Hasan Basri Yalçın

HASAN BASRİ YALÇIN

Tarihi 11 Eylül 2017

Müzakereleri askıya almak

Malum. Almanya seçimlerinde ana gündem maddesi Türkiye ve Erdoğan. Televizyonda kozlarını paylaşması beklenen Merkel ve Shulz işi gücü bırakıp Türkiye'ye dair sertlik yarışına girdiler.
Shulz biraz daha desteksiz atma eğiliminde.
Kazanma şansı yüksek olan Merkel ise daha ihtiyatlı. Ama yine de bu açık arttırmada Merkel de eli bayağı bir yükseltti.
Bu tartışmaların bir kısmında Türkiye'nin AB üyeliği de söz konusu oldu.
Müzakerelerin askıya alınması ve gümrük birliği anlaşmasının gözden geçirilmesi gibi konular ele alındı.
Konuyla iligli yapılan birçok değerlendirmede görmüşsünüzdür.
Aslında Almanya ve hükümeti bu kounda tek başına karar almıyor. Veya bu anlaşmaların gözden geçirilmesi gibi konular belli prosedürlere bağlı. Yani öyle seçim vaadi olarak söylemek kolay ama gerçekleştirmek söz konusu olduğunda mesele o kadar basit değil.
Fakat benim önemsediğim kısmı bu da değil. Velev ki öyle olsun.
Hukuken ya da AB siyaseti açısından da bu mümkün olsa ne fark eder. Diyelim ki seçimlerden galip çıkan Alman hükümeti bu yetkiye ve etkiye sahip olsun.
Gerçekten artık bir önemi kaldı mı?
Zaten ortada müzakere var mı?
Hepimiz biliyoruz. Müzakare süreci 2008'den bu yana devam etmiyor. O tarihlerde AB stratejik bir karar aldı. Türkiye'nin hızlı ilerlemesi Güney Kıbrıs Rum kesimini dahil ederek kesildi.
Müzakerelere devam etmek istemeyen AB bunun suçunu Güney Kıbrıs vetosuna yükledi.
Zamanla müzakereler yavaşlatıldı. Ağır ağır askıya alındı. Müzakere fasılları birer birer donduruldu.
Siyaseten bunun kararı on yıl önce verildi. Ve gün geçtikçe daha da sertleşti ve netleşti.
Bugün Türkiye'de AB sürecinin ilerleyeceğine dair inanç çoktan kaybolmuş durumda. Hem devletin hem de vatandaşın bu konuya dair beklentisi de yok.
Bir müzakere sürecinin devam edebilmesi için taraflardan en azından birinin beklentisi olması gerekir. Fakat AB Türkiye ilişkilerinde böylesi bir beklentiye rastlamak mümkün değil. Her iki taraf da müzakerelerden uzak durma niyetinde.
Esasen Türkiye müzakereleri devam ettirmeyi tercih edebilirdi.
Fakat dünya siyasetinin içinden geçtiği konjonktür AB'yi Türkiye için cazip bir adres olmaktan çıkartıyor. Uluslararası sistemdeki güç boşluğu Avrupalı ülkeleri de tedirgin ediyor. Suriye'nin doğuracağı terör ve göç gibi sonuçlardan etkilenmeye açık Avrupa devletlerinin öncelikli gündemi bu iki konu. Şimdilik bu iki alanda Türkiye ile işbirliği yapmak yerine Türkiye'yi evcilleştirmek ve kontrol altına alma peşinde olan Almanya yakınlaşmayı değil rekabeti öne çıkarıyor.
Ukrayna krizi sonrasında Amerikan desteğinin de sorunsuz olmadığını gördüklerinden AB üyesi ülkeler yeni dönemde güvenlik ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarına dair düşünceler geliştirmeye gayret ediyor. Merkel'in kendi başımızın çaresine bakmayı öğrenmeliyiz demesi bunun ilk işaretiydi. Böylesi bir süreç başlayacak olursa AB'nin kendi içinde kırılmalara yol açması ihtimali oldukça yüksektir.
Kısaca şunu söylemek lazım. AB siyaseti kendisi kriz içindeyken zaten Türkiye ile müzakere yürütmesi veya Türkiye'nin AB'yi cazip bulması sürpriz olurdu. Bu nedenle müzakere sürecinin kesileceğine dair tartışmaların içi boştur.