Evlilik hayatı karşnzdakiyle ömür boyu yaşamaya mahkum eden bir kurum değil

Onun ciddi görünümünün altında zeka ve kültürün harmanlandığı müthiş bir espri anlayışı var aslında. "İşte tam bir devlet tiyatrosu sanatçısı" dediğiniz anda, hergele bir çocuksu kişilik çıkabiliyor bir yanından. Ama o yanını pek sergilemediği için biz Kenan Işık'ı "gülümseyen, güvenilir, ciddi adam" benliği ile tanıyoruz. Söyleşi boyunca ben ne kadar işi sulandırmaya çalışsam, o yine beni kendi dünyasına çekmeye uğraştı. Galiba berabere kaldık...

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 04 Ekim 2009 Güncelleme 04 Ekim 2009, 00:24

İÇİNDEKİLER

Televizyonlarda bu sezon pek çok dizi ölüm kalım savaşı verirken 'Dünya Bir Oyun Sahnesi' yoluna devam ediyor.
Önce şunu söyleyeyim. Bizimki trilyonlarla ölçülen bir yapım değil. Bir dekor ve konuklarım.

Genellikle bu güne kadar tiyatro ve sinema oyuncularını ağırladın. Dünya, yalnız onlar için bir sahne değil herhalde?
Olur mu? Shakespeare'in söylediği gibi hepimiz birer oyuncuyuz, "Kadınlar ve erkekler sırası geldikçe girerler bu sahneye ve sırası geldikçe çıkarlar." Dünyayı biz kurguluyoruz Olan biten her şey, savaşlar, yıkımlar, afetler, mesela son yaşadığımız sel baskını gibi... Bunlar hep bizim yanlış kurgumuzun sonucunda oluyor. Bir romancı gibi hayatı birileri yazıyor bizler oynuyoruz.

Galiba bu aralar yönetmene bir şeyler oldu ki başımıza hep kötü şeyler geliyor.

Ya da yorumculuğu beceremiyoruz! Ya da dediğin gibi yönetmen iyi bir yönetmen değil. Bunu kadere atfetmek de yanlış. Kırmızı ışık yanıyor, geçme işte değil mi? Geçiyor ve ölüyorsun.

Peki ya o kırmızı ışıkta seni ezen şoför?

O da bir oyuncu. Hayata kıyan bir cellat. "Dünya bir oyun sahnesi" dediğimiz bu işte. Irak'ta bir savaş var ama onu daha önceden yazan bir sahibi var. Belki Pentagon yazmış. Bunun aktörleri var. Bush'dan başlayarak, Irak'ta ölen bebelere, ilaçsız kalan çocuklara kadar uzayıp giden...

HAYATIN OYUNCULARIYIZ
Bu kocaman oyun içinde sana biçilen rol ne?

Kişisel demeyelim de sanatçı olarak genişletelim. Sanat da bir kurgudur. Bir oyun yazarsın, oyuncular çıkıp oynarlar. Bunun kurgu olduğu net olarak bellidir. Biz sanatı göstere göstere kurgularken, dış dünyadaki o gerçek dediğimiz hayatın kahramanları oluruz. Bush oluruz, Saddam oluruz veya orada hayatını kaybeden çocuğun annesi oluruz. Bunu da seyirciye söyleriz. "Biz birer oyuncuyuz, dünyada kurgulanmış bir şey vardır, bunun gerçeği budur, size bunu anlatacağız" deriz.

Sanatı hep somut olaylarla özdeşleştiriyorsun. Ya korku filmleri, uzaylılar üzerine fanteziler? Örneğin bir Hictchcock filmi sanattan sayılmıyor mu?

Sayılmaz olur mu? Korkunun psikolojisini inceler. Uzaylılar korkusu, gelecek korkusu. Bize hep bu korku aşılanır, içimizde büyür. Komünizm mesela.

Uhrevi tanımlı kurgular da var...
Yanlış anlaşılmaz umarım ama kainat da tanrısal bir kurgudur. Biz kainata dair bütün o sırları yaradana, tanrıya atfederiz. Gerçeği bilmiyoruz çünkü. Ve bilim o aşamada değil. Kutsal kitaplardan yola çıkarak söylersek, mesela cennetten kovulma hikayesi, "Ben sana akıl verdim, kendi suretimden yarattım. Yasağı dinlemedin" der. Yasak, o elmadır. Biraz önceki kırmızı ışık örneğinde olduğu gibi.

Peki neden kuduruyor insanoğlu sonradan ve 10 Emir geliyor?

Hazreti Musa ile birlikte on emir geliyor. Çalma, çırpma, zina yapma filan...

İlk yasakçı Hazreti Musa galiba?
İlk yasak, "O ağaçtaki meyveye dokunma, her şey var ama ona dokunma!" Orada şeytan faktörü giriyor işin içine. Tanrı, Adem'i yarattıktan sonra ona secde etmesini buyurur. Şeytan "Hayır" der, "Ben sadece sana secde ederim." Bu nedenle lanetlenip cennetten kovuluyor. Onun da bütün derdi galiba şu: "Senin secde et dediğin Adem ve oğulları aslında secde etmeye değer varlıklar mı, değiller mi?" O yüzden hep akıllara girer, bizi kötülüğe teşvik eder.

Biraz o dönemin anarşisti gibi mi?
Bir anlamda buraya sığınabilir. Ama biz sapık diyelim.

Ki kendimizi kurtaralım diyorsun. Yoksa taşlanacağız. Sanattan söz etmeyi kesmezsek Takvim okurları da bizi okumayı kesecek.
Bunu yaz ama...

Yazmaz mıyım! Tiyatro, televizyon, oyunculuk, yönetmenlik derken bir ara anchorman'liği de denedin. Televizyonda haber sunmaya neden ihtiyaç duydun?
Medyatik olmanın kurbanı oldum ve bilmeyerek boynumu uzattım. Şimdi fark ediyorum ki gazetecilik de tiyatroculuk gibi çıraklıktan başlanarak öğrenilen bir meslekmiş. Seyircinin sevdiği, düzgün konuşan, güvenilir bir yüzdüm. Bütün bunlar bir araya gelince iyi bir av haline geliyorsunuz. Yapmamayı tercih ederdim. Ama oldu bir kere.

Şimdi karizmanı kıskanan gazeteci erkeğin sorusu;

Maç filan olduğu zaman geçerim de klasik bir ev erkeği olduğumu söyleyemem.

Yengeyle dip dibe misiniz?
İkimizin de özgürlük alanları var evde. Kimse kimseyi sık boğaz etmez, çalan telefonuna bakmaz... Hoştur yani.

Paparazi kameralarına hiç düşmedin. Gerçekten bu kadar mazbut musun yoksa bir saman altından su yürütme durumları var mı?
Tamer (Karadağlı) geçen gün "Hiçbir erkek masum değildir" demiş. Önce saygı meselesi var. Sonra ben her şeyi zırp pırt beğenen biri değilim. Yüz oyun görsem onlardan birini ya beğeniyorum ya beğenmiyorum.

Oyundan bahseden kim? Kadınlar diyorum!
Yanlış anlaşılmak istemiyorum ama daha önce evlendim. Sonra Beril'le tanıştım, boşanıp onunla evlendim. Evlilik, hayatı karşınızdakiyle ömür boyu yaşamaya mahkum eden kurum değil. Her zaman karşına biri çıkabilir!

Onun şöhretsiz, senin şöhretli olman Beril'i nasıl etkiliyor?

Hiç önemsemiyor. Geçen gün konsere gittik. Beril'le birlikte yürüyorduk, çektiler doğal olarak. Sonra muhabir "Soyadınız ne?" demiş Beril'e. "Işık" deyince "Pardon" demiş.

Bu haber yayınlanmamıştır!
Karısıyla çekmişse haber sayılmıyor. Ama şu canımı sıkıyor. Paris Hilton diye biri var. Herkes tanıyor, ama ne iş yaptığını kimse bilmiyor. Güven Kıraç'a göre de kadının işi 'yatmak'mış. Çünkü otelleri varmış!

BAŞBAKANLA 'VANMİNÜT'Ü KONUŞALIM
Ama dünya bir oyun sahnesiyse onun da yeri var.

O da bir oyuncu elbette. Hayatımızı fuzuli yere meşgul eden bir oyuncu. Onun gerekliliği de yönetmene bağlı. O rejisör, "Bunu çıkarın, daha değerli birini koyun" diyebilir.

Allah'tan rejisör şuur sahibi. Yoksa hayatımız hep Shakespeare'ler, Cüneyt Gökçer'lerle dolu olacaktı ve bir yerden sonra sıkıntıdan patlayacaktık!
Bana kalırsa öyle değil ama belki bir Banu Alkan da gerekiyor.

Kesinlikle. Onsuz bu 'oyunu' düşünemiyorum!
Merak ettiğim bir şey daha; Bülent Ersoy'a o makyajı kim yapıyor? O elbiseleri kim giydiriyor? O da bu sahnede bir oyuncu çünkü. O frapan kostümler ve makyajla öyle bir sunuluyor ki bize... Bazen de çok doğru şeyler söylüyor.

Programına Bülent Ersoy'u davet eder misin?
Artık edeceğim. Lütfedip gelirse Başbakan Erdoğan bile olabilir. 'Vanminüt' meselesi çok önemliydi. Konuşulacak Gazze var, İsrail var, ölen çocuklar. Selde o kadar insan öldükten sonra onları yağmalayanlar! Bunlar da hayattan sahneler. Bu konularda ne söyleyeceğini hiç aklımıza getirmediğimiz insanlarla bunları konuşmak ilginç olacak.

Hülya Avşar'ı da davet edersin, açılımla ilgili...

Evet, Avşar'ın Kürt açılımı meselesini konuşması... Bir sanatçı bunu yapmalı. Ama ayrımcılığa prim vermeden. Çünkü sanat önce eşitliği savunur. Kadın, erkek, eşcinseller... Burada hep insanlığı ön planda tutan, kadın erkek, zengin, fakir birini diğerinden ayırmayan kurumdur sanat.

Bizdeki ayrımcılık sanattan pek anlamıyor, sokaklara baksana!
Geçenlerde okudum. Artık kadın kıyafetiyle dışarı çıkanla travestileri polis topluyormuş. Bunlar bizim sorunlarımız olmamalı artık. Bir eşcinsel Almanya'nın dışişleri bakanı oluyor. Deminki korku meselesi gibi. Bize doğuştan bir ahlak empoze ediliyor. Bu kötüdür, bu iffetsizliktir, bu iyidir. Neden? Neye göre?

Bana değil, onu Türk örf ve adetlerine soracaksın!
Bizim Türk örf ve adetlerimizin içinde bu yok. Varsa da olmasın.