"Türkiye-AB ilişkileri göç meselesine indirgenemez"

Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, Türkiye-AB ilişkilerin göç meselesine indirgenemeyeceğini belirterek, "Eğer göç meselesine indirgenirse bu sadece bir krizin yönetilmesiyle sınırlı ve konjonktürel bir ilişki kurma yöntemi olur." dedi.

Giriş Tarihi 22 Haziran 2016, 00:00 Güncelleme 22 Haziran 2016, 20:37
Türkiye-AB ilişkileri göç meselesine indirgenemez

İÇİNDEKİLER

Çelik, İtalya'nın başkenti Roma'da gerçekleştirdiği resmi temasların ardından katıldığı TRT Haber'de gündeme ilişkin soruları yanıtladı. İlk resmi ziyaretini Brüksel'e yaptığını anımsatan Çelik, göç krizi ile gelinen mevcut tablonun resmini çektiklerini, vize serbestisi, Türkiye'ye yapılması gereken 3 milyar avroluk yardım ve benzeri konularda, Türkiye'nin hangi aşamada olduğu, muhataplarının da neler yaptıklarını ele aldıklarını söyledi.

Hollanda ve Slovakya temasları sonrası Roma'da da görüşmelerine devam ettiğini aktaran Çelik, şunları kaydetti:

"Türkiye-AB ilişkilerinde yavaşlama vardı. Göç krizi çok büyük bir kriz. Tarihte, çeşitli göçler Avrupa'nın jeopolitiğini ve siyasi haritasını değiştirmiş ve büyük etkiler doğurmuştu. Bu kriz çerçevesinde yeninden bu konun ele alınması yönünde Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir ivme yakalanması şeklinde bir tablo ortaya çıktı. Başından beri söylüyoruz, Türkiye AB ilişkilerinde, göç meselesi yeni bir dönem başlatmak için vesile olmuştur ama ilişkiler kesinlikle göç meselesine indirgenmemelidir. Eğer göç meselesine indirgenirse bu sadece bir krizin yönetilmesiyle sınırlı ve konjonktürel bir ilişki kurma yöntemi olur. Krizin büyüklüğü ve bizim bunu beraberce yönetme kapasitemiz göstermiştir ki Türkiye-AB ilişkilerinin bir üyelik ilişkisi şeklinde geçici olmayan ilişkiye dönüşmesi lazım. Çünkü bu kriz ancak Türkiye ve AB'nin ortak akıl ve ortak eylem planıyla çözülebiliyor."

Birebir anlaşmasının yürürlüğe girdiğini anımsatan Çelik, anlaşma öncesi binlerce kişinin Avrupa'ya geçiş yaptığını fakat bugün bu sayının 20-30'a indiğini söyledi. Çelik, bu mekanizmanın bu kadar başarılı olmasının sebebini de Türkiye'nin ahde vefa ilkesi çerçevesinde söylediklerine riayet etmesi ve gerekli kapasiteyi üretecek yeteneğe sahip olması olarak açıkladı.

Çelik, Avrupa'nın başka bir ülke ile aynı sonucu alamayabileceğini kaydederek,"Sadece anlaşmanın iyi bir anlaşma olması yetmiyor. Bunu gerçekleştirecek tarafların da kapasitesinin yüksek olması gerekiyor. Sözünde durmak kadar kapasite de gerekiyor." değerlendirmesinde bulundu.

Ege Denizi'ndeki tablonun kökenlerine inmek gerektiğini vurgulayan Çelik, "Biz daha önce Suriye'de bu kriz çıktığı zaman uçuşa yasak bölge ve güvenli bölge olsun dedik ve sınırın öbür tarafında bu insanlar için güvenli bölge oluşsun dedik ama maalesef buna kimse yanaşmadı. Esed'in gönderilmesiyle ilgili konulara kimse yanaşmadı." dedi.

ABD Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin, Suriye'de Washington'un politikasını değiştirmesi yönünde yayımladıkları bildiriye işaret eden Çelik, "Türkiye'ye has özel bir tutum değildi. Aslında bu dünyanın pek çok yerinde paylaşılan bir tutumdu. Rejim bir katliam şebekesi gibi davrandı. Hava kuvvetlerini, kimyasal silahları kullandı. Bunun neticesinde Suriye'de 12 milyon kişi yerlerini değiştirdi. Ya da ülkesini terk etti. Bize yaklaşık 2 milyon 700 bin kişi geldi. Irak'tan gelenlerle birlikte şu anda biz 3 milyona yakın kişiyi misafir ediyoruz. Bu Avrupa'daki bazı ülkelerin nüfusunun yarısından fazla." ifadelerini kullandı.

"Türkiye'nin mi AB'ye ihtiyacı var, AB'nin mi Türkiye'ye?" şeklinde sorularla karşılaştıklarını aktaran Çelik, şöyle devam etti:

"Aslında bu göstermiştir ki ikisinin de birbirine ihtiyacı ortak. Bizim uzun zamandır müzakere yürüten bir ülke olmamız ayrı bir şey ama büyük resme baktığımızda bundan sonrasında AB'nin yeni bir dinamizme kavuşması gerektiği, kendini güncellemesi gerektiği ortaya çıkıyor. Bunun yegane yolu da tarihte görüldüğü gibi, Roma İmparatorluğunun küresel güç olmasını sağlayan şey kıta Avrupa'sının doğal uzantısı olarak Anadolu'yla birleşmesiydi. Bu bugün içinde geçerlidir. AB kürsel güç olarak bu değerleri yaşatabilecekse bu ancak Türkiye ile birlikte mümkün olacak."

Avrupa tarihinde çeşitli zamanlarda yaşanmış birtakım felaketlerin üst üste geldiği bir dönem içinde bulunulduğuna dikkat çeken Bakan Çelik, "Avrupa'nın siyasi haritasını, Avrupa'daki güç dengelerini tarih içinde alt üst etmiş birtakım olayların hepsi birden bugüne denk gelir bir halde. Bunların tek tek yönetilmesi bir mesele ama bütün bunları yönetecek bir üst çerçeveye sahip olmak. Esas konu bu." diye konuştu.

Çelik, Avrupa'yı tehdit eden en önemli unsurlardan birinin de aşırı sağa verilen tavizler olduğuna işaret ederek, "Bunlar İslam karşıtlığı veya Türk karşıtlığı yaparken, bunu Avrupa'yı çok sevdikleri için yapmıyorlar. Aslında AB değerlerine düşman oldukları için yapıyorlar. İslam ve Türkiye şu an Avrupa'nın gündeminde olmasa bu kez Avrupa içerisindeki başka ırklara ve unsurlara karşı nefret söyleminde bulunacaklar." ifadelerini kullandı.

Suriye sorunu nedeniyle Akdeniz'i kıyısı olmayan birçok ülkenin Akdeniz'de donanma bulundurduğunu hatırlatan Çelik, Akdeniz meselesinin en çok Türkiye ve İtalya'yı ilgilendiren bir konu olduğunu söyledi. Çelik, şöyle konuştu:

"Dolayısıyla krizin ilk dalgasıyla karşılaşan hem insani hem de siyasi kriz anlamında ve hem de güvenlik krizi anlamında Türkiye, İtalya ve Yunanistan. Türkiye'nin şimdiye kadar yalnız bırakılması, aslında İtalya'nın da Yunanistan'ın da dikkate alması gereken bir husus. Buna rağmen bu meselenin yönetilmesine insani bir gözle baktığımız için, şimdiden geliyor ve bunları konuşuyoruz. Ve şunu söylüyoruz: 'Bugün bu bire bir meselesi iyi çalışıyor ama yarın bugün muhtemel riskler karşısında yetersiz kalacak.' Çünkü kriz dinamik ve kriz dönüşerek ilerliyor."

Türkiye ile AB arasındaki vize serbestisi konusunun göçmen meselesinin öncesine ait bir konu olduğunu tekrarlayan Çelik, AB'nin teklifi üzerine konunun hazirana çekildiğini anımsattı. Çelik sözlerini şöyle sürdürdü:

"Fasılların açılıp kapanması zaten devam eden bir süreç, onun da göçmen meselesiyle bir ilgisi yok. O zaman şuna dikkat edelim. Kimse bize yardım etmezken de biz açık kapı politikası uygulamışız. Bu kadar insanı almışız. Birebir anlaşması aslında bizim sayemizde hayata geçmiş bir şey. Birileri buna rağmen bizi tehdit mi ediyorsunuz diyorlarsa bunların kafasının arkasında başka bir şey var. Ve onların kafasının arkasındaki Avrupa için ve özellikle de İtalya için çok tehlikeli."

Türkiye-AB ilişkilerinin siyasi ve diğer açılardan ele alınmasının önemine vurgu yapan Çelik, şunları kaydetti:

"Bizi vize serbestisi ve fasıl açılması üzerinden pazarlık yapıyormuş görüntüsüne sokanlar, sokmaya çalışanlar son derece yanlış bir tutum içerisine giriyorlar. Vize serbestisi de diğer konular da bu göçmen meselesinden önce vardı ama kafalarının arkasında şöyle bir şey varsa, 'Biz şu yaz dönemini ve şimdiki krizi bir atlatalım, daha sonra zaten kriz kalmayacağı için Türkiye ile bu yakın işbirliğini sürdürmemize gerek yok' diye düşünüyorlarsa bu çok sığ bir bakış açısı olur. Çok da AB'nin vizyonel değerleri açısından vizyonel bir bakış açısı olmaz. Avrupa'nın geleceğine de en büyük zararı vermiş olurlar. Birincisi kriz bu şekilde yönetilemez. Riskler daha da büyümektedir. İkincisi de bu mesele bir kere daha şunu göstermiştir ki Türkiye-AB ilişkisi göçmen meselesine indirgenemeyecek büyük bir vizyona ve çerçeveye oturtulmalıdır."?

Avrupalı muhataplarının yavaş yavaş Türkiye'nin arzu ettiği çerçevede bakış açısı geliştirmeye çalıştıklarını gördüğünü vurgulayan Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dediğim gibi tek bir Avrupa yok. Bizimde yapmamız gereken şu; tabii ki yakın olduklarımızla daha çok ortak nokta üretmek, bize uzak duranlarla ortak vizyon üretme konusunda daha çok çaba üretmek, dünyaya anlatmak, kendimi anlatmak, Akdeniz'e anlatmak, dünyaya anlatmak, Avrupa Birliği'ne tüm bu siyasi değerlendirmeleri yapmak. Tabii önyargı ile davranan varsa açık söyleyelim. Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için diğer açılardan bir önyargı üreten varsa zaten onları Avrupa Birliği değerleri içinde değerlendirmekte mümkün değil. O zihniyet zaten Avrupa Birliği değerlerini uzun süre yaşatamaz. Şimdi Türkiye'nin şöyle de bir önemi var. Etrafımızdaki gelişmelere baktığımızda etnik ya da mezhebi çatışmaların bu kadar derinleştiği, fay hatlarının kesiştiği bölgede Müslüman bir ülkede Avrupalı bir demokrasi olarak dünyada biricik bir yere sahip Türkiye. Dolayısıyla Türkiye'nin sadece jeopolitiği, sadece ordusu değil, var ettiği bu soft power demokrasisi, ekonomik gücü, dış politika kapasitesi ve çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, Müslümanların ve gayrimüslimlerin barış içerisinde yaşadığı bir coğrafyada bir Avrupa demokrasisi olması Türkiye'nin en büyük soft powerlerinden bir tanesidir. En büyük yumuşak güçlerinden bir tanesidir. Bu bütün dünyaya büyük mesaj vermektedir. Bugün bakınız topraklarımızda Müslüman Hristiyan, Arap, Kürt, Sünni, Şii, Yezidi, Ezidi bir sürü insanı ağırlıyoruz, misafir ediyoruz. Türkiye'nin ortaya koyduğu bu vizyon dünya tarafından paylaşılıyor ama burdaki yükü alma konusunda yeterince mücadele edilmişir. Ben muhataplarıma şunu açık bir şekilde söylemek istiyorum; her ülkenin, her ülkeyi eleştirmeye hakkı var. Bu demokratik kültürün bir gereğidir. Ama Türkiye'yi eleştirmekle, Türkiye karşıtlığını birbirinden ayırmanız lazım. Eğer Türkiye'yi eleştirmekle, Türkiye karşıtlığını, Türkiyefobya'yı birbirinden ayırmazsanız, o zaman fakında olursunuz yada olmazsınız İslamafobya'ya, anti-semitizme ve Eurofobya'ya destek vermiş olursunuz."

Avrupa medyasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik eleştirilere de değinen Çelik, "Eurofobya çok göze batacağı için onun üzerine birtakım kesimlere hoş gelebilecek nefret söylemini, antisemitizmi, yabancı düşmanlığını, onun üstüne İslamafobya, onun üstüne Türkiye karşıtlığını, onun üstüne de bir Erdoğanfobya yerleştirmişler. Aslında sorduğunuzda ve baktığınızda 2002'deki tüm muhataplarımız Türkiye'de en büyük demokratik devrimler, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ni en çok yaklaştığı düzenlemeler Sayın Cumhurbaşkanımızın başbakanlığı dönümde gerçekleşmiştir. Bu kadar reform paketleri, yasakların kalması bu sayede olmuştur." dedi.

"SİZ ZAM YAPMAYIN YETER"
Türkiye'nin yükümlülüğü kadar AB'nin de yükümlülükleri bulunduğunu kaydeden Çelik, şunları söyledi:

"Bizim AB tam üyelik yolunda mükellefiyetlerimizi yerine getirmemiz kadar Avrupa Birliği'nin de buna pozitif yaklaşıp yardımcı olması gerekir. Tek başına bizim sorunumuz değil. Nihayetinde karşılıklı bir şey yürütüyoruz. Dolayısıyla zaman zaman diyorlar; siz çok büyük bir ülke olduğunuz için tenzilat mı istiyorsunuz? Bende diyorum ki hayır. Siz zam yapmayın yeter. Bizim tenzilat isteğimiz yok. Herhangi bir pozitif ayrımcılık istemiyoruz, ama negatif ayrımcılığa karşı duruyoruz diye. Burada seçim sonuçlarıda gösteriyor ki Türkiye karşıtlığı üzerinden seçime gidenler ana akım siyasiler buna yüz verdiği zaman aslında oy alamıyorlar, aşırı sağ partileri daha çok milletvekili sayısını artırıyor. Dolayısıyla Türkiye karşıtlığı üzerinden Avrupa değerlerini korurum, AB bir arada tutarım demek aslında şu manaya geliyor; İçinde yazılımı olmayan bilgisayar. Software olmayan bir hardware anlamına geliyor. Hiçbir işe yaramaz bu. Çünkü orada temel değerleri temel yazılımı sistemin içinden çekip alıyorsunuz."

"DÖNÜŞME VE EVRİLME BEKLİYORUM"
Çelik, İngiltere'deki referandumdan çıkacak sonucun Türkiye açısından değerlendirilmesine ilişkin soru üzerine, şunları söyledi:

"Birincisi çıktığı sonuçta büyük sarsıcı sonuçlara yol açacak. Çıkmayıp kaldığı takdirde de tartışma bitmeyecek. Başka ülkeler oturup İngiltere bu pazarlıkları yaptı bu şartlara sahip oldu. Daha esnek bir Avrupa mı olmalı, daha merkeziyetçi bir Avrupa devam etmeli mi? Avrupa Birleşik Devletleri mi devam etmeli? Devletlerin Birleşik Avrupası şeklinde bir modele mi gidilmeli? Yine Avrupa tarihinin bir başka tartışmasının buna denk geldiğini düşünüyorum. Tamda Avrupa içerisinde Milletler Cemiyeti'nden Birleşmiş Milletler modeline geçişteki tartışmaların bir benzeri yaşanıyor. Yeni bir model arayışı var. O model arayışı içerisinde ulus devlet kavramı, Avrupa Birliği'nin geldiği nokta, Avrupa düzeni nasıl oluşacak? Nihayetinde Avrupa'nın oluşması 2. Dünya Savaşına atfedilir ama onun gerisinde başka bir zihniyet vardır. O da şu; Napolyon'un Avrupa haritasını alt üst etmesinden sonra kimsenin bir diğerinin sınırına karşı saldırgan olmaması, herkesin sınırlara saygılı olması, Westfalya Anlaşması'ndan sonraki düzenin kurulması şeklinde aslında İngiltere'nin ortaya sürdüğü bir şeydir. O zamanki Avrupa düzenin dünyaya uyarlanmış halidir Milletler Cemiyeti'nin ortaya çıkması. O zamanki düzenin güncellenmiş hali Avrupa Birliği olarak ortaya çıkmıştır. Onunda dünyaya uyarlanması Birleşmiş Milletler modeli gibi olmuştur. O tartışmalar çok iç içedir. Şimdi yeni bir tartışma olacak. Eğer çok büyük bir dağılma, parçalanma, karşı karşıya gelme olmazsa, çok sanmıyorum. Ben dönüşme ve evrilme bekliyorum. Bu bakımdan Türkiye için yeni fırsat kapıları ortaya çıkacağını, Türkiye'nin tam üyelik perspektifini koruyarak Avrupa içerisinde değerinin daha anlaşıldığı bir tablonun ortaya çıkacağını düşünüyorum. Yani her halükarda biz Avrupa Birliği üyesi olmasak bile şu realiteyi kimse değiştiremez. Tarih boyunca bir Avrupa gücü olduk. Bugünde güçlü bir Avrupa demokrasisiyiz. Dolasıyla bu realiteyi kimse değiştiremeyeceği için teori realite çatışıyorsa bir müddet sonra teori realiteye uymak zorunda kalacaktır."

"BUYRUN 23 VE 24. FASILLARI AÇALIM"
33. Faslın Hollanda dönem başkanlığında açılması konusunda ısrarcı olduklarını belirten Çelik, 30 Haziranda Dışişleri Bakanı ve Maliye Bakanı ile birlikte temaslarda bulanacaklarını söyledi. Çelik, "Bu fasıllar açılacak. Birde burada ısrarla vurguladığım şey şudur. Türkiye'nin tam üyelik için fasılların açılması ve bunu yerine getirmesi gerektiği söyleniyor. Bende diyorumki o günkü kriterler açısından bakarsanız, açalım. Biz bir kaç ay içerisinde bütün bunları kapatacak kapasiteyi üretiriz." dedi.

Türkiye yönelik eleştiri yapılan bazı alanlardaki fasılların açılmasını istediklerini kaydeden Çelik, şöyle konuştu:

Türkiye'nin terörle mücadelesine yönelik eleştirileri aktaran Çelik, Fransa'daki terör saldırı sonrasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni askıya alındığını, sınırların kapatıldığını ve olağanüstü halin ilan edildiğini hatırlattı. Çelik, "Fransız ordusu Paris'e indi. Şimdi bakın biz bunun gibi pek çok saldırıyla karşı karşıya kaldık. Bin 295 kilometre sınırımızın öbür tarafında devlet yok, polis gücü yok, çok ciddi güvenlik riskleriyle karşı karşıyayız. DAEŞ, PKK, DHKP-C ve Esed rejimiyle mücadele ediyoruz. Sınırlarımız içine top atışları yapılıyor, bunlara cevap veriyoruz ama buna rağmen özgürlük, güvenlik dengesini koruyan, reform iradesini sürdüren, 33. faslı, 30 Haziran'da açacak olan ve müzakere sürecinin ruhunu oluşturan 23. ve 24. fasılları, temel özgürlük fasıllarını açın diye talep eden bir Türkiye var. Dolayısıyla bu bizim, aslında dünyaya verdiğimiz en büyük mesajdır. Biz bu terörle mücadelenin zor şartları altında bile müzakerelerin temelini oluşturan en özgürlükçü konuları içeren fasılların açılmasını talep ediyoruz." diye konuştu.

"HDP'LİLER GERÇEKLERLE BAĞDAŞMAYAN ŞEYLER ANLATIYOR"
Bakan Çelik, bölücü terör örgütünün Avrupa'daki bazı ülkelerden destek almasına ilişkin bir soruya da "Açık bir şekilde bunları dile getiriyoruz. Burada, Napoli ve bazı kentlerde terör örgütü başına fahri hemşehrilik beratı verilmesi gibi bir şeyi doğru bulmadığımızı, son derece yanlış bir mesaj olduğunu, demokrasi, AB değerleri açısından da doğru bir yaklaşım olmadığını ifade ediyoruz." ifadelerini kullandı.

Burada öne çıkan bir diğer konun ise HDP'lilerin konuyu aksettirme biçimi olduğunu dile getiren Ömer Çelik, "HDP'lerin sık sık yaptığı bir şey. HDP'liler, terör örgütüyle Türkiye'nin mücadelesini, Türkiye'nin, Kürtlerle mücadele gibi sunuyorlar. Ya da siz PKK ya PYD'ye tavır aldığınızda bunun Kürtlere karşı tavır alınmış gibi gösteriyorlar. Tabi bu, HDP'lilerin zihniyet şemasını ortaya çıkarıyor. Onlar için Kürt demek, PYD ya da PKK terör örgütüne ait olan ya da ona sempati duyan insan demek. Onun dışındakileri makul Kürt saymıyorlar. Bizim de söylediğimiz şudur; Türkiye, AK Parti içerisinde de hükümette de etnik kökeni Kürt olan arkadaşlarımız var. Doğu ve Güneydoğu'daki vatandaşlarımızın hepsi, hangi partiye oy verirse versin hiçbir dışlamaya tabi tutulmuyor." değerlendirmesinde bulundu.

"Ret, inkar ve asimilasyon politikaları AK Parti zamanında sona erdirilmiştir. AK Parti hükümetleri tarafından sona erdirilmiştir. Ayrıca bizim, bir Kürt yönetimi olan Kuzey Irak'taki yönetimle de son derece yakın ilişkilerimiz var" diyen Çelik, "Bütün bu tabloyu ortaya koyduğumuzda demek ki Türklerle, Kürtler, ya da Türk hükümetinin herhangi bir şekilde Kürtlerle mücadelesi gibi bir şey söz konusu değil. Burada Türk, Kürt, bütün etnik gruplar, hepimiz tek bir millet olarak terörle mücadele vererek, hukukumuzu, demokrasimizi koruyacağız. Bunları ayrıntılı biçimde anlatmak gerekiyor." diye konuştu.

HDP'lilerin anlattıkları karşısında herkesin her şeyi tüm ayrıntısıyla bilemeyebileceğine dikkati çeken Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Herkes de ayrıntıları bilmeyebiliyor ve tek yönlü propaganda altında kalabiliyor. Bu İran modelinde üstte parti vardı, altta örgüt vardı. Halbuki, bizde parti, terör örgütünün sınırlarının dışına çıkamıyor. İkincisi, Güney Afrika'da siyah ve beyaz olarak ayrışmış, ayrı mahallerde oturan, tamamen kutuplaşmış bir toplum yapısı vardı. Halbuki Türkiye'de böyle bir şey yok. Türkiye'de Türk-Kürt iç içe. Etnik ayrışmadan bahsetmek mümkün değil ama tabii HDP'liler buraya gelip de buradaki modelleri tercüme ederek, gerçekle bağdaşmayan şeyler anlattıkları zaman, muhataplarımız bunları bize soruyorlar. Biz de bunları detaylı biçimde kendilerine anlatıyoruz. Ayrıca meselenin öyle bir Kürt meselesi olmadığını da göstermek açısından bir diğer örnek de bir Kürt yönetimi olan Kuzey Irak'taki yönetimi istikrarsızlaştırmak için fiili mücadele eden güçlerden bir tanesinin PKK olmasıdır. Dolayısıyla bu karışık tabloyu net biçimde anlatmamız gerekiyor. Biz bu mesajları net veriyoruz."