Namık Gedik'in kanlı cesedi manşette

27 Mayıs darbesi öncesi Menderes'in 'Türkiye'nin önü açık' manşetiyle çıkan Hürriyet, gece yarısı ikinci baskı yaptı. Darbeyi öven haberiyle dikkat çeken Hürriyet, 3 gün sonra Haldun Simavi'nin yakın dostu da olan dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik'in intiharını birinci sayfadan duyurdu...

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 06 Aralık 2010 Güncelleme 09 Aralık 2010, 15:28
Namık Gedik’in kanlı cesedi manşette

İÇİNDEKİLER

Kurtuluş savaşının en hareketli yılları... Ankara-Hacı Bayram semtinde, yol üstünde iki katlı, sıvaları yer yere dökülmüş eski bir ev. Ve binanın hemen yanında, ahırdan bozma bir barakada harıl harıl çalışan bir matbaa makinesi...
İkinci katta ise, duvarlar diplerinde Anadolu kilimleri yerleştirilmiş sedirleri olan küçük bir oda... İşte o dört duvar ki, her gün öğleden sonraları hararetli tartışmalara tanık oluyor. Konuklar, genellikle kalpaklı, poturlu milletvekilleri, bakanlar ve yazarlar. O günlerde Büyük Millet Meclisi koridorlarından sonra en çok politik tartışmalarının yapılan yer, gazetenin 'Başyazarı'nın odası. Gazetenin kadrosu ise sadece bir yazı işleri müdürü, bir düzeltmen, dört dizici ve bir makinistten ibaret. Tabii bir de az önceki odada oturan baş yazarı var; Yunus Nadi... Türk basının kilometre taşlarından biri olan Cumhuriyet Gazetesi'nin tohumları işte bu binada atılıyor. Yunus Nadi, kendisini Mustafa Kemal'e ve Kurtuluş savaşına adamış bir gazeteciydi. O günlerde işgal altında olan İstanbul'da, Yeni Gün adlı gazeteyi çıkarıyordu. Nadi, 2 Nisan 1920 günü Ankara'ya gitti ve Mustafa Kemal'in huzuruna çıktı. Anılarında o günü şöyle anlatıyor; "Benim elimden gelen gazetecilikti. Milli Mücadele'ye bu yolla yararlı olabilirdim. İstanbul'da yayımladığım Yeni Gün Gazetesi'ni bu kez 'Anadolu' da Yeni Gün' adıyla 9 Ağustos 1920 günü Ankara'da çıkarmaya başladım."

İSTANBUL'DAN TAŞINMA
Ama bu 'taşınma' işi tabii ki kolay olmamıştı. İstanbul'da Yeni Gün matbaasındaki baskı makineleri sökülmüş, gizlice, yavaş-yavaş ve parçaparça Anakara'ya taşımıştı. Ankara'da yayımlanan gazete ulusal kurtuluş hareketini bütün dünyaya yansıtan gazete olmuştu artık. 7 Mayıs 1924'te Yunus Nadi Cumhuriyet Gazetesi'ni kuruyor.
Ortaklarından biri ise çok şaşırtıcı bir isim; Zekeriya Sertel... Neden şaşırtıcı?
Dünkü yazımızı okuyanlar bilecektir, daha sonraki yıllarda Zekeriya Sertel'in çıkardığı Tan Gazetesi'ne düzenlenen vahşi saldırıda Cumhuriyet'in de adı geçecektir çünkü.
Gazetelerin kaderleri, yayın çizgileri ülkelerinin siyasi gelişmeleriyle aynı paralelde gitmiştir hep. Bu gün olduğu gibi... Sözün doğruluğunu, Cumhuriyet'in tarihsel yayın politikasına baktığımız zaman açıkça görebiliriz. Atatürk'ün adını verdiği gazete, bakın hangi yıllarda hangi siyasi evrelerden geçmiş.
Cumhuriyet, 1935-1944 arasında, yani İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi partisini ve Hitler'i destekliyor. Bu aslında Türkiye'nin siyasi görüşüne de uyuyor. Aynı yıllarda çıkmakta olan Vatan Gazetesi ise Naziler aleyhine yayın yaptığı için kapatılıyor. Daha sonra Demokrat Parti'yi destekleyen Cumhuriyet, 1954'den sonra bu kez ona karşı cephe alıyor ve doğal olarak Adnan Menderes'in devrildiği 27 Mayıs 1960 darbesini de büyük bir sevinçle karşılıyor. Cumhuriyet'in o günkü manşeti şöyle mesela; "Kahraman Türk ordusu bütün memlekette dün gece sabaha karşı idareyi ele aldı, maksat tarafsız bir idarenin nezaret ve mürakebesi altında süratle yeni seçimlere gitmek ve bu adil seçimler neticesinde hangi taraf kazanırsa idareyi onun ellerine devretmektir."

27 MAYIS VE HÜRRİYET'TE PANİK
Aynı gün, ülkenin bir başka büyük gazetesi olan Hürriyet'te büyük bir korku ve şaşkınlık yaşanıyordu. Bu panik 26 Mayıs'ı 27 Mayıs gününe bağlayan gece başlıyordu aslında.
Taksim civarındaki tank seslerini ilk duyanlardan biri o olmuştu; Hürriyet'in yayın yönetmeni Selçuk Çandarlı... O gece gazetedeki işini bitirmiş evine dönüyordu. Tam o sırada radyoevine doğru giden tankların ürkütücü siluetini gördü. Anlamıştı, askeri bir darbe geliyordu. Gazeteye dönüp telaş içinde patronuna telefon açtı ve sordu; 'Ne yapacağız?' Telefonun ucundaki Haldun Simavi önce bunu tatsız bir şaka sandı. Neden sonra anladı işin vahametini. Evet, Adnan Menderes Hükümeti o gece devriliyordu. Asker başa geçecekti.
Haldun Bey'i aniden ter bastı. Yayın yönetmenine "Herkesi hemen gazetede topla" dedi. O gece Hürriyet'in Cağaloğlu'ndaki binası, tarihinde ender yaşanan sahnelere tanık oluyordu.
Basılan bütün gazeteler imha ediliyor, dağıtım durduruluyor ve gazete yeni manşetini buluyordu. 'Türk Ordusu vazife başında. Silahlı kuvvetlerimiz bütün yurtta fiilen idareyi ele aldı!'

'ASIL GAZETE YOK EDİLDİ'
Bir tek 'Müjdeler var yurdumuza, ulusumuza' ibaresi yoktu yani. Peki ihtilal olmasaydı, Hürriyet hangi haberle çıkacaktı 27 Mayıs sabahı? İmha edilen gazetelerin manşetinde Başbakan Adnan Menderes ve onun "Türkiye'nin önü açık" demeciyle... Olayın tanığı olan Oktay Ekşi o geceyi şöyle anlatıyor; "Hürriyet'in 27 Mayıs sabahı yayınlanan nüshası asıl gazete değildir.
Asıl basılan gazete yok edilmiştir. O gazetede Adnan Bey'in Eskişehir'de yaptığı konuşma manşete çekilmişti.
Gece yarısı darbe olunca gazeteler yakılmış, Ordumuz Yönetime el koydu gibi bir manşetle çıkmıştır."
Bir gece içinde her şey el değiştiriyor ve o güne kadar Menderes iktidarının yanında olan gazete artık Silahlı Kuvvetler'in en büyük destekçisi oluyordu. Ama bu, maalesef yetmeyecekti Simavi kardeşlerin rahat nefes almaları için. Çünkü onlar ordunun şimşeklerini başka nedenlerle de üzerlerine çekmişlerdi. Haldun Simavi'nin evi askerler tarafından aranıyor, gazetenin yayın yönetmeni Selçuk Çandarlı, sıkıyönetim tarafından gözaltına alınıyordu.
Hürriyet o güne kadar açık açık Demokrat Parti'yi desteklemesinin yanı sıra gazetenin mali müşaviri Memduh Yaşa, aynı zamanda Menderes'in ekonomik danışmanıydı. Ayrıca asker tarafından Yassıada'ya gönderilip idamla yargılanan İçişleri Bakanı Namık Gedik ile Simavi'lerin aile bağıları vardı. Bir anlamda Namık Bey onlar için ağabey gibiydi...
Ama devir, vefa devri değildi. Gemisini kurtaran kaptan kalacaktı. Bu nedenle Hürriyet darbeden hemen üç gün sonra, 30 Mayıs günü Namık Gedik'in nezarethanede çekilen o hazin fotoğrafı yayınladı. Resmin altında ise aynen şu cümle yer alıyordu: "Kahraman Türk ordusunun örnek hareketi ile vazife başından uzaklaştırılan eski iktidarın tatbikçisi sabık Dahiliye Vekili Namık Gedik, Harp Okulu'nun eczane odasına alınmıştır. Fakat bu defaki koltuğunun, makam odası gibi şaşalı olmadığı muhakkaktır!"

Namık Gedik'e bir başka darbe de yine aynı 'aile dostlarından' geldi. Bu fotoğraf yayınlandıktan bir gün sonra Gedik, Harp Okulu'nun üçüncü katındaki bir pencereden atlayarak yaşamına son verecek, yerdeki parçalanmış cesedinin fotoğrafı ise yine Hürriyet'in birinci sayfasına konacaktı! Namık Gedik'in, daha sonra Hürriyet'in üst düzey yöneticisinden biri olan oğlu Arda Gedik, İrem Barutçu'nun 'Babıali Tanrıları' adlı kitabında şunları anlatıyor; "Ben, Erol ağabeyle (Simavi) babamın ölümünden sonra sekiz sene hiç konuşmadım. Sebebi şudur. 27 Mayıs darbesinden sonra biz İstanbul'a geldik. Annemin dairesi vardı oraya taşındık. Ne Erol ağabey ne Belma abla bizi hiç aramadılar. (......) Biz 68 senesine dek Erol ağabey ile hiç konuşmadık. Maalesef Erol ağabey bunu başka şeye yormuş. Hata etmişiz. Babamın intiharından bir gün sonra Hürriyet Gazetesi'nde babamın yere düşmüş, parçalanmış başıyla bir fotoğrafı çıktı. Erol ağabey zannetmiş ki ben buna kızdım. Ben o gün onun, bunu durduracak yetkiye sahip olmadığını, bunu durdurma pahasına yapılacak olan hareketin Hürriyet'i yok edeceğini biliyordum. Sırf babamın fotoğrafı yayınlanmasın diye Hürriyet'in yok olmasına müsamaha göstermeyeceğini bilmesi lazımdı." Aradan yaklaşık 20 yıl geçtikten sonra, Namık Bey'in oğlu Arda Gedik, Hürriyet'in en tepe noktalarından birine gelecekti. O günlerde Haldun Simavi, Günaydın'ı kurmuş, gazeteyi kardeşi Erol Simavi'ye bırakmıştı. Erol Bey'in gelişiyle gazetede içinde oluşan tedirginlik Hasan Pulur tarafından şöyle değerlendiriliyor; "Erol Simavi'nin darbesiyle 'Hürriyet'te yönetim değişti. Uzun yıllar Hürriyet'in başında bulunan, rahmetli Nezih Demirkent 'patron darbesi'yle iktidardan düştü, Dünya Gazetesi karşılığında Hürriyet"ten ayrıldı.

Gazetenin başına Arda Gedik ile rahmetli Çetin Emeç getirildi. Çetin'i tanıyoruz, o tarihte, 'Hafta Sonu'nun başında, Arda Gedik ile fazla bir tanışıklığımız yok, Erol Simavi'nin sigorta şirketinin başında olduğunu biliyoruz. Her ikisinin ortak özelliği, '27 Mayıs 1960'da askerlerin devirdiği Demokrat Parti'nin ileri gelenlerinden iki insanın oğulları olduğu..."

MUHATBINIZ İNSANLAR
Arda Gedik, İçişleri Bakanı Namık Gedik'in oğlu... İleride, yargılanırken 'Reis Bey hazretleri' demek durumuna düşmemek için gözaltında olduğu Harp Okulu penceresinden, 'Ya Allah' diyerek atlayıp intihar eden bir Kabataşlı... Çetin Emeç ise, zamanın önemli gazetelerinden 'Son Posta'nın sahibi Selim Ragıp Emeç'in oğlu... Bu özellikleri Oktay Ekşi ile bizi tedirgin ediyor. 'Demokrat Parti' iktidarına muhalif gazetecileriz, bu gizli kapaklı bir şey değil, acaba bu yeni gelenlerle nasıl çalışacağız? Çetin Emeç Genel Yayın Müdürü, Arda Gedik ise yetkileri bakımından Erol Simavi'den sonra gelen ikinci isim... En iyisi bunu Erol Simavi'yle konuşmak... Oktay Ekşi'yle patronun odasına çıktık; 'Erol Bey, yazılarımızda kime muhatap olacağız?' Erol Bey ayağa kalktı, ikimizin koluna girdi, pencerenin önüne götürdü, Cağaloğlu meydanındaki insanları gösterdi; 'İşte sizin muhataplarınız!' Yani insanlar, yani okurlar!"