Tarihi 29 Haziran 2017

Yine Linç... Hep Linç...

Türkiye'nin hızla akan siyasi gündemi bize toplumsal alana dair çıkarımlar yapma imkanı da tanıyor. Harareti artıp eksilen bir kutuplaşma lafı dolanıyor mesela ortalıkta. Siyasetçisinden gazetecisine, iş adamından STK temsilcisine kadar kime sorsan kutuplaşmadan şikayetçi.
AK Parti karşıtı kesimler kutuplaşma retoriğini kasıtlı olarak kullanıyorlar. Ülkenin hızla kutuplaştığını buna da AK Parti'nin neden olduğunu söylüyorlar. İftihar vesilesi saydıkları, dillerinden hiç düşürmedikleri "AKP karşıtı blok" lafına rağmen toplumsal kutuplaşmadan yakınıyorlar.
Muhafazakar kesimden bazıları da daha entel, daha duyarlı, daha vicdanlı bir imaj çizmek için kutuplaşma söyleminin değirmenine su taşıyorlar. Birazcık da aşağılık kompleksiyle "bakın ben de muhafazakarım ama onlar gibi değilim" demek için kutuplaşmadan şikayetçi oluyorlar.
Meselenin siyasi seyri böyle. Peki gerçekten bir kutuplaşma var mı Türkiye'de? Cevap hem evet hem de hayır. Evet, Türkiye'de bir kutuplaşma var ama bu toplumsal değil siyasi bir kutuplaşma. Ülke kabuk değiştiriyor.
Siyasi iktidar gerçek sahiplerine, millete geri dönüyor. Medyasından ordusuna kadar millet iradesine tecavüz eden tüm kurumlar çarpışa çarpışa olması gerektiği pozisyona geriliyor.
Bu çarpışma ve mücadele de haliyle bir miktar siyasi gerilim oluşturuyor.
Bu anlamda bir siyasi kutuplaşmadan bahsetmek mümkün. Ancak böylesine bir kutuplaşma siyaset bilimi açısından negatif değil pozitif bir gösterge.
Toplumun siyaset yaptığını, müzakere yürüttüğünü, siyasi pozisyonları açık seçik ifade ettiğini gösteriyor. Adeta ağır bir ilaç tedavisi gibi yan etkileri var, biraz tozu dumana katıyor ama neticede zarardan çok faydası var.
Öte yandan toplumsal kutuplaşma böyle değil. Her h‚lük‚rda zararlı bir süreç.
Çok şükür ki Türkiye'de bir toplumsal kutuplaşma yok. Türk toplumu kendisini bir arada tutan temel değerlerde, aile, inanç, kültür gibi alanlarda bölünmüyor.
Farklı tercihlere sahip olanlar tabii ki var ama bu tercihler arasındaki mesafe hem çok fazla değil hem de artmıyor.
İlgi çekici nokta ise şu; kutuplaşma değirmenine en fazla su taşıyanlar sözde kutuplaşmadan en fazla rahatsız olanlar arasından çıkıyor. Siyasi arenada kimin sandığa kimin sokağa, kimin hukuka kimin eyleme çağırdığına bir bakmak yeterli. Aynı durum toplumsal boyutta da geçerli. Ne zaman kamusal bir şahsiyet, sanatçı, şarkıcı, tiyatrocu veya diğer sektörlerden bir meşhur AK Parti'yi destekleyen görüşlerini açıklasa bir linç kampanyası başlatılıyor. Linçin başını da ifade özgürlüğün kısıtlandığını iddia edenler çekiyor. Görüşünü açıkladı diye bir insanı linç etmek, itibarsızlaştırmak, toplu halde ona hücum etmek dünyanın her yerinde ifade özgürlüğünü kısıtlamak olarak kabul edilir. Ama bizdeki linçiler aynı anda hem ifade özgürlüğünün olmadığından şikayet edip hem de görüşünü açıklayana saldırmakta bir beis görmüyorlar.
Son vaka maalesef sinema sanatçısı Hülya Koçyiğit etrafında gelişti. Hülya hanım bir mülakat verdi ve mülakatta diğer konuların yanında siyasi gündeme dair bir iki cümle de kurdu. Apaçık siyasi pozisyon ortaya koyan, siyasi rekabete merkezinden dahil olan açıklamalar da değil. Uluslararası güçlerin ülkenin imajını zedelemek için çalıştıklarını söylüyor Hülya Hanım. Özellikle Batı'daki Türkiye'nin bir diktatörlüğe dönüştüğü izleniminin maksatlı olduğunu ifade ediyor ve bir Türk olarak bu meseleye böyle bakamayacağını ilave ediyor. İçeriğin en siyasileştiği nokta ise Kılıçdaroğlu'nun İstanbul yürüyüşü.
Orada da ölçüyü elden bırakmıyor ve kimseyi incetmemeye özen göstererek yürüyüşün bir CHP'linin canı yandığında yapılmasını eksik bulduğunu ve yürüyüşün kendisini heyecanlandırmadığını söylüyor.
Tahammülsüzlüğü ile bilinen kesim buna bile tahammül edemiyor ve hakaretlerle linç kampanyasını başlatıyorlar. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali hem linçin alasını yapıp hem de kutuplaşmadan dert yanıyorlar.