Tarihi 1 Mart 2017

28 Şubat’ın ne kadar uzağındayız?

Takvimlerin 28 Şubat 1997'yi gösterdiği o günün üzerinden dile kolay tam 20 yıl geçti. Ve bu 20 yıl içerisinde siyasal hayatımızda sayısız değişiklikler oldu.
28 Şubat'ı mümkün kılan sorunlar nelerse onların üzerine gidildi, gerek yasal düzenlemeler gerekse de uygulamadaki dik duruş sayesinde 28 Şubat atmosferinden hızla uzaklaşıldı.
Madalyonun bir yüzündeki tablo gayet olumlu. Başta askeri vesayet olmak üzere milli iradenin üzerindeki her türlü vesayet geriletildi. Artık hükümetler, gazete patronlarının evinde değil sandıkta kurulup sandıkta yıkılıyor.
Dini yaşantının önündeki engeller birer birer kaldırılıyor. 5-10 yıl öncesine kadar üniversitelerin kapısından dönen başörtülü hanımlar artık olması gerektiği gibi hayatın her alanında yerlerini alıyorlar.
Başörtülü milletvekiline 'Dışarı dışarı' diye tempo tutulduğu günlerden başörtülü vekiller, bakanlar ve hatta subayların olduğu günlere geldik. Devlet ve millet bütünleşmesi yaşandı. Devletin artık toplumun bir kısmını hem de nitelik ve nicelik olarak önemli bir kısmını kendine düşman gördüğü günler geride kaldı. İş hayatında, eğitimde, sivil toplumda, siyasette ve kültür-sanat alanında dindar insanların önündeki engeller kaldırıldı. Ne eksik ne fazla diğer vatandaşlar ne kadar baş tacı ise dindarlar da o kadar baş tacı oluyor, el üstünde tutuluyor devlet tarafından. 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra ortaya konan formül tam anlamı ile gerçeği yansıtıyor; 'Türkiye ezanları susturan darbelerden, darbeleri püskürten salaların okunduğu bir ülke haline geldi' Yeni Türkiye dediğimiz kavram ete kemiğe büründü elle tutulur hale geldi. Siyasetle ilgilensin ilgilenmesin, bu meseleleri takip etsin etmesin, yüksek eğitimli olsun olmasın kime sorsanız Yeni Türkiye'nin ne olduğu konusundan bir fikri var; Yeni Türkiye 15 Temmuz gecesi el birliği ile çatısını çattığımız ülkemizdir.
Bunlar madalyonun aydınlık yüzü.
Büyük ve çok kıymetli kazanımlar. Bir de madalyonun karanlıkta kalan yüzü var. Orada ise maalesef tablo bu kadar olumlu değil.
Türkiye hala 15 Temmuz'da görüldüğü gibi birilerinin darbe yapmaya teşebbüs edebildiği bir ülke. Maalesef hala kendini 'amiral gemisi' olarak tanımlayan kerameti kendinden menkul gazeteler 'karargah'ın dilinden rahatsızlık hikayeleri yazmaya cüret edebiliyorlar.
Çok değil 7 Haziran 2015'e geri gidelim. AK Parti %40 oy almasına rağmen tek başına iktidar olamayınca tilki uykusu uyuyan çevrelerin nasıl da uyandığını, hareketlendiğini, kendilerine bir cüret geldiğini ve dillerinin uzadığını hep beraber görmedik mi?
'Restorasyon hükümeti' kurup son 15 yılda elden gidenleri yerli yerine koymaktan bahsetmiyorlar mıydı?
Elden gitti dedikleri ise bu ülkenin son 15 yıldaki kazanımlarıydı. Milli iradenin hakim olması, asker-sivil ilişkilerin olması gerektiği hale dönmesi, dini hayat üzerindeki baskıların kalkması, başörtüsü yasağının kaldırılması, imam hatip mezunlarının üniversitelere girebilmesi ve diğerleri... Bloklar kurup iyi sallamışlardı, asmayacaklardı fakat yargılayacaklardı. Tam da 28 Şubat'taki gibi. 28 Şubat da asmamıştı ama yargılamıştı. Cübbeleri ile askerden 'irtica' brifingi alan hakimler ve savcıların yargısı... 28 Şubat zulmünü ve yaşadığımız mağduriyetleri hiç unutmayalım. Ama nostaljik bir romantizmin müptelası, bitmek tükenmek bilmeyen bir kinin davacısı olmayalım. 28 Şubat'ın zulmünü adalete, zilletini izzete, karanlığını aydınlığa çevirelim.
Madalyonun karanlık yüzünü de aydınlatalım. 28 Şubat'tan bu güne kazandıklarımızı kalıcı haline getirelim. Yeni Türkiye'yi, devlet millet buluşmasını, milli iradenin üstünlüğünü kurumsallaştıralım.
15 yıllık istikrarı, adaleti, maddi ve manevi kalkınmayı 16 Nisan'da kural haline getirelim.
Evet, yapalım!