Kan akarken seyreden generaller

Giriş Tarihi 17 Ağustos 2010, 00:00 Güncelleme 17 Ağustos 2010, 15:09
Kan akarken seyreden generaller

İÇİNDEKİLER

12 Eylül 1980'e doğru yol alınırken, Türkiye'nin idaresinden Süleyman Demirel'in azınlık hükümeti sorumluydu. Ülkenin dört bir yanında sıkıyönetim uygulanıyordu. Güvenlik, tamamen askere havale edilmişti. Buna rağmen, olaylar duracağına her geçen gün daha alevleniyordu. Özellikle de son bir yıllık süreçte akan kan iyiden iyiye artmıştı. Artık, siyasi partilerin genel merkez binaları bile hedef alınabiliyordu. 30 Haziran 1979 akşamı Ankara'nın Bahçelievler semtinde bütün ışıklar söndü. Elektriklerin kesilmesi ile birlikte 3. Cadde üzerinde bulunan MHP Genel Merkezi ile MİSK Eğitim ve Kültür Sitesi silahlarla taranmaya başlandı. Saldırganlar, sanki elektriklerin kesilmesini bekliyorlardı. Son derece profesyonel hareket ediyorlardı. Her iki bina da dakikalarca silahla tarandı. Daha sonra, koruma polislerinin bulunduğu kulübelerin dibine kadar sokuldular. Binanın çevresi, vurulup yerde yatan insanlarla doldu. Son olarak da hem MHP Genel Merkezi'ne, hem de MİSK Eğitim ve Kültür Sitesi'ne bomsalar yağdı. Saldırganlar kendilerinden emin görünüyorlar, son derece rahat hareket ediyorlardı. Bir partinin genel merkezine saldırmıyorlar, adeta eğitim yapıyorlardı. Herkesin hedefi belliydi, hepsi ne yapacağını gayet iyi biliyordu. Hızlı, fakat aceleci değildiler. Geldiler, vurdular ve gittiler. Olay sırasında A. Alper Demirci ve Ömer Yüce isimli gençler öldürüldü. Aralarında polislerin de bulunduğu toplam 12 kişi yaralandı. Başta Alparslan Türkeş olmak üzere genel merkez yöneticileri miting için gittikleri Nevşehir'de bulundukları için olay ucuz atlatıldı. Aksi takdirde, çok daha büyük bir katliam yaşanacaktı. Bütün bunlar yaşanırken, güvenlik güçlerinin üzerine adeta ölü toprağı serpilmişti. MHP Genel Merkezi'ne yaklaşık 50 metre uzaklıkta bulunan Bahçelievler Polis Karakolu'ndan hiçbir tepki gelmedi. Karakoldaki polisler de vatandaşlar gibi kapılarını ve pencerelerini kapattılar, saldırının geçmesini beklediler. Görüntü, Vahşi Batı'nın Teksas'ını andırıyordu. Şerif bile kılını kıpırdatmıyordu. Karakol polisleri, her şey olup bittikten sonra bile dışarı çıkmadılar. Olay Başkent Ankara'da yaşanıyordu. Ankara ise sıkıyönetim ilan edilen illerin başında geliyordu. Dört bir yanda askerlerle birlikte polisler de devriye geziyordu. İşte bu saldırı o şartlarda gerçekleşmişti! Saldırganlar ellerini kollarını sallaya sallaya gelmişler, vurmuşlar ve gitmişlerdi. Parti yöneticilerinden Mehmet Doğan ve Turan Koçal, Nevşehir'e gitmemişler, Ankara'da kalmışlardı. İstanbul Milletvekili Turan Koçal'ın evi MHP Genel Merkezi'ne 50 metre mesafedeydi. Saldırıdan birkaç dakika önce partiden ayrılmıştı. Tam eve girmişti ki, silah ve bomba seslerini duydu. Olayın ardından koşarak MHP Genel Merkezi'ne geldi. Bahçelievler Polis Karakolu'nu harekete geçirmeye çalıştı, olmadı. Polisler yerlerinden kıpırdamaya niyetli değildi. Telefonla Ankara Sıkıyönetim Komutanı Nihat Özer'i aradı. Askeri de bir türlü harekete geçiremedi. Olay, ertesi gün Meclis'te büyük yankı yarattı. O günlerde Hergün Gazetesi'nde yazı yazan gazeteci Taha Akyol, saldırının asıl sorumlusunu dönemin Başbakanı Bülent Ecevit olarak gösterdi. MHP'liler de bu saldırının güvenlik güçlerinden destek alarak gerçekleştirildiğini savundular. Aradan geçen süre, bu değerlendirmenin çok hafif kaldığını gösterdi. Saldırının, güvenlik güç lerinden yardım alınarak değil, bizzat güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı. MHP'liler saldırganları belirlediler. Turan Koçal ve bazı MHP yöneticileri, isim vererek saldırganlardan şikayetçi oldular. İlginçtir, bu isimlerin arasında bazı askerler de vardı. Ancak, saldırganlar Mamak Sıkıyönetim Komutanlığı'na bir kapıdan girip, öbür kapıdan çıktılar.

SALDIRGANLAR İSİM İSİM BELİRLENDİ

Bu kadarla da kalmadı. Aynı isimler. Kızılay'daki Ziraat Mühendisleri Lokali'ni de bastılar. Orada da isim isim teşhis edilip şikayet edildiler. Ancak, yine hiçbir sonuç alınamadı. Artık işin çivisi çıkmıştı. Güvenlik güçlerine bile güven kalmamıştı! Oysa, kağıt üzerinde gereken her türlü tedbir alınmıştı. Hükümet sıkıyönetim ilan etmiş, askeri devreye sokmuştu. Buna rağmen, olaylar azalacağına her geçen gün daha da artıyordu. Üstelik, bu saldırıların ardında güvenlik güçlerinin bulunduğu iddiaları her geçen gün artıyordu. Hatta daha da ileri gidenler çıkıyor, olayların darbeye zemin hazırlamak için özellikle tetiklendiğini söyleyenler de oluyordu. Ortada son derece garip ve cevabı bulunması gereken bir soru vardı: 11 Eylül 1980'e kadar artan olaylar, 12 Eylül Darbesi ile birlikte bıçak gibi kesildi. Sanki, Türkiye'deki olayları yönlendiren bir gizli el kesilip atılmıştı. Ortaya çıkan bu garip durum, o günden bu yana hep tartışıldı durdu...

"TAPU MÜDÜRÜ MÜYDÜNÜZ?"
Dönemin Başbakanı Demirel, ihtilalin ardından sürekli olarak siyasetçileri suçlayan Kenan Evren ve arkadaşlarına, daha sonraki süreçte şu soruyu sordu: Bu olayları gizleyen sis tabakası, 12 Eylül 1980'in mimarı Kenan Evren'in daha sonra sınıf arkadaşı ve 12 Eylül döneminin 2. Ordu komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel'e söylediği sözlerle dağılıp gitti: - Biz darbeyi bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların oluşmasını bekledik. 12 Eylül Darbesi'ne zemin hazırlamak için olayların özellikle tırmandırıldığı iddiaları bu sözlerle kuvvetlenmiş oldu. Buna karşılık, Kenan Evren'in bu sözleri ile tartışmasız bir gerçek ortaya çıktı. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun, Türkiye'de oluk oluk kan akarken seyretmişlerdi. Yapacakları darbenin olgunlaşması için beklemişlerdi!

Okuyan: "Vahim bir itiraf"
12 Eylül Darbesi'nin ardından idamla yargılanan eski bakanlardan Yaşar Okuyan, aradan geçen yılların "Ortada büyük bir ihmal ya da kasıt olduğunu gösterdiğini" söyledi. Kenan Evren'in, defalarca "İhtilal için bir yıl öncesinden karar verdik ve olgunlaşmasını bekledik" dediğini hatırlatan Okuyan, şu değerlendirmeyi yaptı: " Bu çok vahim bir itiraftır. Çünkü, bu bir yıl içinde meydana gelen olaylar, önceki yıllarla mukayese edildiğinde 3-5, hatta 10 kattır. 26 Aralık 1978'den itibaren bütün iller ve ilçelerde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Asayişle ilgili bütün yetki, sıkıyönetim komutanlıklarına aittir. Ancak, olaylar 12 Eylül'den bir yıl önceki süreçte inanılmaz şekilde artmıştır. Aradan geçen zaman içinde bir gerçek ortaya çıkmıştır: Türkiye'nin her yerinde sıkıyönetim olmasına rağmen TSK yöneticileri görevlerini savsaklayıp ihmal etmişlerdir. İhtilal yapmanın gerekçelerinin oluşmasını beklemişlerdir, hatta belki de bazı grupların ajitasyonlarına zemin hazırlamışlardır. Bu çok daha büyük bir suçtur. Bu nedenle, Evren'in ivedilikle Türk adaletinin önüne çıkarılması gerekir. Bunun yolu da bellidir. Anayasa'nın geçici 15. maddesi TBMM tarafından kaldırılmalıdır."

Konseyden itiraf gibi açıklama
Darbenin lideri Kenan Evren, 11 Şubat 1982'de ihtilali meşru göstermek ve haklılıklarını kanıtlamak için kameraların karşısına geçti. Evren, 12 Eylül 1980'i milat gibi alarak, darbeden önceki bir-iki yıllık ve darbeden sonraki bir-iki yıllık anarşi ve terör olayları ile ilgili rakamları açıkladı. Evren'in açıklamalarına bakıldığında, gerçekten de 12 Eylül yönetimi anarşi ve terör olayları ile mücadelede gözle görülür bir başarı göstermişti. Ancak, Türkiye çapındaki olaylar en çok 12 Eylül 1979 ile 11 Eylül 1980 arasında artmıştı. Buna karşılık, terörle mücadele kararlılığını ortaya koyacak en önemli gösterge olan 12 Eylül'e gelene kadarki bir yıllık süre içinde yakalanan silah ve mermi sayısı hayli düşüktü. Üstelik, o dönemde de terörle mücadelenin sorumluluğu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin omuzlarındaydı. Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin Genelkurmay verilerine dayanarak açıkladıkları rakamlar, Kenan Evren'in "Darbenin oluşması için bir yıl bekledik" sözleri ile birleştirildiğinde, asıl vahim olan tablo ortaya çıkıyordu. 12 Eylül 1979 ile 11 Eylül 1980 arasında tam 2.812 kişi ölmüş, 6.784 kişi yaralanmıştı.135 güvenlik görevlisi de şehit olmuştu. Eğer Kenan Evren ve arkadaşları "darbe zemininin oluşmasını" beklemeselerdi... Eğer sıkıyönetim ilan edildiğinde ellerindeki gücü ve yetkileri yeterince kulanmış olsalardı... Binlerce insan o dönemde hayatını kaybetmeyecekti. Onca güvenlik görevlisi şehit olmayacaktı.


"AÇILIM DİYEN HERKES TEK TEK ÖLDÜRÜLDÜ" HABERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!

"İSA VE MUSTAFA'YI MUHSİN YAZICIOĞLU KAÇIRDI" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!

"ASKERLER COPLARKEN HIÇKIRARAK AĞLIYORDU" HABERİ İÇİN TIKLAYIN

"ERKEKLİĞİNDEN OLDUN, AMA SENİ ZEVKTEN MAHRUK ETMEYECEĞİZ" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!


"ÜLKÜCÜ VE SOLCU GENÇLER BİLE BİRBİRİNE GİRDİ" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!