Vahyi ilk kez duyuyormuşcasına okuyabilmek

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 02 Haziran 2017 Güncelleme 02 Haziran 2017, 00:00
Vahyi ilk kez duyuyormuşcasına okuyabilmek

İÇİNDEKİLER

Müslümanların Ramazan'da en çok duydukları sözlerden biri, bu ayın Kuran-ı Kerim ayı olduğudur. Belki Ramazan hakkında söylenmesi gereken en önemli ve doğru cümle de budur. Ramazan'dan söz etmek Kuran'dan söz etmek demektir. Hocalar bu irtibatı anlatır sürekli, cami ve evlerde hatimler okunur, Ramazan ile birlikte Kuran yeniden nazil olarak aydınlanır Müslüman şehirler! Ramazan ile Kuran'ın irtibatı vahyin bu ay içinde nazil olmasından neşet eder. Vahyin indiği ve bin seneden daha hayırlı Kadir gecesi de bu aydadır. Ramazan ayı ve Kuran irtibatı hakkında duyduklarımız doğrudur: Mesele gereğini yerine getirmek!

İLAHİ KELAMI ANLAMAMAK
Kuran-ı Kerim ilahi sözdür. Müslümanlar Kuran-ı Kerim'i okuduklarında sıradan bir söz okumadıklarını bilirler, kitaba herhangi bir kitap diye bakmazlar. Şöyle bir akıl yürütme, müslümanların Kuran-ı Kerim ile ilişkilerinin çerçevesini belirler: Allah hakiki varlıktır. O'nun hakiki varlık olmasının bir yönü sözünün kadim olmasıdır. Bu nedenle O'nun sözü kazanılmış, öğrenilmiş bir söz değildir. Kadim Kitabın Evrenselliği Ne Demektir: Her zaman, herkes için ve her yerde Kuran-ı Kerim! Kadim kitabı okumanın hayatımızda doğrudan karşılığı olan üç yönü üzerinde durabiliriz: Birincisi Kuran herhangi bir zamanla sınırlı değildir. Kuran-ı Kerim'i herhangi bir zamanla sınırlı düşünmek ilahi kelamı hiç anlamamak demektir. Kuran-ı Kerim zaman üstü bir kitaptır ve her zaman için geçerli ve bağlayıcı hakikati anlatır. Kuran bir zamana geldiğinde o zaman artık zamanlardan biri değil, bütün zamanın kendisi idi. Buradan çıkartmamız gereken birinci ilke şudur: 'Her zaman Kuran-ı kerim.' Bu durumda 'Ramazan Kuran ayıdır' demek, Kuran'ın zaman üstü bir hakikat olarak bütün zamanları ihata ettiğini düşünmemiz gereken ay Ramazan'dır demektir.

'HER YERDE KURAN'
İkinci yönü ise mekanla ve coğrafyayla ilgilidir. Kuran'ı Kerim kadim kitap olmakla birlikte belli bir mekana inmiştir. Bununla birlikte kadim olmak mekanla sınırlı kalmaya imkan vermez. İlahi kitap bir mekana geldiğinde, o mekan bütün mekanları temsil ve ihata eder. Vahyin geldiği esnada Hicaz yeryüzünün bir parçası değil, artık yeryüzünün tümü idi. Kuran-ı Kerim Araplara gelmiş olması veya Hicaz'da nazil olması ne o mekanı hususi bir mekan haline getirir ne kendisi oraya mahsus kitap olur. Kuran-ı Kerim bütün coğrafyalar için geçerli kitaptır. Bu durumda söylenmesi gereken ikinci ilke şudur: 'Her yerde Kuran!' Üçüncü yönü ise ilahi hitabın muhataplarıyla ilgilidir. Kuran-ı Kerim kadim kitaptır: onun bir insana hitap ederken ötekileri ihmal etmesi söz konusu olamaz. Mesela Kuran-ı Kerim'in erkekleri öncelikli görüp kadınları ihmal etmez. İslam'ın sosyal sınıflar arasında ayrım görebileceğini söylemek veya insanları kabiliyet ve zekalarına göre taksim edebileceğini düşünmek veya belirli topluluğun idrakine göre geldiğini söylemek akla ziyan cümlelerdir. İslam kadın erkek ayrımına gitmeden insan ilkesinde bütün insanları toplayan kadim kitaptır. Vahyin geldiği Peygamber de sadece bir insan değil, insanlığın tümü idi; hepimiz potansiyel olarak ordaydık. Yeryüzünde fonksiyonlarımız ve kabiliyetlerimiz sebebiyle ortaya çıkan bölünme ve ayrışmalar ilahi kitabın şemsiyesinde birleşir ve insanlık gerçek cemaat haline gelir. Öyleyse 'Herkes için Kuran!' İslam'ın evrenselliği bu demektir: Herkes için Kuran, her zaman Kuran ve her yerde Kuran!

COLOMB'LA İLGİLİ MİSAL
Muhammed İkbal müslümanların ilahi kitap ile irtibatlarını eleştirirken şöyle bir misal verir: 'K. Colomb Amerika'yı keşfettiğinde, oradaki her şeyden çok büyük bir heyecan duyuyordu. Yerliler ise sürekli içinde yaşadıkları yerle ilgili bütün heyecanlarını yitirmiş, onun hayretine hayret ediyorlardı: Günümüzde Müslümanlar, Kuran'a yerlilerin Amerika'ya baktığı gibi baktığını görmekteyiz. Colomb'un Amerika'da heyecan ve iştiyakla Kuran'a bakmazsak o kitabı anmayız.' Ramazan'da bize lazım olan böyle bir idrak ve heyecanla kadim kitaba bakabilmektir.

KURAN'I KERİM'İ KENDİNE İNMİŞ GİBİ OKUMAK!
Kuran-ı Kerim Hz. Peygamber'e inmiştir, hiç kuşkusuz. Fakat her insan kendine inmiş gibi onu okumak zorundadır: Hafızın biri şeyh efendiye mürit olmuş. Şeyh efendi hafızlığının nasıl olduğunu sorunca 'efendim, bir gecede bir hatim okuyabiliyorum' demiş. Şeyh efendi müridin niceliğe değer verdiğini fark ederek 'bu gece hafızlık hocanın huzurundaymış gibi oku' der. Ertesi gün mürit 'efendim! Kuran'ın yarısını okuyabildim' demiş. Bu kez 'Yarın benim yanımdaymış gibi oku' demiş. Ertesi gün 'efendim! bu gece daha az okuyabildim' demiş. Şeyh efendi 'Bu gece Kuran-ı Kerim'i Hz. Peygamber'e okur gibi oku' deyince 'efendim bu gece kısa bir sure okuyabildim' demiş. En sonunda şeyh efendi: 'Bu gece ise Allah'ın huzurunda okur gibi oku' demiş. Ertesi sabah müridin kalbi dayanamamış ve göçmüş!' İbadet yapılan her işi Allah'ı görür gibi yapmak ve O'nun huzurunda durarak davranmaktır. Buna dinde 'ihsan' denilir.

HATADAN KONUŞMAK DA HATADIR
Hz. Peygamber insanların hatalarını yüzlerine vurmaz, onların suçlarını ve günahlarını görürse örterdi. Bir insanın hatasını düzeltmek istediğinde ise genel ifadelerle onların hatalarını tashih ederdi. Mesela 'içinizden bazıları şöyle yapıyor' der ve hiçbir zaman bir şahsa işaret etmezdi. Çünkü bir hatanın insanın yüzüne vurulması onu ya utandırır veya utanma duygusunu zayıflatır bu kez utanmaz bir insan haline getirir. Hatadan konuşmak da bir hatadır; günahtan konuşmak onun gibi bir günahtır. Müminler Hz. Peygamber'den böyle öğrendiler!

BİR AYET

'Kuşkusuz sana kevser verdik. Öyleyse rabbin için namaz kıl, kurban kes. Seni kınayanlar ebterdir (soyu kesik).' (Kevser, 1/3).
Kuran-ı Kerim'in en kısa suresi Kevser suresidir. Bu surede Allah teala Hz. Peygamber'e hitap ederek ona ihsan ettiği nimetlerini zikretmiş, sonra da kendisini namaz kılmak ve kurban kesmekle memur kılmıştır. Bu nedenle bazı alimler, ayetin öncelikle peygambere hitap ettiğini düşünerek, kurbanı Peygamber için emir, öteki Müslümanlar için sünnet saymışlardır. Bununla birlikte her ayeti her insan kendisine gelmiş gibi okuması gerekir. Çünkü bir ayetin inme sebebinin özel olması anlamının sınırlı olmasını iktiza etmez. Her insanın Allah'a şöyle diyebilmesi gerekir: Allah'ım! Bana sonsuz nimetler verdin, bana kevser verdin.' Allah kullarından birisine çok ötekine az nimet vermez. O sonsuz cömertlik ve kerem sahibidir. Allah herkese çok nimet vermiştir, sadece bunu fark etmek gerekir. Nimetlerin en büyüğü bizzat varlık nimetidir. İnsanın var olmasından daha büyük nimet yoktur. Mümin olmak büyük nimettir, Müslüman ve ahlak sahibi olmak büyük nimettir. Bu nedenle herkesin Allah'a şükretmesi gerekir.'

BİR HADİS
Arabın arap olmayana karşı hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva iledir.'
Veda haccı Hz. Peygamber'in büyük bir cemaate İslam'ın bütün temel ilkelerini özetlediği son konuşmadır. Hz. Peygamber bu hacdan sonra bir daha hacca gitmemiş, akabindeki sene dar-ı bekaya irtihal etmiştir. Bu hutbede Hz. Peygamber'in vurguladığı hususlardan birisi kişilerin veya toplumların birbirlerine karşı üstünlük kuramayacaklarıdır. Bir kişiye yasaklanmış olan günah, topluluk için de yasaktır. Bir kişinin kendisini başkalarından üstün tutması büyük günahtır (kibir). Bazen insanlar kişi için günah olan bir işi topluluk veya bulundukları sosyal guruplar adına işler ve bunun büyük günah olduğunu fark etmezler. İnsanların milletleriyle veya cemaatleriyle veya aileleriyle övünmeleri, bunlar üzerinden başkaları üzerinde üstünlük taslamaları yasaklanmış kibrin parçasıdır. Hz. Peygamber üstünlük takvadadır buyurdu. Bunun anlamı kimse kendini başkasından üstün göremez demektir. Çünkü takva, her türlü üstünlük ve kibirden arınmadan ulaşılacak bir makam değildir.

SORU-CEVAP

Kul hakkı nedir? İnsanlar 'Allah kul hakkı hariç her şeyi affeder, fakat kul hakkıyla huzuruma gelmeyin dedi' diyorlar. Bunu nasıl anlamalıyız?
Her şeyden önce böyle bir ayet veya ifade yoktur. Bilip bilmeden Allah hakkında böyle sözler söylemek büyük hatadır. Din üzerinde konuşurken bilgilerimizin doğru olmasına dikkat etmek gerekir. Bir ayette 'Allah kendisine ortak koşulmasının dışında dilediği kimseler için günahları affeder' buyurulur. Bunun dışında affı anlatan pek çok ayet vardır. Kul hakkı affedilmeyecek demek onu şirke ortak tutmak demektir ki bu da büyük hatadır. Üstelik Allah iman eden, tövbe eden kullarının şirk günahlarını da affetmiştir. Gerçekte günahlar önce Allah'a karşı işlenen günahlardır. Bu bakımdan bütün haklar Allah'a ait haklardır. İçinde Allah hakkının olmadığı bir kul hakkı düşünülemez. Dikkatimizi kul hakkına çok çekmek yerine Allah hakkına vermemiz lazımdır. Bize kulların haklarına riayet etmemizi, onlara iyi davranmamızı emreden Allah'tır. Bir hakkı ihlal etmek öncelikle emre karşı çıkmak, o da Allah'ın hakkına girmek demektir.