İbadet Özgürleşmektir

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 28 Mayıs 2017 Güncelleme 28 Mayıs 2017, 00:00
İbadet Özgürleşmektir

İÇİNDEKİLER

Ramazan ayında en sık karşılaştığımız şey oruç hakkında medya iletişim araçlarında yapılan karmaşık konuşmalarındır. Bu konuşmalarda orucun sağlıkla ilgisi, Ramazan'da yapılan ibadetler anlatılarak orucun ehemmiyeti vurgulanmak istenir. Bunlar bir ölçüde doğru olmakla birlikte temel bir yanılgıya düşmemiz de kaçınılmaz olur: 'Oruç' dediğimiz ibadetin kendisi ne demektir? Orucu bütün ibadetler arasında ayrıştıran ana özellik nedir? Orucun kendisini tarif etmeksizin Ramazan ayının bize kazandıracaklarını anlamamız mümkün olmayacaktır.

İKİ TEMEL ŞART
Oruç Farsça 'günlük' anlamındaki bir kelimeden dilimize geçmiştir. Arapça'da bu ibadet için kullanılan kelime savm'dır. Orucun iki temel şartı vardır ki bunları dikkate almadan orucu tarif edemeyiz: Bunlardan birincisi niyettir. Niyet sadece oruç için değil, bütün ibadetler için temel şarttır. Çünkü ibadetleri ibadet kılan temel özellik onların Allah rızası için yapılmış olmalarıdır. Bir ibadetin Allah rızasının gözetilerek yapılmasına niyet veya ihlas deriz. Niyetsiz ibadet olmayacağı gibi ibadetin değeri de niyetin ihlaslı olmasına bağlıdır. Hz. Peygamber 'Müminin niyeti amelinden üstündür' derken bunu bize öğretti. İkinci unsur ise 'imsak' yani kendini uzak tutmak demektir. Bu ne anlama gelir? Oruç insanın kendisini belirli bir vakit içinde yemek ve onun bütün türevlerinden bir de cinsellikten uzak tutması demektir. Ramazan'da belirlenen vakitlerde ibadet niyetiyle kendini yemekten, içmekten ve cinsellikten uzak tutabilen insan oruçlu kabul edilir. Bu durumda orucun temel şartı olan 'imsak' bir şey yapmak değil, bir şey yapmamak yani bir eylemsizlik halidir. Orucun bize öğrettiği ilk şey budur: ibadet bazen bir şey yapmamak, sadece söze uyarak kendini sınırlamak anlamına gelebilir. Oruç kişinin eylemsiz kalarak yerine gelen bir ibadettir. Bu nedenle orucun eylemsizlik özelliğinde odaklanmak gerekir. Oruç yememek, bir şey içmemek ve cinselliğe yaklaşmamak demektir. Burada belirtilen hususları iki büyük hazzımız ve ihtiyacımız şeklinde ifade edebiliriz. Oruç bu iki büyük hazzımızla araya iradeli bir mesafe koyan ibadettir. Söz konusu hazlar insanın hayatını sürdürmesinin aracı olan beslenme ve cinselliktir. İslam insana günün belirli bir vaktinde bu iki ihtiyaçtan uzak kalarak dikkatini Allah'a ve O'nun sonsuz kudretine yöneltmesini emreder. Bunu niçin yapar? Hiç kuşkusuz burada hayatın doğal akışını durdurma ve onun dışına çıkmak iradesi vardır.

HAZ VE İHTİYAÇ SARKACI
Orucun bu devrimci yönü, insan hayatının beslenme ve haz arasında sıkışıp kaldığı modern dünyada daha iyi anlaşılabilir. Başka bir anlatımla modern insan orucun bu dönüştürücü ve meydan okuyucu tavrını daha iyi fark edecek imkanlara sahiptir. Hiçbir dönemde insan haz ve ihtiyaç sarkacı arasında özgürlüğü bu kadar kaybetmiş değildi. 'tükettiğin kadar özgürsün' diyen bir dünyada özgürlüğün anlamını yeniden keşfetmek zorundayız. Oruç bize özgürlüğün bazen hazzı 'reddetmek' anlamına gelebileceğini öğreterek 'hayır' diyebilen özgürlüğü fark etmemizi ister. Yemek ile haz arasında sıkışan insanlığımız: Kısa bir molada insan olmayı düşünmek! Bir sufi Allah'ın en büyük ismi (ism-i a'zam) nedir meselesi konuşulurken eleştirel bir dille şöyle der: 'İnsanlar için Allah'ın en büyük ismi ekmek olmalıdır. Çünkü herkes ekmek peşinde koşuyor.' 13. Asrın büyük metafizikçisi ve ahlakçısı Feridüddin Attar bu sözü meczubun dilinden anlatır. Meczup tek bir cümleyle insanlık hikayemizi özetleyerek yeryüzündeki kavgaların, çatışmaların ana sebebini izhar eder. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud ise insan davranışlarındaki temel saikin libidonun hareketi olduğunu söyleyerek meselenin başka bir yönüne dikkatimizi çeker. Müslüman düşünürler benzer yaklaşımlarla insanı harekete geçiren en kuvvetli saikin 'şehvet' olduğunu söylemişlerdi. Allah bu en temel güdülerimizle araya kısa süreli bir mesafe koyarak varlığın ve insanlığın anlamı üzerinde düşünmeye sevk eder. Orucun insanı özgürleştirici yönü budur. En temel ihtiyaç ve hazzımızla araya mesafe koyarak 'insan nedir?' sorusunu tekrar sormamızı temin eder oruç! Çünkü biz haz ve ihtiyaç arasında sıkışmışken 'insan nedir?' sorusu hakkında bulabileceğimiz her cevap şaibeli olacaktır. Oruç ise doğru cevabı bulabileceği

İÇ DÜNYADAKİ BARIŞ, DIŞ DÜNYAYLA VE ÇEVREYLE BARIŞMANIN SEBEBİDİR
İbnü'l-Arabi anlatıyor: 'BİR gün gezinmek maksadıyla ormanlık alanlara gitmiştik. Bir yerde otururken yabani hayvanların bizden kaçıştığını fark ettim. Önce bunu normal karşıladım: 'Vahşi hayvanın insandan kaçması normaldir' diye düşündüm. Sonra içimi muhasebe ettim: Esas vahşiliğin ve saldırganlığın benim içimde olduğunu anladım. Hayvanlar içimizdeki duyguyu sezerek kaçmışlardı. Bunun üzerine içimi düzeltmek için uğraştım, hayvanlara ve tabiata bakışımı değiştirdim. Tekrar ormanlara gittiğimizde hayvanlar artık benden kaçmıyordu.' Kıssadan hisse: İnsanın çevresiyle ve tabiatla kavga etmesinin nedeni içindeki savaştır. Ramazan insanın iç dünyasında bir barış sağlayarak onun cemiyetle ve tabiatla barışmasını temin eder.

HZ. PEYGAMBER'İN AHLAKI VE SîRETİ NÜBÜVVET YÜKSEK AHLAK SAHİBİ OLMAKTIR
Hz. Peygamber'e ilk vahiy geldiğinde, durumu tam olarak anlayamaz ve endişelenerek muhterem eşi Hz. Hatice'nin yanına gider. Hz. Hatice tam bir bilgelikle onu teselli ederek korkmamasını söyler ve şunları hatırlatır: 'Allah'a yemin olsun ki Allah seni hiçbir zaman mahcup etmeyecektir. Çünkü sen akrabayı gözetirsin, zayıfların yüklerini yüklenirsin. Fakirleri yoksulları kollarsın, misafir ağırlarsın, her konuda insanlara yardım edersin.' Bu sözlerde dikkatimizi çeken temel husus, Hz. Hatice'nin bilgeliği ve Allah hakkındaki doğru bilgisiydi. Hz. Peygamber her zaman doğru ve evrensel bir ahlakın sahibi idi. Allah onları her türlü yanlışlıktan muhafaza etmişti. Hz. Peygamber'in ahlakını anlatan Hz. Ayşe şu nefis betimlemeyi yapmıştı: 'Hz. Peygamber'in ahlakı Kuran'dır.' Kuran'ı anlamak Hz. Peygamber'i anlamak, Hz. Peygamber'i tanımak Kuran'ı anlamaktır. Bir insanın hayatı ile bir kitap özdeşleşmiştir: peygamber yürüyen bir kitap idi!

BİR AYET

'Elif Lam, Mim! Bu doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitaptır. Onlar gaybe iman ederler, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan sarf ederler.' (Bakara, 1-3).
Kuran-ı Kerim
Allah'ın kadim kelamıdır. O bir insan sözü olmadığı gibi herhangi bir şekilde beşeri düşüncenin ürünü de değildir. Kuran-ı Kerim ile faydalı bir irtibat kurabilmesinin şartı onun bu niteliğine inanmaktır. İnsan ilahi kitaba böyle bir hürmet duygusuyla yaklaştığı ölçüde onu anlayabilir. Kuran-ı Kerim bir hazinedir ve bu hazine kendisini sadece samimiyet ve hürmetle ona yönelenlere açar. Onlar gaybe iman eden müminlerdir. Bu imanın bir gereği de namaz kılmaktır. Namaz İslam'ın esasıdır. Allah müminleri överken onların ikinci özelliğini zekat vermek olarak zikreder. İnsan Kuran'da anlatılan ahlaka uydukça Kuran-ı Kerim ile daha güçlü irtibat kurar; kurdukça ahlakı daha da güçlenir. Kuran- ı Kerim insanın ahlakı haline gelirse, onu tam olarak anlamak mümkün olur.

BİR HADİS

'Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim. İman bakımından en güzel insan ahlak bakımından en güzel ahlak sahibi olandır.'
İslam
başından sona kadar güzel ahlak demektir. Hz. Peygamber dindarlığı böyle tarif etti. Ahlaklı olmak önce Allah karşısında doğru ahlak sahibi olmaktır. Allah'ı ilk sıraya koymayan bir ahlak anlayışı 'ahlak' sayılamayacağı gibi insanı da kemale taşıyamaz. Hz. Peygamber güzel ahlakı 'tamamlamak üzere' gönderildi. Bunu iki şekilde yaptı: Birincisi ahlak ile Allah'ın irtibatını göstererek ahlakı en yüksek mertebeye taşıdı. Ahlak insana ve cemiyete huzur vermekle kalmaz; insanı Allah'a ve ebedi saadete ulaştırır. İnsan ahlaklı oldukça Allah'a yaklaşır. İkincisi de ahlakı evrenselleştirmiştir. Arap toplumu ahlaklı bir toplumdu fakat onların ahlak anlayışı 'kabileci' ahlak idi. İslam kabileci ahlakın yerine evrensel ahlakı getirerek insana itibarını iade etti: herkes için ahlaklı olmalıyız, her zaman ahlaklı olmalıyız ve her yerde ahlaklı olmalıyız.

SORU-CEVAP

Günlük hayatta en çok karşılaştığımız sorunlardan birisi 'kim Müslümandır?' sorusudur. İslam'da bu sorunun cevabını verebilecek birisi veya bir kurum var mıdır? 'Şu adam Müslüman değildir' deme hakkımız var mıdır?
Bu mesele İslam tarihinde tekfir (bir insanın kafir olduğunu söylemek) meselesi olarak bilinir. Müslümanlar İslam ve iman dairesinin sınırlarını konuşurken bu sorun ortaya çıkmıştır. Bazı aşırı gurupları sınırı daraltarak ibadetleri ihmal eden veya günah işleyenlerin dinden çıktıklarını söylemişti. Bunlara 'hariciler' denilir. Fakat doğru görüş büyük günah işlese bile İslam'ın şartlarını kabul edenlerin dinden çıkmayacağıdır. İnsan günahkar olabilir, fakat kafir sayılmaz. İslam'da insanı aforoz edebilecek bir kurum da yoktur. Bu nedenle Müslümanlar birbirlerini tekfir etmek yerine yardımlaşarak Allah'a daha iyi kul olmanın yollarını aramalıdır.

E.Demirli danışmanlığında hazırlanmıştır...