ARDA USKAN

ARDA USKAN

Tarihi 18 Ekim 2010

Pırtık kağıtlardan çıkan haberler!

Yazar kısmı sürekli küçük notlar alır, 'Bu konuya da değinmeliyim' diye. Bazılarını yazar destan olur, bazıları ise iki satırdan fazla etmez ama her biri çok önemlidir. Gün gelir masanızdaki selülozik ortamdan ve alttaki toz kümesinden nihayet rahatsız olur ufak çaplı bir temizlik harekatına girişirsiniz. Altta okuyacaklarınız, işte o deterjanlı bezden kurtardığım üzeri karalanmış birkaç küçük kağıt parçası...


Küçük çocuğun büyük erdemi...
Olayın sergilendiği yer ücra bir köyün meydanı. İki irice taş bulunmuş, bunlar futbol sahasının kalesi oluyor.
İki kişilik bir 'maç' oynanacak birazdan.
Ahali toplanmış, kameralar da var. 'Penaltıları' atacak olan, tam 105 yaşında bir nine, ufacık kalmış ama ayağı topa vuracak kadar güçlü. Kalede ise küçük bir erkek çocuğu. Peki neden oluyor bütün bunlar; Çünkü nine koyu Galatasaraylı ve Adnan Polat, Ankaragücü maçı için onu davet etmiş. Teyzemiz de formasını giyip yola çıkmadan önce şut atıyor kameralar çeksin diye. Üç hakkı var ninenin, iki kez vuruyor topa ama oğlan kurtarıyor. Tam 'ne de olsa çocuk' derken, çocuk çocuk olmadığını ya da 'erdem' denen şeyin insanın içine taa küçükken konulduğunu ispatlıyor ve usulca kenara çekilip sahneyi esas baş role bırakıyor. Ve ninenin şutu, gol oluyor. Artık Galatasaray maçına huzurla gidebilir.


Ya fazla seks, futbolcuyu motive ediyorsa?
Erman hocanın 'Arda' olayından sonra bir kez daha kafama takıldı. Bu sevişme dedikleri şey, futbolcunun performansını gerçekten düşürüyor mu acaba? Ya tam tersiyse? Malum eskiden 'kanun' kabul edilen pek çok şey için yıllar sonra 'Bilim yanlış biliyormuş, öyle değil tam tersiymiş' dediler.
Yumurtanın kolesterol yapmaması mesela.
İster misiniz yıllar sonra kalkıp, 'pardon ya, tam tersiymiş, fazla seks maçlarda gücü arttırıyormuş' desinler!
Şimdi gitti mi onca gençlik heyecanları boşa! Dövün dur artık, 'En verimli çağımda seksten uzak durdum, şimdi fırsat var ama mecalim yok!'diye...

Yaşlı vatandaş, öleceğim diye korkma sakın! Bak bir kere Necmettin Erbakan'a... Son ana kadar partisinin başına geçmeye çalışıyor hocamız! Sen gencecik Numan Bey'i devir ve 'işleri' yeniden devralmaya yelten...
Helal olsun diyor ve ne zaman 'Yahu biz de çok yaş aldık, gider miyiz öte tarafa' diye düşünsem, aklıma bu 'her şeye direnen' inatçı adamı getiriyorum, iyi oluyor.


Haluk Bilginer... Haluk Bilginer... Haluk Bilginer...
Fazla lafa gerek yok!
Aslında hiçbir şey yazmadan bu paragrafı bu isimle doldursam, hepiniz anlarsınız neler yazmak istediğimi. Ama yine de söylemeliyim ki 'neydi o son bölümdeki o oyun gücü yahu!' Tabii bir öncekiler... Ramiz Dayı'nın hasta yatağı başındaki ağlaması mesela... Oskarlı Al Pacino daha fazlasını mı yapıyor sanıyorsunuz? Üstelik bir haftada çekilen bir dizide oluyor bütün bunlar.


Allah rızası için giymeyin o çizmeleri
! Şu moda dünyasının gerilerine baktığımda iki garabet şey hiç aklımdan çıkmaz. Bir 1968'in hem topuz hem kıvrım kıvrım bukleli saç modelleri, bir de o poliüretan topuklar... Nam-ı diğer apartman topuklar.
Hangi aklı evvel icat ettiyse bunları, umarım o elleri tutulur da bir daha gündeme getirmezler!
Şimdi de benzeri bir moda var gündemde. Erkekler için bu çizme modelini tarif ediyorum; Dize kadar bir kere.
Bilek kısmı ise -o ayak oradan nasıl geçeceksedar mı dar. Hele o topuklar... Ki içimi esas daraltan onlar. Dolgu deniyormuş bu modaya. Bakıyorsunuz kadıncağız topuklarına üçgen latalar bağlamış onların üzerinde dolaşıyor... Etmeyin yazıktır, günahtır, hem sizlere hem bizlerin göz zevkine.