SAVAŞ AY

SAVAŞ AY

Tarihi 7 Şubat 2010

Jehan Barbur diye bir kız

Magazin şefimiz Özge'ye dinlettim bayıldı. Jehan Barbur gerçekten de güzel sesli bir kızdı çünkü. Kimdir peki ağabey diye sorunca zaten çıkışını aldığım biyografisini uzattım: "Jehan İstiklal Barbur 12 Nisan 1980'de Lübnan/Beyrut'ta doğdu. 98 senesine kadar İskenderun'da yaşadı. Aynı sene üniversite için Ankara'ya tasındı. 1998-2002 seneleri arasında Ankara Bilkent Üniversitesi'nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü'nde okudu ve bu bolümden mezun oldu. Üniversite yıllarında müzik ve tiyatroyla amatör olarak ilgilendi. 2002 yılında Bilkent Üniversitesi'nden mezun olduktan hemen sonra İstanbul'a müzik yaşamına profesyonel olarak devam etmek için taşındı. Bir çok grupta farklı müzisyenlerle vokalist olarak çalıştı. Halen besteci, söz yazarı ve vokalist olarak müzik hayatına devam etmektedir. 2009 Ocak ayında prodüktörlüğünü Cudi Genç'le beraber yaptığı, kendi söz ve bestelerinden oluşan Uyan adlı albümü ADA Müzik tarafından çıkarıldı.
- Söyleşi de yaptın mı abi?
- Yaptım ama köşemde kullanacağım. Senin için ileride yenisini yaparım
-Yap valla abi çok sevdim bu sesi ben.
Söyleşiye gelirsek. Ona bir güzellik yaptım. Dedim ki; "madem seni çok ıskaladık. O zaman felsefeni ben sormadan anlat. Meydan senin yer yettiğince."

VAY LAFLARA
İkiletmedi sözümü. Anlattı; " Hayatta kalabilmek, hayatını fiziki ve sosyal olarak devam ettirebilmek için kişinin ihtiyaçlarından biri de kendini yaşamda ve dünyada var olabilecek kadar değerli hissetmesi değil midir? Akıl, insana sorduğu sorularla varlığını ispatlıyor. İnsanı duygusal ve ruhsal olarak karmaşıklığa itiyor. Kendimize sorduğumuz sorulara şu veya bu şekilde cevaplar bulabilmek için kitaplar karıştırıyor, araştırmalar yapıyor, başka insanlarla tartışmalı sohbetler ediyoruz. Kimiz, neyiz, neden yeryüzündeyiz, ne için var olma savaşı içersinde çırpınıyor ve kimler için acı çekiyoruz?
Bedensel acıların ve hazların yanı sıra, kitaplarda direkt tanımına hiçbir zaman ulaşamayacağımız duygusal acı ve hazların içinde içsel dolanımlara tutsak birer varlığa dönüşüyoruz. Gündelik hayatta ertelediğimiz "ben"liğimiz, kendini gün geçtikçe bize unutturuyor ve bizden uzaklaşıyor. Doğum ve ölüm arasındaki mesafesi bellisiz bu yolculukta bizleri bir sonun beklediğini unutmak için uğraş veriyoruz. Soru soranlardan kaçıyor, önemseyenlerden uzak duruyor, farkında olmak için çabalayan her canlıdan korkuyoruz. Aynalar bize, bizler aynalara hizmet ediyoruz. Aklımızı, belleğimizi, "iç" denilen her türlü soyut ve cevabı şaibeli birden fazla gerçeği görmekten ve onları anlamaya yahut tanımlamaya çalışmaktan çekiniyoruz.

BEĞENİLME SORUNSALI

Yani aslında sahip olduğumuz değeri es geçiyoruz. Bedenimizle uğraşmaktan, sosyal olarak "beğenilme" telaşından henüz kafamızı kaldırabilmiş değiliz. Olguların içlerini doldurmak, dışlarını geçici olarak boyamaktan daha zor geliyor. Nasıl göründüğümüz bugün artık nasıl düşündüğümüzden çok daha önemli değil mi? Samimiyetsizlik kendi iç sesimizi de esir almadı mı? Değerini bilmeli insan. Silmeli kendini, parlatmalı içini. Onaylanmak ihtiyacı ne kadar lüzumlu olursa olsun evrilmeli insan. Evrilmeli ki bu ihtiyacını göz ardı edebilecek yeni bir göz açsın içinde. Açsın ki artık göremeyenlere inat kendini dışarıdan izleyebilsin ve onaylasın "tek başına" olabilme kudretini.