İspanya'dan dönüyorduk…
Başbakan Özal uçakta beni
yanına çağırdı ve fikrimi sordu;
"Çankaya'ya çıkmalı mıyım?"…
…
"Keşke çıkmasanız diyeceğim
ama, böyle bir alternatifiniz
yok ki!" diye mırıldanıp devam
ettim;
"Grubumuzun sayısı yeterli…
Sizi seçmeyip de, eskisi gibi yine
'emekli bir paşa'yı mı getirelim
devletin tepesine yani!"…
…
Yanındaki koltuktaydım ve eli de
omuzumdaydı…
Gülümser gibi yapıp, gözlerime
baktı ve "niye keşke…" diye
sordu bu kez!
…
ANAP'ın geleceğinin sıkıntıya
girme riskini, çıkabilecek bazı
sorunları ağzımda geveledim!
İktidarın temel taşının, "o'nun
karizması" olduğunu anlatmaya
çalışırken fazla üstelememeye de
özen gösterdiğim kalmış aklımda!
…
Şevkini kaçırmayı pek istememiş,
ağız tadını bozmayı da pek göze
alamamıştım doğrusu!
…
Ve Özal, Cumhurbaşkanı oldu…
Parti ise her geçen gün biraz daha
tepetaklak gitti!
Bizzat politikaya soktuğu çalışma
arkadaşlarından bile ihanetler gördü!
Bir süre sonra da dayanamayıp tekrar
aktif politikaya dönmeye karar verdi!
…
Yusuf Özal tam 'Yeni Parti'nin
kuruluş hazırlıklarını tamamlıyordu
ki, 'takdir-i ilahi' tecelli etti…
…
Bugün baktığımızda, politikada akla
hayale dahi sığmayacak gelişmelere
çokça rastlandığının…
Siyasetin doğasında vefasızlık ve
ihanetin sıkça yer aldığının belirgin
bir örneğidir Rahmetli Turgut Özal'ın
'Çankaya Yokuşu'nu tırmanışının
öyküsü…
…
Her tırmanışta 'aynı öykü mü' yaşanır
diye soracak olursanız, 'yaşanmaz
elbette…' olur yanıtım!
Aynı öykü olmaz…
Biraz daha farklı bir öykü olur!