Nihat Hatipoğlu

NİHAT HATİPOĞLU

Tarihi 25 Kasım 2016

Kadınların korunması dinin gereği

Dünyanın her yerinde kadınlar hayatı paylaşırken anormal birçok olumsuzluğa da göğüs geriyorlar.
Yine oranlar değişse de kadınlar dünyanın her yerinde şiddete, istismara muhatap oluyorlar.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu olumsuzlukların olacağını bildiği için 'Kadınları Allah'ın bir emaneti olarak aldınız. Onlara yumuşak davranın' buyurmuştur. Vefatından önce söylediği üç husustan birisi de 'Kadınların hakkını koruyun' sözleridir.
Hayata ait her alanda kadınların rızaları mutlaka alınmalıdır. Sözleri dinlenmeli, gönüllerine uygun düşmeyen hiçbir oldubittiye muhatap edilmemelidirler. Bu konuların başında evlilik meselesi gelir. Hz. Peygamber bir kadının rızası alınmadan gıyabında veya rızası dışında nikâhının söz konusu olmayacağını deklare etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde bu konuda, bizlere yol gösteren şöyle bir olay meydana geldi:
Hansa binti Huzam'a iki erkek talip oldu. Babası kızını istemediğine verdi. Kızını aşiretinden olan adama verdi. Kızını istediği Ebu Lübane'ye vermedi. Genç Hansa, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelip bu durumu şikâyet etti.
Efendimiz "Babanın seni verdiği kişiyle evlenme zorunluluğun yoktur. Bu -istemediğin kişinin- nikâh hakkı yoktur. Sen dilediğinle evlen" buyurdu. Hansa şöyle dedi: "Ben artık aşiretimden olanla -amca oğlum- evliliğe razı oldum, fakat bu zulmün ortaya çıkmasını da arzu ettim. Ta ki babalar kızlarını zorla evlendirmesin."
Abdullah bin Abbas (r.a.) Peygamberimizin dul olan bir kadın ile bekâr olan bir kadının rızaları alınmadan yapılmış evliliklerini fesh -geçersiz ilan- etti der. Bu örnekler bizim için altın değerinde ölçülerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kadın ve erkek bir bütünün iki eşit parçasıdır" buyurur.
Başka seferinde kadınları 'cam vazoya' benzetir ve kırılmamalarını öğütler.
Evlilikte, nişanda, hayatı tercihte ve diğer bütün hususlarda kadınların sözlerine itibar edilmeli, saygı duyulmalıdır.
Kızların ufak yaşlarda evlendirilmelerine karşı olunmalı ve bu hususta da dikkatli olunmalıdır.
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) kız evladı olan Hz. Fatıma'ya, Hz. Ali ile evlendirmeden önce rızasını istediğini bilmekteyiz.
Kadın erkek için, erkek de kadın için yaratılmıştır. Kadınsız veya erkeksiz bir dünya düşünebilir misiniz? Kadın asaletinin, nezaketinin, zarafetinin, inceliğinin, hanımefendiliğinin, inciden daha güzel olan duruluğunun, ipekten daha temiz olan sadeliğinin olmadığı bir dünyayı düşünebiliyor musunuz? Yüce Rabbim kızlarımıza, annelerimize, eşimize özetle tüm kadınlarımıza gönüllerine göre güzellikler nasip etsin.

Kabul edilmeyen dua

Bazen duamız kabul olmuyor diye üzülürüz. Ümitsizliğe kapılırız.
Ancak her dua mutlaka kabul görür. Zira Yüce Allah, kendisine açılan avuçları boş döndürmekten haya eder.
Ubade bin Samit şöyle aktarıyor:
Yüce Allah kıyamet günü kuluna şöyle sorar. Sen dünyadaki bazı dualarının kabul edildiğini biliyorsun. Bazılarının ise kabul edildiğini bilmiyorsun, değil mi?
Kul, evet der.
Allah şöyle buyurur: Sen hangi duayı yaptınsa ben kabul ettim.
Sen şöyle, şöyle isteyerek dua etmedin mi? Sonra da kabul ettiğimi ve sana cevap verdiğimi görmedin mi? Kul, evet der. Sonra şöyle şöyle istedin ama ben de vermedim değil mi? Kul evet Ya Rabbi vermedin der.
Yüce Allah şöyle buyurur: Sana karşılığını vermediğim duaları işte bugün için sakladım. Cennette biriktirdim.
Sonra Yüce Allah kulun dualarının cennetteki karşılığını gösterir.
Bunu gören kul öyle bir hale gelir -şöyle der: Keşke dünyadaki hiçbir duam kabul edilmeseydi de burada karşılığını işte böyle alsaydım." (Tirmizi)

Dinler arası diyalog mu?

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) peygamberliği Kur'an'la sabittir. Kur'an O'na inmiştir. Son elçidir. Kur'an-ı Kerim de son vahiydir. Buna bu şekilde iman etmeyen kişi Müslüman sayılmamaktadır.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) İslam'ı tebliğdeki muhatapları bütün insanlardır. Buna davet ümmeti denmiş. Yahudi, Hıristiyan, Budist, Ateist, Deist veya başka inanca sahip olsun bütün insanlar Kur'an'ın son vahiy, Hz. Resul'ün ise son peygamber olduğunu kabul etmek zorundalar. Bu zorunluluk icbari -dayatma- değil, imani bir kabuldür.
Müslim'in rivayetinde Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Muhammed'in nefsi elinde olan zata (Yüce Allah'a) yemin ederim ki, insanlardan beni duyup da bana iman etmeden ölen her bir Yahudi ve Hıristiyan kim olursa olsun mutlaka cehennem ehlinden olur."
Kur'an-ı Kerim bunu açıkça söylüyor:
'Allah katında din İslam'dır.' (Ali İmran, 19)
"Kim İslam'dan başka bir din ararsa (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır." (Ali İmran, 85)
"Allah'ı ve Resullerini inkâr edenler, Allah ve Resulleri arasına ayrımcılık sokmaya çalışanlar, 'Bir kısmına iman ediyoruz, bir kısmını inkâr ediyoruz' diyenler ve bunun arasında bir yol tutmak isteyenler bunlar gerçekten kâfir olanlardır." (Nisa, 150-151)
Kitap açık. Mesaj açık. Davet açık. Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) iman etmeden 'La ilahe İllallah' "Allah'tan başka ilah yoktur" diyen kişi bu cümlesiyle iman etmiş olmaz. Bunu söyleyen her ne kadar Allah'ın birliğine iman ettiğini söylüyorsa da; bu imanından Kur'an'ı ve Peygamber'i hariç tutmuş.
Hz. Peygamber'i (s.a.v.) ve Kur'an'ı göndermeyen bir Rabbe inanmış oluyor. Onun inandığı 'İlah' kavramı Kur'an'ın anlattığı Allah inancıyla, tevhidle örtüşmüyor. Ancak 'La ilahe illallah' diyen bunun içinde Kur'an'ın bütün ayetlerine ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) son elçi olduğuna inanıyorsa işte bu imanı ve kelimei tevhidi anlam taşır. Çünkü İslam'ın akidesini, bir anlamda anayasasını oluşturan tartışılmaz ilk maddesi; "Allah'ın birliği, Kur'an'ın Allah'ın son vahyi oluşu ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) son elçi oluşudur."

Allah birdir ama...
Allah'ın birliğine inanıyorum ama Hz. Muhammed'in (s.a.v.) elçi veya son elçi olduğuna inanmıyorum diyenin imanı bir anlam taşımaz.

Dinler arası diyaloğun yeri ne?
Müslümanlar diğer din mensuplarıyla görüşebilirler. Komşuluk ilişkileri, ticaretleri, siyasi anlaşmaları olabilir. Ancak bütün bu münasebetler; Müslüman'a, gayrimüslime İslam'ı anlatmadan vazgeçme hakkı vermez.
Hz. Resulullah'ın yaptığı da buydu. Diğer din mensuplarına ve devlet başkanlarına İslam'ı tebliğ etti. Müslümanların diğer din mensuplarıyla ilişkileri yürütmelerinde bir engel yoktur. İnsani ilişkiler elbette devam etmelidir. Dindarlar birbirleriyle elbette görüşürler.
Ancak dinler arasında diyalog denilince durum farklılaşır. Bu diyalog nasıl olacak?
Kur'an'ın hangi ayetinden vazgeçeceğiz? Hz.İsa'nın Allah'ın oğlu olmadığını veya Hz. Üzeyir'in Allah'ın oğlu olmadığını belirten ayetleri mi tartışmaya açacağız?
Biz, son kitaba ve peygamberimize iman etmekle yükümlüyüz. Bütün insanları da bu dine, İslam'a çağırmakla sorumluyuz. Onun içindir ki dinler arası diyalog safsatası, İslam'ı diğer dinlerle eşitleme gayesi güden bir projedir. Bir Müslüman bunun içinde olamaz.

Dini kim anlatmalı?
Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e (s.a.v.) dönüş yapan her bir ilim sahibi İslam'ı tebliğle ilgilenebilir. Bu noktada bir tekelleşme, Kur'an'ın ruhuna aykırıdır. İctihad kapısı tekelleşmeye engel olsun diye tutulmuştur. Mezhep sahibi ulemanın veya mezhep kurabilme ufku taşıyan alimlerin bu özgür ortamda ortaya çıktığını görüyoruz. Hatta bazı dönemlerde, devlet ricali bir mezhebi öne çekmek istediğinde, o mezhebe mensup alimler buna sıcak bakmamış ve 'diğer mezhebin ictihadı benimkinden daha isabetli olabilir' demişlerdir. Bu güveni ve manevi hassasiyeti açıkça ifade etmişlerdir.
Bu noktada hassas olunması gereken husus şudur: Dini anlatma ve tebliğ etme imkânı ehli sünnet uleması için daraltılıp da, eksenden kayan ilkesiz gruplara açılırsa, işte bu yol geleceğimiz için ciddi bir hataya dönüşebilir.