SAVAŞ AY

SAVAŞ AY

Tarihi 18 Mayıs 2011

Haber sokakta ama

Ne zaman "haberci dediğin sokakta olmalı" desem, kıvrılan burunlar, bıyık altından sızan gülüşler görüyorum. Sokak haberciliğinden kast edileni sadece tiner çocukları, kaldırım kevaşeleri, yolsuz çulsuz kalabalıklarla muhabbet sanıyor bazı dostlar.
Elbet bunlar da var. Lakin sokaklar, daha binlerce insan hikâyesi emziren 7 memeli dev anası. "Bizi okuyun" dediğimiz insanlara, kendi gibilerle karşılaşacak kavşaklar yaratmazsak, o yola niye sapsınlar ki? Felsefeyi avuta atayım da, görüp, dokunup, paylaşılarak yaşanan sokak hayatlarından bir mini sörf yapalım gelin.

Sığdım içeri

Tünel'den Karaköy'e inen o tek vagona binip-inmeyeli yıl oldu. "Hadi" dedim aklıma, yürüdüm sığdım içeri. Takunyayla ortalıkta dolaşanı hiç görmemiştim, o da nasip oldu. Ayaklarına bakmamdan rahatsız olan adam, zorunlu hissetti kendini. Paçalarını elleriyle sıvazlayıp yüksek sesle konuştu.
- Ayağımın elektriğini alıyor. Doktor söyledi yapıyorum. Siyatik var, romatizma var. Deliyim sanma Savaş Ay. Ya da başka mana verme!..
Hanzoluk bende. Ne bakarsın adama müfettiş gibi?..
Neyse. İki dakika sonra Karaköy'deyim işte. Çıkış kapılarından biri Hırdavatçılar Çarşısı'nın oraya açılıyor. Arada kanal gibi bir ufak sokak var. Keşif müthiş. Daire şeklinde, dışbükey aynaların imalatı o sokaktaymış.
Amma da arayıp, bin zorlukla eskiciden bulmuştuk klip çekimi için.

Merhum tiyatro

Gerisin geri yürüyüp yine biniyorum tünele. Çıkınca arabayı sotadan alıp Şişhane üzerinden Piyalepaşa'ya yuvarlanıyorum.
Aklıma geliyor birden. "Ne oldu şu Şan Tiyatrosu acaba?"
Oraya ulaşayım derken Ermeni Hastanesi'nin bahçesinde buluyorum kendi mi. İyi de oluyor.
Çünkü merhum tiyatronun tek girişi o hastaneden.

Şanı kaldı
Bisikleti kırılmış çocuk gibi oluyorum içeride. Kabak oyacağıyla oymuş, bıçakla da kabuğunu soymuşlar mekanın.
Sıkışık nizam döşenmiş eski tip tuğlalardan mücessem, iskeletine beş kalmış bir tiyatro cesedi.
Rahmetli Egemen Bostancı şu hali görse, tam ortasına uzanır yatar, bir daha ölürdü peeeh!..

Acı kahve

Sonra arka tarafa dolanıyorum.
Yine vakfa ait eski İstanbul evlerinin oraya. Pencereden bakan bir Ermeni hanım geçtiğimi görüp, ant veriyor; "dur bekle" diye.
Aşağı gelince de kolumdan zorla çekiştirip, bir acı kahveye davet ediyor beni. Ahşap merdivenleri adımlarken, beline basıyormuşum inlemesi çıkartıyor basamaklar.

Mumlar
İçerisi yarı tapınak, yarı ev dekoru. Meryem Ana'nın posteri üzerine gelin güvey fotoğrafları. İsa suretinin yanı başında kıvır saçlı torun resimleri. Sağda solda yanan mumlar, yanıp sönmüş mumlar, hiç yakılmamış olanlar...

Nezle "İtikadım yerinde şükür ki.
Hıristiyan'ım ama ayrıldığım kocam polisti. Yasak olduğundan din değiştirmiş gibi yaptım. Ne yapayım.Gençlik işte."
Ben; "Aşk işte" deyince, susup kalıyor odanın ortasında Ermeni kadın. Sonra ansızın buğular çıkıyor gözünde. Yaş olup iniyorlar. Usulca fısıldıyor:
- Saman nezlesi olmuşum da.