Ergün Diler

ERGÜN DİLER

Tarihi 26 Ocak 2013

Türk dersi

Amerika II. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'yi, İngiltere'ye bırakmamak için harekete geçti. Girebildiği her kurumun içine sızmaya çalıştı. Elini attığı her yerde İngiliz izi buldu. Bu arada Türkiye'ye özel ilgi gösterip karış karış gezen önemli bir istihbaratçı "Dünyanın en önemli merkezlerinde BÜYÜKELÇİ olarak görev yaptım. Ama şu Türkler'deki DEVLET kurma kabiliyetini kimsede göremedim. Türkler başkadır. Bunu da en iyi biz BATILILAR biliriz" dedi...
Birinci Dünya Savaşı'nın acısını bilen Türkiye ikinci savaştan uzak kalmayı başardı. Ama yine de ülkenin toplardamarlarına sızmayı engelleyemedi. Bir yandan Avrupa, bir yandan Amerika içeri girdi. Ülke virüs saldırısı altında 90 yıl geçirdi. Hiçbir ülkenin yaşamadığı sıkıntıları yaşadı.
Ekonomik, askeri, siyasal ne kadar fatura varsa hepsini ödedi. Darbeleri gördü. Asılan Başbakan gördü. Biçilen gençlik gördü. Batan bankaları, krizleri gördü. Yağ, un, elektrik, şeker bulamadığı, pasaport alamadığı günleri gördü. Terörü gördü. Örgütleri gördü. Hainleri gördü...
Yaşadığımız bütün sıkıntıların ardında "Aman bunları kendi haline bırakmayalım gün gelir başımıza bela olur" felsefesiyle hareket eden BATI vardı!
Ama olacak ile öleceğe çare yoktu! İşte Türkiye zaptedilen bütün kurumlarına rağmen ayağa kalktı! 90 yıllık UYKU dönemi sona erdi. BATI'ya verilen "Kendi halimizde iddiasız bir ülke olacağız ve öyle kalacağız" sözünü kaldırıp çöpe attı...
Haliyle bu kolay olmadı... Ankara, laboratuvarlarda geliştirilen sol-sağ, muhafazakar-laik, Sünni-Alevi, Türk-
Kürt gibi ayrımcılıklara rağmen bunu yapmayı başardı...
Sık sık söylediğim gibi adamlar bizim DNA'mızı biliyordu.
Nasıl ayrışacağımızı, neye nasıl tepki vereceğimizi bizden daha iyi tahmin ediyordu!
Nasıl mı? Anlatalım...
17 Ağustos 1999 depremi bütün Marmara'yı yerle bir etmişti. Ülke büyük acı ile kavruluyordu. Acılar sıcakken Almanya-Türkiye Milli Futbol Takımları MÜNİH'te karşı karşıya gelecekti. Ben de biraz nefes almak için maça gitmeye karar verdim. Uçağa bindiğimde kimsenin yüzü gülmüyordu. Depremin üzerinden günler geçmesine rağmen herkes buruktu...
2 saatlik yolculuktan sonra Münih şehir merkezinde bir otel buldum. Şehre Türk akını vardı. Herkes acıyı unutmak ve ellerini birleştirmek için kente hücum ediyordu. Maç başlamadan önce statdaki bütün televizyonlarda yıkılan evler ve Almanlar'ın yaptığı yardım organizasyonları gösteriliyordu.
Hatırladığım kadarıyla Sergen'in çok iyi oynadığı maç 0-0 sona ermişti. Maç sonunda otele geldiğimde yıllardır görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım. Onun da benim gibi maç için İstanbul'dan geldiğini düşündüm ama yanılmışım...
Almanya'da yaşayan bir Türk kızıyla hayatını birleştirmişti. Çok severdik birbirimizi...
Ayrılmak istemedik. Kolumdan tutup otomobiline bindirdi. Birkaç saatlik yolculuktan sonra BAVYERA eyaletinin küçük bir kasabası olan SCHWEINFURT'a geldik. Hiç unutmam, arkadaşımın evinin bulunduğu binanın girişini enfes yemek kokuları kaplamıştı! Eşi, biz geleceğiz diye hazırlık yapmış, lüks otelde bulamayacağınız bir büfe hazırlamıştı... Neyse...
Yemekten sonra TÜRKLER'in işgal ettiği en önemli caddeye gittik.
60 bin nüfuslu kasabanın her yerinde Türk izi vardı! Türk bakkalı, manavı, kasabı ve lokali ilk göze batanlardı. Kent, ilk Türk işçilerini ağırlamakla övünüyordu.
İlk Türk buraya 1962'de ayak basmıştı!
Lokale girdiğimizde şaşırmıştım. Sanki ANADOLU'daydım. İstanbul'dan geldiğimi duyan koştu.
Çaylar, kahveler içildi. Sohbetin en koyu yerinde sarışın uzun boylu bir adam geldi. Selam verip yandaki masaya oturdu. Hafızam yanıltmıyorsa adı Audrick'ti...
Hemen yanıbaşımda oturan Karslı İbrahim Amca sesini yükselterek "Alman gel hele misafirimiz var" dedi...
Şaka yaptığını düşündüm. Ama değildi! O sapsarı "Selamünaleyküm" diye içeri giren adam Alman'dı! "Neler olup bitecek" diye merakla beklemeye koyuldum. Sessizlikten sonra amca anlatmaya başladı...
"1962 kışında buraya geldik. Ne yol, ne ev, ne çarşı vardı. Türkler havaalanına iner inmez şantiyelere götürülüyordu. Almanya'ya ilk adım atan bizdik. 150 kişi kadardık. 20 arkadaşımla birlikte şu RULMAN ve BALATA fabrikasında çalışmaya başladık. Almanlar disiplinliydi. Biz de çok çalışıyorduk. Savaştan çıktıkları her hallerinden belliydi. Çok katıydılar. Bir ara patron 'Herkes Almanca konuşacak. Kimseye ayrı komut verilmeyecek' diye genelge yayınladı. Şaşırmıştık. Ama yapacak birşey yoktu. Yani bildiğimiz yoldan dönmeyecektik. Ama meister (ŞEF) çok acımasızdı. Bağırmaktan boğazları şişiyordu. Patronun emrini yerine getirmek için çırpınıyordu..."
Merak edip araya girdim...
Ne oldu peki?
"Tam 27 yıl orada çalıştım. Gece demedik gündüz demedik...
Sonunda şu yanımda gördüğün ALMAN yani acımasız ŞEF bülbül gibi TÜRKÇE konuşmaya başladı...
Türkçe ile yetinmedi, bütün adetlerimizi, dinimizi, kız istemeyi, okey oynamayı, halay çekmeyi bile öğrendi..."
Şaşkınlığım tavan yapmıştı...
Tam bir soru sormayı düşünürken İbrahim Amca devam etti...
"Bir gün Alman patron, fabrikadaki bütün Türkler'i topladı. Zamanla çoğalmıştık. Hepimiz bir ihtiyaç meydana getirip bir Türk'ün daha iş sahibi olmasını sağlıyorduk. Çoğunluk bizdeydi. Her zaman şık giyinen patron masanın üzerine çıkıp 'Ben sizin buraları ele geçireceğinizi biliyordum.
Sizler hem çalışkan, hem akıllı insanlarsınız. Bu nedenle ALMANCA zorunluluğu getirdim. Ama gelinen noktada fabrikada TÜRKÇE konuşmayan kalmadı. Bunun olacağını da Birinci Dünya Savaşı'nda Türkler'le birlikte savaşan BABAMDAN öğrenmiştim. Babam 'Türkler bir mevziye girerse çıkmayı bilmez' derdi... Haklı çıktı... Olsun! Mevziyi size bıraktığım için çok mutluyum. İyi ki varsınız!' dedi."
Yani, adamların patronları da siyasetçileri de istihbaratçıları da bizi biliyordu... Bu nedenle kendi halimize bırakılmıyorduk... Ancak geldiğimiz noktada en büyük sıkıntı kendilerinde...
Avrupa Birliği dağılmanın eşiğinde. Yani bizi 50 yıl kapıda bekletenler şimdi birbirine düştü! İngiltere AB'den çıkmak için referanduma gitmeyi düşünmeye başladı. Berlusconi "Ne AB, İtalya'yı ne İtalya, AB'yi taşıyamaz" dedi. Fransa "Biz darboğaza düşersek AB dağılır" açıklaması yaptı. Merkel ise 25 Şubat'ta kürt sorununu çözmekte kararlı olan Ankara'ya "Gelin yeni Avrupa'yı birlikte kuralım" teklifi yapmaya hazırlanıyor! Tabii bunu kimse bilmiyor.
Bunlar neden peki?
Türkiye, içeriyi temizledi. Başta kimse buna itiraz etmedi. YENİ TÜRKİYE'ye sıcak baktılar. Ancak ne zaman BÜYÜK TÜRKİYE masaya gelince şaşırdılar!
Bizi iyi tanıyorlardı! Misak-ı Milli'nin dışına taşacağımızı düşünemediler!
Oysa Ergenekon, Balyoz operasyonları ile içerideki AVRUPA-ABD yanlıları tasfiye edildi. 12 Eylül ve 28 Şubat DARBE soruşturmaları ise Amerika-İsrail'e ikazdı.
Yani Ankara, ayak seslerini duyordu.!
Hatta önceki gün PINAR SELEK hakkında çıkan mahkeme KARARI, Fransa'ya "Kime neden destek verdiğinizi biliyoruz" mesajıydı!
Anlayacağınız uykudan uyanan Türkiye'yi göremediler...
Türkiye'ye güneş doğması, onlar için KABUSUN başlamasıydı!
Biri çıkıp "Türkiye AB'yi sarsacak" dese kim inanırdı! Nereden nereye geldik!
Sakın içeride "gıcırtı" yapanlara kulak asmayın! Onlar Avrupa'nın sözcüsü...
Görevleri gazetelerde ya da ekranlarda KİRLİLİK yaratmak! Siz bunların kim olduğunu biliyorsunuz!
Ciddiye almayın!

NOT: Patriotlar geldi. Türkiye'nin büyüyeceğini gören 350 Alman askeri de füzelerin arkasındaki yerini aldı...
Berlin galiba gerçeği gördü. Ama Avrupa hala direniyor!
Londra ise şaşkın!