Herkesi Hızır Bilmek

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 19 Haziran 2017 Güncelleme 19 Haziran 2017, 00:19
Herkesi Hızır Bilmek

İÇİNDEKİLER

İslam'ın hakiki bir din olduğunun en iyi delillerinden birisi engin hoşgörüsüdür. Bir dinin veya cemaatin müntesiplerine karşı sevgiden, merhametten ve ahlaktan söz etmesi bizi şaşırtmaz. Fakat insanlar arasında herhangi bir ayrım yapmadan bütün insanlara ahlaklı davranmayı ilkece kabul etmek İslam'ın bir şiarıdır. Üstelik İslam, bunu yaparken insanları bu şekilde ikna etmek ve onları kazanmak maksadı da taşımaz. Tam aksine bu şekilde müminin Allah'ın rızasını kazanabileceğini söyleyerek her türlü takiyeyi (niyeti gizlemek) ortadan kaldırır. İslam ahlakında takiyeden yani niyeti gizlemekten söz etmemiz mümkün değildir. Ahlak, başka bir maksat taşıdığında artık atı ahlak değil, iki yüzlülük olur. Mevlana'nın dergahında yazılı bir levha vardır: 'Ne olursan ol gene gel' diye başlayan bir şiirdir. Şiirin Mevlana'ya ait olmadığı kesin, fakat İslam'ın insan ve ahlak anlayışını özetleyen en iyi şiirlerden birisi olduğunda da tereddüt yok. Bu şiirin İslam'dan neşet ettiğini vurgulamak üzere şu soruyu sormak gerekir: 'Elimize böyle bir levhayı alsak onu başka nereye asabilirdik? Sınıfsal yapıların egemen olduğu Hindistan hoşgörüsünde (!) bu levhadaki engin hoşgörünün karşılığını bulabilir miydik? Yahudi mabetlerinde veya Hristiyanlar arasında veya başka din ve felsefelerde mutlaka 'önce insan' diyebilecek, 'Ne olursan ol, gene gel' diyebilecek öğreti bulabilir miydik? Genellikle içe kapalı o dinlerin ilkeleriyle çelişmeden böyle bir evrenselliği bulamazdık. İslam söz konusu olunca, böyle bir levhayı asamayacağımız hiçbir yer yoktur. Buna muhalif bir kişi veya kurum olursa, o kişi veya cemaat İslam'ın evrensel ahlakından uzak kaldığı için muhalif olmuştur.

RAHMAN ELİ GÖREBİLMEK
Her insan hayatında bir kez bile olsa Hızır ile karşılaşmak ister; niçin diye sormaya gerek yok. Biz hayatımızı hemen ve kolayca değiştirebilecek şeyleri severiz. Bir kitap okusak hayatımız değişse, bir kişi tanısak işlerimiz kolaylaşsa ne iyi olurdu deriz. Kısaca bir anda ve zahmetsizce oluverse taleplerimiz! Pek çok Müslüman'ın hayalinde bir beklenti yumağı haline gelen Hz. Hızır, sıradan gidişatı değiştirebilecek olağan dışılığı anlatır. İslam, bize bir Hızır aramak yerine şöyle bir ilke verir: Herkesi Hızır bil! Aslında İslam'da bundan daha fazlası da söylenmiştir. Sadakayı veren insan sadakanın dilencinin eline düşmezden önce Rahman'ın eline düştüğünü bilir. Sadakayı alan ve veren elin 'Rahman eli' olduğunu bilir. Bir hadiste Allah, kuluna 'Senden yemek istedim vermedin, su istedim, vermedin, hasta oldum ziyaret etmedin' der. Sonra bunun nasıl olacağı izah edilir: hastayı ziyaret eden Allah'ı ziyaret etmiş, yoksulu yediren Hakkı yedirmiş gibi olur. Mesnevi'de geçen bir hikayede basit düşünceli bir insandan daha ilginç sözler işitiriz: Saz çalarak hayatını sürdüren dilenci, Allah için türkü okumaya başlar: 'Allah'ım! Keşke bana gelsen seni ağırlasam, sana yemek versem, su ikram etsem, elbiseni yıkasam.' Bu sözleri duyan Hz. Musa çobanı uyarır, hatta biraz azarlar. Burada hayal ile akıl arasındaki çatışmayı buluruz. Hz. Musa şeriatı ve aklı temsil ederken çoban sıradan insanın çocuksu tahayyülünü temsil eder. Mevlana bu konuşmayı sonuçsuz bırakır. Acaba çoban samimi bir üslupla böyle konuşmayı sürdürecek midir, yoksa soyut bir dindarlığa mı yönelecektir? Hikayede Hz. Musa haklıdır fakat yine de çobanın samimiyetini koruyabileceği çözüm bulmak lazımdır. Din bize o çözümü göstererek Allah'ı nasıl misafir edebileceğimizi göstermiştir. Allah misafir olmaz, yemek yemez, su içmez. Fakat O'nun vekiline ve misafirine yemek yedirmek, onu ağırlamak, hürmet etmek Allah'a hürmet ve hizmet etmektir. Her insan yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Halifeye, yani vekile hürmet, onu vekili yapana hürmettir. Herkesi Hızır bilmek, her insanı Hakkın vekili bilmek demektir. Vekile hürmet sahibine hürmet demektir.

ALLAH İÇİN SEVMENİN VE KIZMANIN ÖLÇÜSÜ NEDİR?
Birini Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek dinin emridir. Mümin seviyorsa Allah için sever, kızıyorsa -arzusu için değil- Allah için kızar. Aklının olduğu gibi duygularının merkezinde de Allah vardır. İbnü'l- Arabi anlatıyor: 'Biri vardı, şeyh Ebu Medyen'e kızardı. Ben de 'Allah dostuna düşmanlık edene düşmanlık ederim' diyerek ona buğz ettim. Bir gece Hz. Peygamberimizi rüyamda gördüm. Yanımızda o arkadaşım da vardı. Bana onu sorduğunda 'Ben onu sevmem' dedim. Sonra şöyle sordu: "Niçin sevmiyorsun? Yoksa o Allah'ı ve Peygamberini sevmez mi?" Ben de 'Elbette ki Allah'ı ve peygamberini sever' dediğimde tekrar sordu: 'Allah'ı ve peygamberi seven birini sen niçin sevmiyorsun?' Ben de 'Bir Allah dostu olan Ebu Medyen'i sevmiyor' dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: 'Allah'ı ve peygamberini sevmesi onu sevmene yetmiyor da Ebu Medyen'i sevmemesi ondan buğz etmene nasıl yetiyor?' Uyanır uyanmaz hediyeler alıp arkadaşıma gittim, helalleştik, barıştık. Demek ki, Allah'ı ve peygamberi sevdiğine inanılan bir insana geçici olarak kızılsa bile ondan nefret edilemez.

BİR AYET

'Muhammed, Allah'ın peygamberidir. Onunla beraber olanlar kafirlere karşı çetin, kendi aralarında ise merhametlidirler. Sen onları rüku ve secde ederken rablerinin ihsan ve rızasını talep ederken görürsün.' (Muhammed, 29)
Bu Ayet-i Kerime, Hz. Peygamber'in Allah'ın peygamberi olduğunu beyan ederek başlar. Hz. Muhammed'den (sav) söz etmek, Allah'ı ve O'nun elçisini düşünmek demektir. O, Allah hakkında bilgi verir, Allah'tan aktarır insanları O'nun rızasını kazanacakları şekilde terbiye ederdi. İnsanlara Allah'ın buyruklarını öğretmişti. Onun yanında talim gören insanlar, yani sahabei kiram ve sonraki nesillerden gelen müminler, birbirlerine karşı merhameti öğrenmişlerdir. Bizzat Hz. Peygamber, 'Allah'ın rahmetiyle onlara yumuşak davrandın' diye övülerek, merhametli, şefkatli diye nitelenmiştir. İnsan, kimin yanında bulunursa davranışlarını ondan alır. Müminler birbirlerine karşı merhametli olmak zorundadır. Bu, Allah'ın bir emridir. Buna aile ve toplum içi davranışlar dahildir. İslam şiddetin her türlüsünü yasaklamıştır. İnsanın iç dünyasında yaşadığı anlamsız çatışmalar, bunun dışa yansımasıyla ortaya çıkan şiddet yasaklanmıştır. Kafirlere karşı ise şiddetlidirler. Bu ifadeyi ise yoruma tabi tutmak gerekir. Müminler, bir insan olarak kafire karşı şiddetli olmazlar, fakat onun inançsızlığına karşı çetin dururlar. Onlar insana değil, insanda ortaya çıkan kötü niteliklere karşı çetindirler.

BİR HADİS

'Kuran-ı Kerim okuyan mümin turunçgillere benzer. Kokusu da güzeldir, tadı da güzeldir. Kuran-ı Kerim okumayan mümin hurma gibidir. Tadı güzeldir kokusu yoktur. Kuran-ı kKerim okumayan münafık reyhane otuna benzer. Kokusu güzel tadı kötüdür. Okumayan münafık ise Ebu Cehil karpuzu gibidir. Ne tadı vardır, ne kokusu.'
Bu Hadis-i Şerif nefis benzetmelerle iman ve amel ilişkisini Kuran-ı Kerim ile ilişki üzerinden izah eder. Mümin iman sahibi olduğu için her zaman iyi ve temizdir. Bununla birlikte ona yakışan amel ve ahlaktır. Amel ve ahlak bir koku gibi imanı dışarıya vurur. Bu bakımdan ameller iman kokusunu taşır. Gerçekte biz imanı bilemeyiz ve onu göremeyiz; amellere bakarak imanı anlamaya çalışırız. Mesela biliriz ki, iman merhametli olmaya, dürüst, doğru sözlü ve cömert olmaya yol açar. İman ve amel varsa böyle bir insan turunçgillere benzer. İmanı var fakat Kuran okumayan ise hurmaya benzer. Tadı güzel, kokusu ise yoktur. Başkalarına ulaşacak faydası yok demektir. Buna mukabil davranışı iyi gözüken fakat kalbinde ameline kaynak olacak imana sahip olmayan dış görünüşü iyi fakat kalbi kötü insanlar da vardır. Hz. Peygamber, onları reyhane otuna benzetir. Hem ameli kötü hem kalbi kötü olanlar ise hiçbir kimse tarafından sevilmeyen yabani karpuza benzetildi.

SORU-CEVAP

Sabır nedir? 'Sabır başa belanın ilk geldiği anda olur' ne demektir?
Sabır sıkıntılar esnasında Allah'ı hatırlamak, daha doğrusu Allah'ı unutmamaktır. Allah sıkıntılarla insanı sınar, kendisini unutup unutmadığımızı bize göstermek ister. İnsan sıkıntıda Allah'ı hatırlar ve 'Rabbim beni sınamak için bunlar geldi, biliyorum' diyebilirse, buna 'sabır' denilir. Allah sadece sıkıntı ile değil, nimet ile de insanı sınar. Bazen nimetle sınamak sıkıntı ile sınamaktan daha çetin sınavdır. Sabır nimet ve sıkıntı esnasında Allah'ı unutmamak demektir.

E. Demirli danışmanlığında hazırlanmıştır