Şehzade Mustafa'ya idam fermanı çıktı

Cihan hükümdarı Kanuni'yi avucuna alan Hürrem Sultan için artık tek engel vardı; Şehzade Mustafa... Bir entrika ile ondan da kurtuldu

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 03 Ocak 2011 Güncelleme 03 Ocak 2011, 11:55
Şehzade Mustafa’ya idam fermanı çıktı

İÇİNDEKİLER

Hürrem'in stratejisi ağır ama sağlam bir şekilde hayata geçiyordu. Sıra, önündeki en büyük engele gelmişti; Kanuni'nin oğlu Şehzade Mustafa'ya... Plan önceden yapılmış ve tıkır tıkır işlemişti. Hürrem Sultan'ın uzun zamandır beklediği günler gelip çatmıştı nihayet. Topkapı sarayındaki geniş yatağına uzanırken hafifçe gülümsedi. Akrep dişlerini çıkarmış yelkovanı ısırmak üzereydi... Aynı gün, Konya Ereğlisi'nde, babasının kurduğu Otağ-ı Hümayun'a doğru yol alıyordu veliaht Şehzade Mustafa. Biraz düşünceliydi.
Amasya'dayken babası Kanuni Süleyman'ın gönderdiği haberi almıştı. Hemen Konya Ereğlisi'nde olması isteniyordu. Babasının bu kadar acil olarak kendisini görmek istemesinin nedenini bulmaya çalışıyordu.

ÖLÜM SESSİZLİĞİ

Otağ'a varıp onun çadırına doğru ilerlerken, çevredeki sessizlik çekmişti dikkatini... Bunun bir ölüm suskunluğu olduğunu çadırın içine girince anlayacaktı. Onu babası yerine iki cellat karşıladı. İşte o an anladı Mustafa; Pek çok Osmanlı şehzadesinin başına gelen ve ona uykusuz geceler yaşatan kabus ile yüz yüzeydi artık. Boşuna çırpınıp çabalamadı bile, kaderine razı oldu, ne de olsa ölümü babasının cellatlarının elinden olacaktı. Ve o çadırın içinde birkaç dakika içinde son nefesini verdi... Hürrem Sultan'ın kendi çocuklarının taht yolu açılmıştı artık.

Ama şehzade Mustafa'nın öldürülmesi için Kanuni'yi ikna etmesi hiç de kolay olmamıştı. Sonunda yaptığı ince hesaplarla amacına ulaşmıştı. Bunun için önce kızı Mihrimah'ı evlendirdiği Rüstem Paşa'yı kendi yanına çekmesi gerekmişti. Rüstem Paşa, İran üzerine sefere giderken, kendisi sarayda bir mektup kaleme alıyordu. Bu önemli mektup kocası padişah efendiye hitabendi. "Oğlunuz Mustafa gizli bir ordu kuruyor ve sizi öldürtüp tahta geçmeye hazırlanıyor! Seferde olan damadımız Rüstem paşa buna bizzat şahit olmuştur." Hürrem'in hiçbir sözünden şüphe etmeyen Kanuni, işte bu mektup üzerine hemen sefere çıktı. Konya Ereğlisi'nde Otağ-ı Hümayûn kurdu.
Amasya'dan oğlunu çağırttı. Hiçbir şeyden haberi olmayan bahtsız veliaht babasının çadırına girdiği zaman, ellerinde ibrişim kementleri olan cellatlarla karşılaştı.

YENİ GÖZDE

Hürrem Sultan artık gücü eline geçirmişti. İstediği her şeyi elde ediyordu. Koskoca Kanuni Sultan Süleyman'a hükmediyor, istediğine görev verdirtiyor, istemediğini ya azlettiriyor ya da öldürtüyordu.
Ama her iktidar ve her ölümlünün de bir sonu vardı. Bunca hırs, bunca başarı ve arkasındaki kanlı geçmiş, gün gelecek Hürrem'i acılar içinde kıvrandıracaktı. Nedeni belli olmayan sancılar başlayınca sarayın bütün hekimleri seferber olmuşlardı. Ama hiçbir ilaç derdine çare olmuyor, aksine ağrıları giderek artıyor, dayanılmaz bir hale geliyordu.

Sonuçta Osmanlı tarihinin en parlak dönemlerinden birine damgasını vuran ve Kanuni Sultan Süleyman'ın bu en sevdiği kadın, acılar içinde kıvranarak yaşamını yitirdi. Hastalığının ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı. Bu ona tanrının verdiği bir ceza mıydı, yoksa yine kendisi gibi hırslı ve intikam peşinde olan bir başka kadının tuzağına mı düşmüştü, hiçbir zaman bilinemedi.
Tarih, bu sorunun yanıtını yazmıyor. Ama Kanuni'nin, onun ölümünden sonra neredeyse kabuğuna çekildiği bir gerçek. Ve yeni bir kadının, imparatorluğa kol kanat germeye hazırlandığı da... Sarayın yeni hakimi bu kadın, Süleyman ile Hürrem'in kızları Mihrimah Sultan'dan başkası değildi.
Artık güç onun eline geçecekti. Diğer yanda Kanuni Sultan Süleyman ömrü boyunca büyük bir tutkuyla bağlandığı Hürrem'in ölümüyle yıkılmıştı. Ve bu eksikliği dolduracak yeni bir kadın arayışına girmedi bile.

Ama haremdeki kadın iktidarını devam ettirecek olan isim yine kendi kanındandı. Mihrimah, fizik olarak annesini çok benzemese de, yüreğindeki bitmek tükenmek bilmeyen hırsını tamamen onun genlerinden almıştı. Yumuşak, tatlı bir gülüşün ardındaki çelik gibi irade... Şiirden musikiden hoşlanan eğitimli bir ruh.... Ama beyninin en ince kıvrımlarına kadar, hesap kitap yapan bir kişilik...
Hürrem ölürken imparatorluğa adeta bir kopyasını bırakmıştı.

Annesinden aldığı tüm bu özellikleriyle genç kadının babasını gönlünü çalması da çok kolay olmuştu. O da Hürrem gibi, Kanuni'nin dizinin dibinden ayrılmaz, her sabah birlikte şiirden, kitaplardan söz ederlerdi... Kanuni'ye göre Mihrimah çocuklarının en güzeli, en akıllısıydı. O, Hürrem'in kendisine bıraktığı değerli bir armağandı...

KIZINA HAYRANDI...
Mihrimah, babası ile bir arkadaşla konuşurcasına rahat, bir dostuyla dertleşircesine içten davranıyordu. Bu edebiyat ve müzik konuşmaları giderek yerlerini devlet işlerine bıraktılar. Artık Süleyman önemli kararları bile ona danışıyordu. Donanmanın rotası ne olmalı, hangi vezir değiştirilmeli gibi nice önemli konuda padişahın danışmanı olmuştu Mihrimah Sultan. Yorgun ve yaşlı Kanuni, kızının cevval zekasına, kararlılığına hayrandı... Bu hayranlık öylesine ileri gidecekti ki, kendisinden sonra tahta çıkıp Osmanlı İmparatorluğu'nu yönetecek olan ismi bile Mihrimah belirleyecekti. Bu konu, Kanuni'nin rüyalarını kabusa çeviriyordu aslında.
Kendisinden sonra yerine hangi oğlu geçecekti. Selim mi? Beyazıt mı? Sonunda bu sorun da çözülmüştü.
Her ne kadar II. Selim'in tahta çıkmasını, Kanuni Süleyman kendi verdiği bir karar olarak görüyorsa da perde arkasında aşina olduğumuz ayak oyunlarıyla bunu gerçekleştiren Mihrimah vardı... Ne de olsa o, annesinin kızıydı!