Bol bol "Deli lan bu" laflarına maruz kalırdı.
Hayal gücüne verdiği önemden dolayı "Çocuk musun lan sen?" sataşmalarını tecrübe ederdi. İlkokul öğretmeni "Aptal bu çocuk biraz" dediği zaman "Okumasın bu ya bir ustanın yanına verelim altın bileziği olsun" olabilirdi. "Bu ne biçim soyadı eniştenin gibi, git adam gibi al kendine bi tane" tepkilerine maruz kalırdı. Memur olurdu falan denmiş ama Einstein aynı yıl 4 makale birden yayınladığı 1905 yılında Bern Patent Enstitüsü'nde memurdu zaten. Yani Türkiye'de yaşasa farklı bir şey olmazdı.
- Demek kızımı istiyorsun? Ne iş yapıyorsun bakim?
- Bilim adamıyım ben, atomu parçaladım falan.
- Hee, mayış nasıl mayış?
Zamanın göreliliği diye bi şey olmazdı.
Camiyi geçince 200 metre ilerde dururdu zaman öyle. "Albert abi babamın selamı var, dedi ki; hamsi kızartıyoz hemen geliversin." - Yine ne oldu lan?
- Abi, "Televizyon ekranı dalgalanıyor, içinden cıv cıv sesler geliyor, bi baksın" dedi babam.
- Hay başlayayım televizyonunuza, yaptırmadınız bi deneyi... - Ne? Ne diyon la Albert? Gene başladın lan anlamsız anlamsız konuşmaya. "Bir dakika, aptal mı dedin bana", Allah'ıma dalıcam, aynı ortamın çocuğuyuz yakışmıyo bu laflar...
Saçlarını elektrik akımıyla değil bir kutu jöleyle dikerdi.
- Atomu parçaladım.
- Allah belanı versin senin.
Hepsini geri birleştir şimdi.
Niye parçalıyon geri. Atomu parçalarken eşi "Altına gazete ser, ortalığı kirletme" derdi.
Okuldan atılma sebebi saçları olurdu. Yoksa zekasının farkına kimse varamazdı zaten.
"Millet uzaya çıkıyor, atomu parçalıyor, biz halaa" denirdi. İstanbul'da yaşasa ömrü trafikte geçeceği için, hiçbir şey yapmaya hali kalmaz ve Einstein olamazdı...