Ergün Diler

ERGÜN DİLER

Tarihi 15 Mayıs 2012

Gel de ağlama!

Astsubay yazı dizisine başlayınca Türkiye'nin dört bir yanından telefon ve mail yağdı. "Yağdı" dediğime bakmayın yaşadığımız resmen TSUNAMİYDİ... Dün gece sabaha kadar gelen mailleri okudum. İnanılmaz hikayeler, göz yaşartan dramlar, kimsenin farkına varmadığı hayatlarla yüz yüze geldim.
Resmen sarsıldım.
Günlük hayatımızın hiçbir yerinde VATAN için çarpışan, vücudunu feda eden, hayatını yok sayan bu insanlar yoktu. Sadece şehit haberleri geldiğinde yasak savmak için sütunlarımızı açıyorduk. Ama acılarımız ve yasımız bir gün sürüyordu. Sonra tası tarağı toplayıp kendi yolumuza devam ediyorduk.
Dün gece şiddetli bir sarsıntıyla kendime geldim.
Tokat yedim.
Paylaşacağım hikayeyi okuyunca siz de bana hak vereceksiniz. Bir bardak su bile içmenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlayacaksınız. Kimseye tutunmadan adım atabilmenin hazineden farksız olduğunu keşfedeceksiniz...
Neyse sözü uzatmadan Şırnak'ta gazi olan ASTSUBAY H.K.'e bırakayım... Ama peşinen söylüyorum, mendillerinizi hazırlayın. Hazırsanız başlayalım... "13 yaşında girdiğim astsubay okulunda büyümüştüm. Babamın ismini öğrenmeden JANDARMA ismini öğrenmiştim...
1993 yılında 3 yıllık astsubayken ŞIRNAK'a gittim.
O dönem TERÖR başını alıp gitmişti. Vatan bizden hizmet bekliyordu. Seve seve koştuk.
Gençtim, kuvvetliydim. Taşı sıksam suyunu çıkartırdım.
Saldırının nereden ne zaman geleceği hiç belli olmuyordu...
Uykusuz geceler birbirini kovalıyordu. Her an tetikteydik.
Ben de gençtim ama yine de ERLERE ağabeylik yapıyordum.
Sık sık uyarıp dikkatli olmalarını istiyordum. Bulunduğumuz yerde faturası en ağır şey GAFLETTİ!..
Bir gün aniden hareketlenme oldu. Hemen yola koyulduk.
Çatışma noktasına doğru intikal ederken askerlerden biri 'MAYIN' diye bağırdı... Ne olduğunu anlamadan patlama geldi. Dağlar inledi... Ben askerlere geride durmalarını söyleyerek çok sevdiğim arkadaşıma koştum.
Yerde kan içindeydi... Canıyla uğraşıyordu. Bacağı kopmuştu.
Kucakladım. Göğsüme bastırdım.
Sağlık ekibi ve helikopter gelinceye kadar sıkı sıkı sardım.
Helikopter görününce koşarak ekibe teslim ettim. Yaşayacaktı.
Hepimiz buna seviniyorduk. Yine de tedbiri elden bırakmıyor, askerlerime "Orada durun" uyarısı yapıyordum. Bölge çok tehlikeliydi. Helikopter havalanınca arkasından el salladım. İçim buruktu. O aralar hiç iyi rüya görmüyordum. İçimde hep büyük bir sıkıntı vardı. 'Demek bu yüzdenmiş' diye düşündüm. 'O kabusa ben de yakalansam ne yapardım?..' Düşüncesi bile kötüydü. Buz gibi terlemiştim. Arkadaşımla kaderimin aynı olacağı duygusu beni çökertmişti.
Yürürken birden ayağımın altında daha önce hiç tanımadığım bir şey hissettim. Kanım çekildi. 'Eyvah!' dedim içimden. Birkaç saniye geçmesine rağmen patlama olmamıştı. Anlaşılan benimki korkuydu. Yürümeye devam ettim. Askerlere yaklaşmıştım ki birden büyük bir gürültüyle havaya fırladım. Acı içinde yere düşmüştüm. Kıvranıyordum. Belki ölecektim. Ama yine de çocukları korumalıydım. 'Gelmeyin, orada durun' diye çığlık attım.
Mayın tarlasının ortasındaydık.
Kendimi vermeye hazırdım ama çocukları korumalıydım. Göz göze geldik... Gözyaşlarımızı tutamıyorduk. Vedaya hazırdık. Erkendi ama gidecektim. 'Buraya kadarmış' diyerek kendimi teselli ettim.
Ama 'Anneme bunu nasıl söyleyecekler' sorusunun cevabını bilmiyordum. Bizi çok severdi.
Kardeşim de Şırnak'taydı.
Oğullarıyla gurur duyardı. Benim gidişime dayanamazdı.
Yüreği bu yükü taşıyamazdı. Bilirim o da fazla sürmez peşimden gelirdi. Resmi araçla gitmeseler bari, çünkü kulağı aylardır motor sesinde.
Hemen anlardı. Elinden yediğim yemekleri düşünürken bilmediğim ve tanımadım bir HİS tüm vücudumu kapladı.
Gözümü hastanede açtım. İlk işim bacağımı yoklamak oldu. Yerindeydi. Sevinç gözyaşları yanaklarımdan süzüldü.
Silmedim. İlk kez bu kadar içten ağlamak istiyordum.
Doktorlar gelip gelip gidiyorlardı. Bir sorun olduğunu anladım. Daha sonra EŞİM olup yükümü çekecek olan hemşireyle o dönem tanıştım...
Bacağımı kaybetme ihtimali yüksekti. Bunu kabul edemedim. 'Oradan çıktım, buradan da çıkarım' diyordum...
Acı dolu bir yıl geçti. Mücadele ede ede bacağımı kurtardım.
Eskisi gibi olmuyordu ama yine de beni ayakta tutmaya yetiyordu...
Attığım her adımda ŞÜKÜR ediyordum.
Evlendim. Sevgimiz daha sonra meyvelerini verdi. İki oğlumuz oldu. Ama sıkıntı asıl o zaman başladı. Büyüdükçe bana farklı bakmaya başladılar. Hanım da öyleydi. Benim yapamayacağım hiçbir iş bana verilmiyordu.
İstemeden EKSİK olduğumu hissettiriyorlardı. Eksik de olsam onların babasıydım. Gizli gizli ağlıyordum. Acımı yüreğime atıyordum. Yine fizik tedavi için hastaneye gitmemiz gerekiyordu.
Fazla ayakta kalamıyordum.
Hanımın desteğiyle gittik.
Kantinde otururken iki GAZİ ER geldi. Gepgençtiler. Filiz gibiydiler.
Biri tost ve ayran istedi. Alırken ayranı düşürdü. Sağ eli kopmuştu.
Eğilip yerdeki ayranı alamadı.
Hıçkıra hıçkıra ağladım. Herkes ağladı. Binlerce kere şükrettim.
Ayağım en azından iş görüyordu.
Koşamasam da ayakta durabiliyordum. Ne bileyim tuvalete gidebiliyor, su içebiliyordum...
Eve gelir gelmez başımdan geçenleri boş bir deftere not etmeye başladım. Sayfalarca yazdım. Tam defteri kapatırken hiç aklıma gelmeyen o soruyu kendime sordum: Tekrar dünyaya gelsen ASTSUBAY olup Şırnak'a gider misin?
Hiç düşümeden 'EVET' dedim.
Bir değil bin kez dünyaya gelsem bu vatanı korumak için koşa koşa giderdim. Yine mayına basar, yine acının en büyüğünü çekerdim...
Oğullarım ağladığımı görünce sarıldılar...
Elimdeki defteri kalemi bırakıp onlara vasiyet ettim: 'Bu ülke bu bayrakla yaşayacak. Başıma gelenlerin sorumlusu KÜRTLER değil.
Terör örgütü. Biz kardeşiz. Doğulu diye kimseye farklı bakmayın. Bu vatanın çocuklarıyız. Kucaklaşın.
Ama bayrağımız için gerekirse canınızı vermekten kaçınmayın...
Eğer oyunu bozacaksak ben bacağımı, sen de kolunu ver.
Bu önemli değil..."
Telefonun ucunda gözyaşlarımı silerken GAZİ herkesin katılacağı bir sitemi dile getiriyordu: "Bütün kötü şeyler bizim başımıza geliyor.
Hep halk çocukları acı çekiyor.
Tek isteğim bunun düzelmesi. Ölüme hazırız da tek derdim adaletli olması... Gerisini hallederiz..."
İtirazı olan var mı?
Benim yok...