Tarihi 27 Temmuz 2017

Türkiye’nin Tercihi

2013 Gezi Kalkışması'ndan beri yaşadığımız olağanüstülük hali en azından 2019'a kadar devam edecek.
Türkiye'nin içerideki ve dışarıdaki düşmanları; Türkiye'nin büyümesi, güçlenmesi, bağımsızlaşması yolundaki önemli dönemeçlerden birisi olan 2019 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'ne kadar çabalarını arttırarak devem ettirecekler.
İnsanın ister istemez aklına bir soru geliyor? Başka bir ihtimal, ikinci bir yol yok mu? Türkiye bu kadar çalkantıyı yaşamadan yoluna devam edebilir miydi?
Sorunun cevabı belli; her zaman ikinci ve daha kolay bir yol vardır!
Örneğin; Türkiye'nin AB ile ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir içerisinde olmayabilirdi.
AB'ye yine üye olamazdık ama görüntüde müzakerelere devam eder fasılların birini açar birini kapardık.
Almanya'yla bir süredir tırmanan gerilimi yaşamazdık. Alman milletvekillerinin İncirlik Üssü'ndeki askerleri de Konya'da NATO kapsamında bulunan askerleri de ziyaret etmelerine izin verirdik. Alman makamları Türkiye'yi yönetenlerin Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler ile buluşma tertip etmesine de izin verilirdi seçimlerden önce oy istemek için miting yapmasına da.
Suriye'deki krizi yönetmemiz çok daha kolay olurdu. Amerika ile bu kadar farklı düşünmez, farklı çıkarlara sahip olmazdık Suriye konusunda. Amerika, Rusya, İran ve İsrail'in farklı farklı hesaplar peşinde olduğu coğrafyada bu kadar sıkılmaz ve bedel ödemezdik. Krizin ülkemize yansımaları belki çok daha az olurdu.
Topraklarımıza bu kadar mülteciyi kabul etmezdik.
Dolar yükselmez, finansal operasyonların muhatabı olmazdık. Kredi derecelendirme kuruluşları ile kavga etmek zorunda kalmazdık. Notumuzu yok yere düşürmez aksine yükseltirlerdi.
Yabancı yatırımcıya "Türkiye'ye yatırım yapmayın" kampanyaları düzenlenmezdi.
Mısır, İsrail ve Rusya ile bazısı geçmişte kalmış, bazısı devam eden krizleri yaşamazdık. Bu ülkelerle eskiden olduğu gibi "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinin arkasına saklanarak sorunsuz ilişkiler geliştirirdik. Ne akar ne de kokardık, ne kimse bize bulaşır ne de biz kimseye bulaşırdık.
Liste uzar gider. Bunların hepsi ve daha fazlası olabilirdi. Her zaman ikinci bir yol mümkündü ve hala mümkün.
Türkiye, ikinci yolu değil de şu an tuttuğu birinci yolu kendisi seçti. Her seçimin getirileri ve götürüleri vardır. İkinci yolun getirilerini saydık götürü listesi ise çok daha kolay özetlenebilir; Türkiye otonomlaşmazdı. Kendi işini kendi gören, müttefiklerinin kontrolünde olmayan, onların çıkarını değil kendi çıkarını önceleyen bir ülke olamazdı.
AB'nin içişlerimize müdahalesine sert tepki göstermeye başlamasaydık, AB'nin ilkesel olmayan iki yüzlü politikalarını dillendirmeseydik, kimliğimizden dolayı suçluluk ve aşağılık hissetmeye devam etseydik, bize verdikleri ev ödevlerini harfiyen yerine getirmeye çalışsaydık AB ülkeleri ile sorun yaşamazdık.
Suriye politikamız için ABD'nin gözünün içine baksaydık, Suriye krizinin ilk günlerinde Amerikan çıkarları doğrultusunda yapılacak bir operasyonun muharip kara gücü olmayı kabul etseydik, PYD'nin PKK'nın Suriye kolu olduğu gerçeğini görmezden gelip Amerika ve PYD ile aynı safta DEAŞ'e karşı savaşsaydık Suriye politikamızda bu kadar sıkıntı yaşamazdık.
İhtiyacımız kalmadığı halde "Aman finansal çevreleri ürkütmeyelim" diye IMF'den acı reçete isteseydik, "Dünya beşten büyüktür" diye seslenip mazluma umut olan bir cumhurbaşkanımız olmasaydı, Amerikan çıkarlarına göre pozisyon almak dış politikamızın yegâne ilkesi olsaydı, İsrail'in Müslümanlar'ın mukaddes mekânlarına ve Filistin'lilere reva gördüğü muamele karşısında "otorite"yi ürkütmemek için ses çıkarmasaydık ülkemizin küresel imajı çok daha iyi olurdu.
Özetle bu krizlerin hiç birisini yaşamazdık ama "güçlü ve büyük Türkiye" diye bir yolculuğumuz ve hedefimiz de olmazdı.
Siz hangi yolu tercih ederdiniz?