuk mu olurmuş? Bu yorumu yapan gazetecilere, "Hala bu kafada mısınız?" diye sormayı bile demodelik sayarım.
Ama yine de eskiyi anlatırım...
1970'lerde, üzerimizden parkayı çıkarmadığımız günlerde de böyle ilkel sol söylemler vardı. Cem Karaca ile birlikte 'Parka' şarkını haykırdığımız günlerde... Ama o dönemde bile, bu servet düşmanlığı barındıran bakış açısına beş kuruşluk değer verilmezdi.
Bir de Çetin Altan'ın viskisine takmışlardı.
Sadece 'sağcılar' olsa, muhalefet yapıyorlar diyeceğiz ama maalesef bir kesim solcu da aynı nedenle yükleniyordu.
Neymiş, solcu viski içmezmiş! Halk ekmek parası bulamazken, viski sosyaliste yakışmazmış!
Sanki sünger gibi tükettiğin o rakı bedava... Çetin Altan da bunlarla dalgasını geçercesine oturmuş ve 'Viski' adlı bir roman yazmıştı.
Ustanın bir kere daha ellerine sağlık.
Sonuçta adam, hırsız -it- uğursuz değilse parasını verir viskisini de içer, 500 liralık gömleğini de giyer.
Sana ne arkadaş? İşin acı tarafı 1960'lı yıllardan kalma bu köhne zihniyete hala sahiplenenlerin çıkması.
* * *
"Medeniyet nedir, diyorsan bilmem? Medeniyet yaşamaktır sersem"
Abdülhak Hamit Tarhan
* * *
TECAVÜZCÜ (!) COŞKUN...
Şarkıcı dansöz Nez ile Cahit Berkay, Cihangir'de bir kafede muhabbet ediyorlarmış. Tecavüzcü Coşkun, Cahit ile sohbet için masaya gelince Nez bir hışım mekanı terk etmiş. Onunla görünmek Nez gibi ünlü bir 'sanatçının' kariyerine zarar verebilir tabii... Cahit ile Coşkun'un, kız gittikten sonra nasıl tatlı bir muhabbete daldıklarını tahmin edebiliyorum. Keşke ben de aralarında olsaydım... Bir kere onun aslı, Tecavüzcü Coşkun değil, Hippi Coşkun'dur. 1970'li yılların başlarında Taksim'de postanenin yanında (Şimdi Mc Donald's filan olmuş) Kafe Bulvar diye çok popüler bir mekan vardı. Attila Ağabey (İlhan) öğlen (saat on iki ile iki arasında) romanlarını orada yazardı. Dakika şaşmazdı. Akşam üzerine doğru kozmopolit bir kalabalık basardı Kafe Bulvar'ı. Mesela Bülent Ersoy'u 'Bülent Bey' haliyle ilk orada tanımıştım, Maksim'e çıkmalar filan yoktu daha. Bir de dönemin modası fotoromandı. Ekipler orada toplanırdı. Eksik oyuncu olursa, herhangi birini alıp götürürlerdi. Nasılsa 'Cannes Fotoroman Yarışması" veya 'Sanat fotoromanları' diye bir seçkincilik yoktu. Kör, tuttuğunu oyuncu yapardı anlayacağınız. Kafe Bulvar'ın şefi Şenol ise, her daim el altında olduğundan, sonunda ünlü bir fotoroman yıldızı olup çıkmıştı.
Bir de Hippi Coşkun vardı... O, Kafe Bulvar'a girmez, mekanın önünde yere, uzun sarı saçları ile bağdaş kurar, boncuktan kolyeler örüp oracıkta satardı gelen geçene...
Tam 68 kuşağının hippisi! Şimdi ikisi de rahmetli oldu, Artun Yeres ve Müjde Ar'ın eski kocası Samim Değer dönemin en hızlı fotoroman yönetmenleriydi. (İtiraf etmeliyim ki, üçüncüsü de yazarınız...) Bir gün Artun, Perihan Savaş ile Kilyos'ta fotoroman çekecek.
Perihan'a tecavüz edecek kötü bir Amerikalı turiste ihtiyacı var! Oyuncu hala bulunamamış, ekibin derhal yola çıkması gerekiyor. Artun'un gözü kaldırımdaki Coşkun'a takıldı.
Yanına koştu; "Kalk gidiyoruz Coşkun" dedi, "Oyuncu oluyorsun!" Coşkun, o kaldırımdan kalktı ve gitti. Gidiş o gidiş... O gün bu gündür (değil tecavüz, hamle yapacak hali kalmasa da bencileyin) adı hala Tecavüzcü Coşkun...
Anlayacağınız, o pırlanta yürek, aslında 68 kuşağının tatlı deli hippisidir. Hasta Galatasaraylı olmasının dışında bir zararı yoktur. Muhabbetine doyum olmaz. Nez'e gelince... "Yürü kızım, anca gidersin o plastik dünyana..." diyeceğim ama gördüğünüz gibi size Coşkun'u tanıtmama vesile oldu, varolsun sağolsun...
* * *
"Altı yaşındayken aşçı olmak istiyordum. Yedi yaşında Napolyon olmak istedim. O günden beri ihtirasım durmadan büyüyor." Salvador Dali