Kıymet ve Değersizlik Arasında Bocalayan İnsan

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 17 Haziran 2017 Güncelleme 17 Haziran 2017, 00:59
Kıymet ve Değersizlik Arasında Bocalayan İnsan

İÇİNDEKİLER

Namaz Allah ile kul arasında münacattır: Allah her zaman söyler, kul bazen duyar; kul bazen konuşur, her zaman talep eder, Allah ise onu her zaman duyar!
Hz. Peygamber namazın miraç olduğunu söylemişti.
Müslümanlar, namazdan söz ederken akla en çok bu hadis gelir:
'Namaz müminin miracıdır.' Hz.
Peygamber, hadis-i şerifi miraç dönüşünde söylemişti. Daha doğrusu namaz miraçta müminler için miraç olmak üzere farz kılınmıştı. Namaz miraçta, yani ilahi huzurda gerçekleşen bir konuşmadır.
Bu konuşma Hz. Peygamber'de bilfiil gerçekleşirken öteki Müslümanlarda taklit yoluyla gerçekleşir. Müminler namazda ilahi huzurda bulunduklarını tahayyül eder, Hz. Peygamber'in orada duruşunu ve konuşmasını taklit ederek konuşurlar. Hz. Peygamber'in ilahi huzura en yakın olduğu mertebede namaz kılmak anlamındaki salat kelimesi Allah'a izafe edilerek 'Allah salat eder' denilmiştir. Bu itibarla salat (namaz) Allah ile mümin arasında müşterek bir fiildir. Müslüman alimler kelimenin Allah'a izafesiyle özel anlam kazandığını bilerek 'Allah salat eder' ifadesini izah etmişlerdir. Allah için 'salat' varlığa merhamet ve onları var etmektir. İşin bu yönü namaz ile merhamet ve varlık arasındaki ilişkiyi izah eder. Bu nedenle namaz müminin hayatında olumlu değerleri inşa eden bir ilke olarak yer alır.
İslam'ın değer ve anlam derinliği Hz. Peygamber'in miracında ortaya çıkar. Miraç bütün zanların ortadan kalkarak hakikate yerini bıraktığı yolculuğun adıdır. Miraç kadar Müslüman cemaati etkilemiş, zihni ve ahlaki hayatlarında belirleyici olmuş başka bir konu yoktu. Miraç hiçbir zaman Hz. Peygamber ile sınırlı ve ona mahsus mucize sayılmamıştır. Miraç her insanın bulunduğu seviyeden yukarıya çıkmak üzere gayret ettiği ahlaki ve dini davranışlarının genel adı haline gelerek Müslümanların hayatına yerleşmiştir.
Hz. Peygamber'i miraçta Burak taşımıştır. Müslümanlar Burak'ın mahiyeti üzerinde hiç düşünmeden şunu söylemişlerdir: İnsanı yükseklere taşıyan şey onun ahlakı ve amelleridir.
'Amel ve ahlak burak'ına binmek tasavvuf edebiyatının en nefis deyimlerinden birisidir.

EN GÜZEL SURETTEN DÜŞMEK!
Allah Teala, insanın yaratılışından söz ederken 'Biz insanı en güzel surette yaratık' buyurur. Bu Ayet-i Kerime insanın şerefli yönünü ve üstün özelliklerini tespit eder. Ardından onun aşağıların aşağısına atıldığını beyan ede ayeti okuyunca akla şu gelir: İnsanı aşağıların aşağısına attığında Allah daha önce ona giydirdiği güzellik ve üstünlüğü almış mıdır? İslam insanın bu niteliğini yitirmediğini söyleyerek paradoksal bir insan anlayışı ortaya koyar.
Bu yorumda insan iyi ve kötü niteliklerin çekişme alanı olarak kabul edilerek miraca dikkatimiz çekilir. Miraç aşağıdan üst mertebeye doğru yönelerek hakiki aleme terakki demektir.
İnsan en üst mertebeden aşağı mertebeye atılınca, onda iki nitelik ortaya çıktı: birincisi ulvilik öteki süflilik yönü diye isimlendirildi.
Mevlana, insanın bu iki yön arasındaki çelişik durumunu anlatmak üzere şöyle der: 'İnsan kanat takılmış bir merkep, sonra ona katıl melekler topluluğuna denilmiş.' İnsanın hayvanlık mertebesinden uzaklaşarak gerçek insanlığa ulaşması ahlaki eylemlerine bağlıdır. İnsanlık adalet, iffet, merhamet, cömertlik, cesaret gibi değerlerin ortak ismidir. Ahlaki değerlere yaklaştıkça insan, onlardan uzaklaştıkça hayvaniliğe meyleder. Üstün değerlerle nitelenmek miraç diye isimlendirilirken aşağıya düşmek süflileşme olarak isimlendirilir. Namaz müminin miracıdır demek, insanı süfli mertebeden üst mertebelere taşıyan yüksek ahlak namazdır demektir. Bu durumda namaz bütün üstün ahlakların hem kendisi hem sebebi haline gelir. Ayet-i Kerime'de bu durum 'Kuşkusuz namaz insanı kötülük ve taşkınlıktan alıkoyar' diye anlatılmıştır.
Başka ibadetlerle ilgili böyle ifadeler gelmiş olsa bile öznelik en çok namaza yüklenir.
Çünkü namaz ilahi huzurda durmak demektir. İnsanı namaz alı koymaz, huzurunda durduğu Allah onu bütün kötülüklerden alıkoyar.

KERAMET NEDİR?
Bayezid-i Bestami şöyle der: 'Kibirli insan, marifetin kokusunu duyamaz. Kibir insanın kendisinden daha değersiz bir insanın bulunacağına inanmasıdır.' Bayezid'e şöyle sordular: 'Senin su üzerinde yürüdüğün söyleniyor, doğru mudur?' O da 'Bir çöp bile su üzerinde yüzebilir' diye cevap verdi. 'Havada uçuyor muşsun?' dediklerinde ise şöyle dedi: 'Kuşlar da havada uçabilir.' Bu sözler üzerine soru soranların hayreti artmış, kerametin ne olduğunu ve kamil insanların neyi önemsediklerini merak ederek şöyle demişler: 'Peki böyle kerametlerin bir önemi yoksa, Allah adamları neyle ilgilenir.' O da şöyle dedi. 'Allah'tan başkasına gönül bağlamamak.' Dinin esas meselesi budur: Gönlü Allah'a vermek, başkasına arzu duymamak! Bayezid'in açıklamaları insanların kerametler peşinde koşarken gerçek müminlerin sadece Allah'ın rızasının gittiklerine işaret eder. Zor olan istikamet üzere olmaktır. Her an doğdu söyleyebilmek, adil olabilmek, cömert olabilmek esas keramettir.

BİR AYET
'Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra harcayın denildiğinde kafirler müminlere dediler ki: Allah dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız.' (Yasin, 47) İnsan mal ve mülk sevgisi özelliğiyle yaratılmıştır. Varlığımızı daha iyi korumak ve onu sürdürmek isteyerek malın peşinden koşarız. Mal kelime anlamıyla meyil, yani yönelmek anlamından türetilmiştir. İnsan Allah'tan başka neye yönelirse o şey onun malıdır. İnsanın gönlü ise kendisinin menfaatinin bulunduğu şeye yönelir. Din bize mallarımıza bağlanmayı, onlara taparcasına sevgi duymayı yasakladı. Mala bağlanmak, malı çok sevmek dinin terbiye etmek istediği niteliklerimizden biridir. Mala olan bu bağlılık insanı köleleştirmek demektir. Mal mı bizim sahibimiz, biz mi onun sahibiyiz? Din insanı mal sevgisi karşısında özgürleştirmek ister. Malı seven insanın özgürlüğünden söz edilemez. Bu nedenle malları harcamak başka birisine yardım etmekten daha çok insanı özgürleştirmek maksadıyla emredildi müminlere. 'Onların mallarından sadaka al, onları temizle' bu demektir. Malı harcayabilen insan özgürlüğe daha çok yaklaşır. Bu Ayet-i Kerime, insanın malını harcamayla ilgili emri yanlış anladığını gösterir. Cimriliğini izlemek için niçin fakirleri ben doyurayım diyerek anlamsız bir gerekçe gösterir. Gerçekte fakiri ve zengini doyuran Allah'tır. İnsan malını vermekle başkasını doyurmaz, kendini mal sevdasından temizler ve özgürleştirir. Bu nedenle Hz. İsa şöyle der: 'İnsanın gönlü, malı nerdeyse oraya bağlıdır. Mallarınız melekutta olsun ki gönlünüz melekuta bağlansın.'

BİR HADİS
'Kulum bana bir karış yaklaşırsa ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.'
Bu Hadis-i Şerif, Allah ve kul ilişkisini izah eden kutsi hadislerden biridir. Yani hadiste konuşan Allah, hadisi aktaran ise Hz. Peygamber'dir. Allah peygamberinin diliyle bizimle konuşursa ona kutsi hadis denilir. Kutsi hadiste sözler Hz. Peygamber'e mana ise Allah'a aittir. Allah kullarıyla ilişkisi merhamet ve ihsan üzere kuruludur. Allah'ın muradı kendini kuluna tanıtmak, kulunun kendisine yaklaşmasını temin etmektir. Bu nedenle din kolaylaştırıcı kurallar koymuş, insanların işini zorlaştırmak yerine kolaylaştırmak istemiştir. Allah kulunun yaptığı iyilikleri çoğaltır, bire yedi yüz belki daha fazla vererek onu ödüllendirir. Bunların hepsi kula dönük teşvik ifadeleridir. Gerçekte Allah'ın bir karşılık vermesi gerekme, her şey O'nundur ve O'ndandır. Kul Allah'a yöneldikçe Allah ona daha çok ihsanda bulunur. Kul Allah'ı sevdikçe Allah'ın sevgisini daha çok kazanır.

SORU-CEVAP
Malımızı dağıtırken veya başka iyilikler yaparken insanların inançlarına, kim olduklarına bakmak gerekir mi?
Müslümanlara cömertlik emredildi fakat zekatta zikredilen bazı sınıfların dışında kime harcayacakları sınırlanmadı. Önemli olan bir insanın mala tamahkar olmaması, cömertçe malını harcayabilmesidir. Müslüman kendi ailesine karşı cömert olacağı gibi tanıdığı ve tanımadığı bütün insanlara karşı da cömert olmalıdır. Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile birlikte Kabe'yi yaparken şöyle dua etmiştir: 'Allah'ım neslimizden takva sahipleri için imamlar getir.' Takva sahiplerine imam olmak ilahi ve özel bir ihsandır; belli şartlara bağlıdır. Bu nedenle Allah bu duaya karşılık Hz. İbrahim'e sadece takva sahiplerine böyle bir ihsanda bulunacağını söylemiştir. Hz. İbrahim bu inceliği fark ederek ikinci duasında şöyle der: 'Rabbim! Buranın ahalisinden iman edenleri rızıklandırır.' Halbuki rızık için iman etmek gerekmez. Allah bütün kullarını rızıklandırır ve hepsine karşı cömerttir. Allah 'iman etmeyenlere de rızık veririm' diyerek Hz. İbrahim'in duasında zikretmediklerini rızka dahil eder. Rızık söz konusu olunca, Allah bütün kullarına ihsan eder. Müminler mallarını infak ederken inanç ayrımı gözetmeden herkese karşı cömert olmalıdırlar.