İç savaş hazırlıkları

Giriş Tarihi 17 Ağustos 2010, 00:00 Güncelleme 17 Ağustos 2010, 15:10
İç savaş hazırlıkları

İÇİNDEKİLER

Başlarken...
12 Eylül 1980 Darbesi, Türkiye için önemli dönüm noktalar ndan biri. İhtilalle birlikte cezaevleri hınca hınç doldu. Sağıyla soluyla Türkiye büyük bir kıyıma uğradı. Tecrübeli isimlere siyaset yasağı geldi. Ülkenin yetişmiş bütün kadroları tasfiye edildi. Türkiye'de yeni bir dönem başladı. Başta Evren olmak üzere ihtilali gerçekleştiren darbeci generaller, yıllar boyunca hep aynı gerekçeyi tekrarladılar. "Türkiye bir kardeş kavgasına doğru gidiyordu" dediler.
- Kardeş kavgasını önledik, Türkiye'yi uçurumun kenarından çekip çıkarttık.
Söyledikleri yanlış değildi. 12 Eylül 1980 öncesi, Türkiye gerçekten de büyük bir kardeş kavgasına doğru sürükleniyordu. O dönemde sokağa çıkmak bile bir cesaret işiydi! Bu yüzden de 12 Eylül 1980 günü vatandaşların büyük bir bölümü derin bir "Ohhh" çekti. Olaylar bir anda kesildi, huzura kavuştular. Ancak, o günlerde unutulan bir nokta vardı. 12 Eylül 1980 öncesinde de Türkiye'nin her yanında "sıkıyönetim" uygulan yordu. Güvenlikten yine asker sorumluydu. Ne olmuştu da ihtilalden bir gün önce olaylarla baş edemeyen asker, ihtilalle birlikte bütün Türkiye'yi denetim altına almıştı? Acaba, bu ülkeyi kana bulayan olayların arkasında bir takım gizli eller ve bilinmeyen baz organizasyonların farklı hedefleri mi vardı? Türkiye çapında planlı bir senaryo mu uygulamaya konuldu? Türkiye'yi 12 Eylül'e getiren sebepler iç dinamiklerden çok dış dinamiklere mi dayanıyordu? İhtilalle birlikte Türkiye'nin değişen dünya algılaması, darbenin arkasında baz organizasyonların bulunduğunu gösterdi mi? 12 Eylül İhtilali, bu ülkeye nelere mal oldu? Türkiye'ye ne sağladı? Bunun karşılığında neler alıp götürdü? Kısacası, 12 Eylül'ün bilançosu ne oldu? En önemlisi de... 12 Eylül 1980 "Amerikancı bir ihtilal" miydi? Darbenin arkasında ABD'nin ne kadar rolü vardı? Bu yaz dizisinde sizlere 12 Eylül'ün şifrelerini vermeye çalışacağız. Hafızalar tazelemek için hatırlatmalar yapacağız. Bilinmeyenleri ortaya çıkarma hedefine yöneleceğiz. Kısacası 12 Eylül 1980'in röntgenini çekip önünüze koyacağız. İlgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz. E.P

Türkiye, kan ve ateş çemberinin içinden geçiyordu. Çatışmalar, üniversitelerden mahalle aralarına kadar sıçramıştı. Ülkenin dört bir yanında oluşturulan "kurtarılmış bölgelere" polis ve asker bile giremiyordu. Buraların yönetimi artık devletin elinden çıkmıştı. Türkiye'nin pek çok bölgesinde mahalli kararlar Marksistlerin kurduğu "Halk Komiteleri" tarafından alınıp, uygulamaya konuluyordu. İnfaza ilişkin kararlar ise "Devrim Mahkemeleri"nde veriliyordu. Sağ-sol kavgası aileleri bile ikiye bölüyordu. Kimsenin can ve mal güvenliği yoktu. Bütün göstergeler, Türkiye'nin iyiye gitmediğini gösteriyordu. MHP'nin Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Ülkü-Tek Genel Başkanlığı görevini yeni bırakan Selahattin Baysal'ı yanına çağırdı. Türkiye'nin iç savaşa doğru sürüklenmesinden kaygı duyduğunu anlattı. Alınacak tedbirler üzerinde çalışmasını istedi. 1980 yılının Mart ayında ise Selahattin Baysal ile birlikte Ali Güngör'ü de MHP Genel Merkezi'ne davet etti. Muhtemel bir dinlemeye karşı gerekli tedbirleri aldı. Odadaki radyonun sesini sonuna kadar açtı ve kısık bir sesle konuşmaya başladı...

"İÇ SAVAŞA SÜRÜKLENİYORUZ'
"Türkiye iyiye gitmiyor oğlum" dedi:
-Partimizin Genel Merkezi'ne kadar saldırıp, arkadaşlarımızı şehit eden Marksistler, Türkiye'nin her yerine silah yığmaya başladılar. Büyük bir ihtimalle iç savaşa doğru sürükleniyoruz. Allah göstermesin bir iç savaş çıkarsa bizim hazırlığımız yok. Gafil avlanmamalıyız. Sizden buna yönelik bir yapı oluşturmanızı istiyorum.
Mesaj alınmıştı! Selahattin Baysal ve Ali Güngör, İstiklal Savaşı sırasında Kuva-i Milliyecilerin izledikleri yolu örnek alacaklardı. Onların izinden gidilecek ve yaptıkları tekrarlanacaktı. Hiç vakit kaybetmeden büyük bir gizlilik içinde çalışmaya başladılar. Türkiye çapında "test edilmiş ve güvenilir" isimleri belirlediler. Onların "önderlik" kabiliyetine sahip olmasına özellikle dikkat ettiler. Ardından, içlerinden askerliğini komando olarak yapan üniversite mezunlarını ayırdılar. İkinci bir eleme daha yaparak, her ilden bir isim belirlediler. Bu isimler büyük bir gizlilik içinde Ankara'ya çağırıldılar ve alınan kararlar kendilerine tebliğ edildi:
- Gelişmeler bir iç savaşa doğru gittiğimizi gösteriyor. Marksistler silahlı ayaklanmaya kalkarsa, biz de hazırlıklı olmalıyız. Gafil avlanmamak için iç savaşa yönelik bir yapı oluşturmalıyız.
Ankara'ya çağrılanlar, "leb" demeden leblebiyi anlayacak tecrübedeydiler. Uzun görüşmeler yapıp, ayrıntılara girmeye hiç gerek yoktu. Bölgelerindeki sağ görüşlü insanları teşkilatlandıracaklar, çatışmaların büyümesi halinde devreye sokacaklardı. Sadece onlara oluşturulacak "Gizli Ordu"nun Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı değil, komünistlere karşı teşkilatlanacağı üzerine basa basa anlatıldı. 27 Mayıs İhtilali'nin içinde yer alan ve asker kökenli bir siyasetçi olan Alparslan Türkeş, işi şansa bırakmadı. Dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nu da yanına çağırdı. Ona da duyduğu kuşkuları ve Türkiye'nin bir iç savaşa doğru sürüklendiğini anlattı. Gerekli talimatı verdi:
- Komünistler, mücadeleyi bir iç savaşa doğru götürmek istiyorlar. Gerekli tedbirleri al, görev senin omuzlarında.

SAVAŞIN KOMUTA KARARGAHI

Bu kadarla da kalmadı... Türkeş, Baysal, Güngör ve Yazıcıoğlu'nun devreye girmesini yeterli görmedi. O dönemde MHP'nin yan kuruluşlarından biri olan Milliyetçi İşçi Sendikaları'nı da harekete geçirdi. MİSK'ten, Anadolu'nun savunma için uygun bir bölgesinde toprak satın alarak büyük bir çiftlik oluşturmasını istedi. Gerekirse MHP'nin beyin takımı burada faaliyet gösterecekti. Bu çiftlik, muhtemel bir iç savaşta "komuta karargahı" olacaktı. Ülkücü İşçiler Derneği'nin eski Genel Başkanı Muzaffer Şahin hemen devreye girdi. Yanına derneğin Teşkilatlandırma Sekreteri Vedat Alagöz'ü alarak Ankara yakınlarındaki Dodurga Köyü'ne gitti. Çevrede keşif yapılıp, savunmaya uygun yerler arandı.

YAZICIOĞLU'NUN TOPLANMA KAMPLARI

Muhsin Yazıcıoğlu da benzer bir çalışmayı yürütüyordu. Ancak, O daha geniş kapsamlı bir "alan araştırması" yapıyordu. Türkiye'yi adım adım gezdi, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde savunmaya müsait beş ayrı yer tespit etti. Her birini kafasının içine iyice nakşetti. Bunların üçü İç Anadolu'da, biri Doğu'da, biri de Karadeniz Bölgesi'ndeydi. Buralar, bir iç savaş anında "toplanma kampları" olarak kullanılacaktı. Yazıcıoğlu, kafasında gerekli kadroyu da hazırladı. Ancak, kimseyle görüşüp, "Senin görevin şu olacak" demedi. Bu toplanma kamplarının deşifre olmasını istemiyordu. Nitekim, 12 Eylül 1980 İhtilali'ne ve o dönemde yapılan büyük işkencelere rağmen, bu gizli yapıdan kimsenin haberi olmadı. Eğer Yazıcıoğlu bu bilgileri arkadaşları ile paylaşmış olsaydı, bütün bilgiler çorap söküğü misali ortaya çıkacaktı. Yaptığı çalışmaları ve bu büyük sırrı sadece Alparslan Türkeş'le paylaştı. Görev alacak isimleri beynine iyice yerleştirdi. Çatışmaların büyümesi halinde kafasındaki "Direniş Birlikleri" bir "Ordu" haline bile dönüştürülebilecekti. Aynı dönemde sol kesimde de benzeri çalışmalar devam ediyordu. Anadolu'nun pek çok bölgesinde silah depoları oluşturulmuştu. Buralara özellikle uzun namlulu silahlar yığılmıştı. Büyük şehirlerde hücre yapılanması içinde faaliyet gösteren aşırı sol, silahlı bir halk ihtilalinin alt yapısını oluşturmaya çalışıyordu. Bu çalışmalar yapılırken düşmanlıklar büyüyor, çatışmalar daha da yayılıyordu. TRT'nin haber bültenleri kan ve barut kokuyordu. Türkiye, gerçekten de bir iç savaşa doğru sürükleniyordu. Bütün bunlar yaklaşan 12 Eylül 1980 darbesinin ayak sesleriydi!

"AÇILIM DİYEN HERKES TEK TEK ÖLDÜRÜLDÜ" HABERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!

"İSA VE MUSTAFA'YI MUHSİN YAZICIOĞLU KAÇIRDI" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!

"ASKERLER COPLARKEN HIÇKIRARAK AĞLIYORDU" HABERİ İÇİN TIKLAYIN

"ERKEKLİĞİNDEN OLDUN, AMA SENİ ZEVKTEN MAHRUK ETMEYECEĞİZ" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!


"ÜLKÜCÜ VE SOLCU GENÇLER BİLE BİRBİRİNE GİRDİ" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!