Tarihi 25 Temmuz 2009

Zuma zuma zum

Kaju köpek. Komşu bakkalın köpeği. Severdim ama ellemezdim. Hiç dokunmadım, kulağının arkasını okşamadım. Buruşuk suratıyla dalga geçtim sık sık, laf attım. Komiklik olsun diye 'Hoşt!' bile dedim gözlerime saf saf baktığında. Ölmüş… Hamileydi. Çirkinliğine atıfta bulunup 'İnşallah çocuklar babalarına benzer.' diye düşünmüştüm. Bebekler zehirlemiş. Kurtaramamışlar. Acıdı kalbim. Boğazıma bir yumruk durdu. Çok geç ama keşke bir kez örseleye örseleye sevseydim o kırışık derisini. Paylaşmak istedim vicdan azabım hafifler belki diye. Çok zor, keşkeler. Uff üzgünüm…
***

Badısabah kankam geçen gün beni yemeğe davet etti. "Pınar'ım acayip bir yer var, kesin hoşuna gider.'' İzmirliyiz ya restoran kültürümüz çok abarık değil. Neyse buluştuk, vurduk yola. Ortaköy'de hayli şık bir mekân. Kapıdan girdik bir Fransız, bir İngiliz, bir de Laz karşıladı bizi. Şaka şaka:) Bir zenci kadın karşıladı. Hoş vücut, yarım Türkçe, kusursuz İngilizce. Rezervasyonumuzu onaylayıp yerimizi gösterdi. Ama biz normal olmadığımızdan bize ayrılan yeri yadırgadık. Dört masa değiştik. Ne zaman Dürümcü Selami'deki rahatlığa kavuştuk o zaman durduk. ( Bildiğin problemli müşteri. )
***

Masaya ilk olarak haşlanmış, tuzlanmış, ergin taze fasulye geldi. Atıştırmalık bir şey. Diğer gelecekleri sevmemizi garantilemek için bir yemdi sanki. Buna rağmen kapışarak yedik. Onu evde; ''Ben keşfettim.'' deyip sofraya koysam, kafama domates atarlar. Neyse menüyü tercüme edemedikten sonra başlangıçları (Ne ısmarladığım hakkında hiçbir fikrim olmadığından heyecanla.) beklemeye koyulduk. Yosun söylemişim. Bir de bir şeyler. İsimlerini yazmayacağım. Unuttuuum: ( Besmeleyi ilk kez başlangıç sebebiyle değil korunma dilenerek çektikten sonra ilk lokmayı aldım. Korktuğum gibi değildi. bir şey olmadı. Değişik, zaten nimet nimettir. Farklı kültürden. Denenmeli.
***

Asıl olay, yani bu konuda yazmama sebep olan olay ana yemek söylenirken cereyan etti. Konu 'Et'ti. ''Ne tavsiye edersiniz?'' diye sordum garsona. Başladı anlatmaya. Bir et çeşitleri varmış. Bu eti aldıkları inekler, klasik müzik dinleyip bira içiyorlarmış. Yorulmasınlar diye yürütülmüyorlarmış. Özel yağlarla masaj yapılarak ovuluyorlarmış. Amaaaaaaaaan! Garsonsu çocuğun (Ki benden şıktı) bizle dalga geçmediğinden yemin ettirerek emin olduktan sonra siparişimi verdim. Adana kebap. Yokmuş: ) Bu durumda seçimi Badı'ya bıraktım. "Ama o tavsiye edilen hariç bir şey seç.'' dedim. Badı sevindi gizlice. Nedenini sordum, bir şokta orda oldum. Acayip pahalıymış. Ben o kadar maaş alan insanlar tanıyorum.
***

Düşünsenize ineksiniz. Çimen yemeden, trene bakmadan, çobanınızın ıslığından İsmail Yk, Müslüm dinlemeden bir ömür geçirmişsiniz. Rakı içmemişsiniz, hep bira hep bira. Tıpış tıpış diye bir kelime yok sözlüğünüzde. Yürümek nedir bilmediğinizden bacaklarınızı sivilce gibi vücudunuzda çıkmış bir özür sanıyorsunuz. Birileri gelip sizi bitkisel yağlarla ovup ovup gidiyor. Sürekli ölmek istiyorsunuz, çünkü bıkmışsınız. Mozart olmuşsunuz ya da Betofın. Bildiğin depresyondasınız. Ve tüm bunlara, etiniz daha yumuşak, daha lezzetli ve daha pahalı olsun diye katlandığınızı bilmiyorsunuz. Kabus. Zavallı. İstemem. Nerde hayvan hakları? Mutsuz inekler restoranı. "Ben bir parça mutlu, bir parça da mutsuz inek alacağım.'' Kınıyorum. Böyle bir durumda insana nasıl afiyet olabilir ki? OLAMAAAAZ! Not: Masamıza gelip, İngilizce olarak memnuniyetimizi soran bildiğin Türk adam şeker, tatlılar da çok çok güzeldi.