Birileri cesetle ilgileniyor, birileri tornavidalarla cihazları söküyor. Helikopterin beyni yok ortada. Keçiler söküp götürmedi ya" sözleri Muhsin Yazıcıoğlu kazasının tüm seyrini değiştirdi. Bu sözlerden birkaç gün sonra da cihazları söküp götürenlerin RÜTBELİ ASKERLER olduğu ortaya çıktı. Olay bir anda makas değiştirdi. Bütün gazete ve TV'ler "O rütbeliler orada ne arıyordu?", "Sökülen cihaz nereye gitti?", "Söküm emrini kim verdi?" gibi sorulara cevap ararken, RAHMETLİ YAZICIOĞLU'nun çok yakını olan bir dostum aradı.
Bizim manşetlerden söz ettikten sonra daha önce hiç kimseye bahsetmediği bir YAZICIOĞLU portresi çizdi.
Hep birlikte dinleyelim:
AK Parti'nin kapatılma davası görüşülürken çok saygın bir işadamı arkadaşımla birlikte İstanbul'da bir PAŞA'yı ziyarete gittik. Çok sıcak sayılamayacak görüşmeden sonra telefonum çaldı. Arayan Muhsin başkandı... Yolumu değiştirip yanına gittim.
PAŞAYLA ne konuştuğumuzu A'dan Z'ye kadar kendisiyle paylaştım. Komuta kademesindeki bazı isimlerin AK PARTİ'nin kapatılacağını beklediğini duyunca dudaklarını buruşturup "Askerler yine yanlış yolda.
Böyle sonuç alamayacaklarını bilmeleri lazım" dedi...
Çünkü çarpışmaların içinden gelen BAŞKAN daha önce nasıl tuzağa düşürüldüklerini hiç unutmuyordu. Aynı silahla hem solcu hem sağcı gençlerin hayatlarının alındığını çok iyi biliyordu. Sık sık "hepimizin çok hatası oldu" derdi zaten...
Çok kişi Muhsin Bey'i sadece TÜRK MİLLİYETÇİSİ olarak bilir.
Bu eksiktir. Çünkü kendisi aynı zamanda son derece inançlı bir Müslümandı. Yakın çevresi dışında pek kimse bilmez ama Muhsin Bey, Bilgin Balanlı Paşa'yı zor duruma düşüren BİLVANİS'in müdavimiydi.
Nakşibendi Şeyhi Muhammed Raşit Erol'un oğlu Seyyid Fevzeddin'i sık sık ziyaret ederdi. Aralarında çok güçlü bir bağ vardı. Hatta Seyyid Efendi kaza haberini alınca "Bir babam bir de Muhsin Bey için bu kadar gözyaşı döktüm" dedi.
Muhsin Bey yapılan bunca hatadan sonra Türkiye'nin tek çıkış yolunun birlik ve beraberlikten geçtiğine inanıyordu. Herkese elini uzatıyordu. Ölmeden önce kendisine teklif edilen "PKK saldırıları artacak.
Nizam-ı Alem ocaklarındaki gençleri tutma, sokağa bırak" teklifi üzerine çılgına döndü. "Bu ülkeye bu kötülüğü bir daha kimse yapamaz" diyerek yurt içinde yurt dışında ne kadar nüfuzlu dostu varsa hepsini tek tek aradı. Çok özel bilgilere sahip olduğu için her kesimden dostu vardı. Çok sayıda asker de tanırdı. Bu planın devreye girmemesi için çok ter döktü. Çok sıkıntı çekti. Başarılı oldu. Ama sonuçta kendisini kaybettik... TAKVİM'in dünkü sürmanşeti beni çok etkiledi.
Askerlerin helikopterin beynini götürdüğünü görünce yıkıldım.
Kimseyi suçlamak istemem ama fotoğraflar hiç hoş değil...
En kısa zamanda İstanbul'da beni ziyaret edeceğini söyleyen dostumun son sözleri ise daha da vurucuydu:
KEŞ Dağı'nda KIRIMA uğrayan helikopter ÖZEL KUVVETLER'e bağlıydı. Bu birliğe bağlı bir kaza haberi alındığında Özel Kuvvetler Komutanlığı ile Genelkurmay'a bağlı ekipler yola çıkar. Bu iki gruptan önce kimse olaya müdahale edemez. Bu iki ekip de Genelkurmay İkinci Başkanlığı'na bağlıdır. Yardım talep ettikleri zaman Hava Kuvvetleri ya da Kara Kuvvetleri'ne bağlı Hava Gücü'nden teknik ekip olay yerine intikal eder. Acım büyük olduğu için sizin aracılığınızla soruyorum; "Dönemin İkinci Başkanı Hasan Iğsız'ın, bizim bilmediğimiz bir şeyi bilme ihtimali var mı? Genelkurmay bu fotoğraflar üzerine neden açıklama yapmıyor?..."
Dostum telefonu kapatınca kafam iyice karıştı. İşin içinden çıkamadım. Ya siz?...