Irkçılığın panzehiri kardeşliktir

Giriş Tarihi 22 Temmuz 2011, 00:00 Güncelleme 22 Temmuz 2011, 10:22
Irkçılığın panzehiri kardeşliktir

İÇİNDEKİLER

Nihat Hatipoğlu'nun yazısı...

Irkçılığın panzehiri kardeşliktir

Yüce Allah dedemizi (a.s) topraktan yarattı. Sonra Havva anamızı yarattı. Sonra nesilleri oradan yaydı. Bir erkek ve bir dişi, kainatın temeli oldu. Gerekçe de belli idi Rabbı tanımak ve insanlarla tanışmak. Bizler insanoğulları ve Müslümanlar olarak Rabbımızı tanımayı becerdik, ama insanlarla tanışmayı beceremedik. Tanışmanın sonucunda tasarlanan neydi? Savaşmak mı? Hayır! Dünyayı harmanlamak mı? Hayır! Toprağı kana bulamak mı? Hayır! Coğrafyayı parsellemek mi? Hayır! Güçlü olanın zayıfı köleleştirmesi mi? Hayır! Çocuk ve kadın öldürmek mi? Hayır! Bugün şu kadar insanın canına kıydım diye böbürlenmek mi? Hayır! Annelerin binbir zorlukla doğurduğu insanları, ahrette yüzü kızartacak bir gerekçe ile toprağa göndermek mi? Hayır! İnsanın onurunu, şerefini, namusunu, özgürlüğünü, yaşama hakkını, gasp edecek her hangi bir gerekçe mi? Hayır.
Hayır diyorum, çünkü hiçbir din, hiçbir felsefe ve kutsal yukarıda yazdıklarıma "Evet" demez. Diyorsa kutsal değildir. Doğru değildir. Evet diyorsa hastadır, hatadır, kördür, sağırdır. Kitabi dinlerin gerçek metinlerini bundan tenzih ederim.
Diyeceksiniz ki dinler savaşı olmadı mı? Hayır, dinlerin değil, dinleri doğru yorumlamayanların, dünyayı parsellemeye çalışanların egolarını tatmin etmeye çalışanların, nefislerini Nemrudlaştıranların savaşı oldu. Hiçbir dinin peygamberi veya doğru iman edeni savaşı emretmedi. Bu nedenle İslam dini öç, nefret ve sınırsız aç gözlülükle şer üretecek insanı dizginlemek için savaş ayetlerini sürekli "Barışa yanaşırlarsa barışa yanaş: Misli ile mukabele et, aşırı gitme, azgınlaşma, insanı yaşat" Vurgusu yaptı. Çünkü sen saldırmasan da öteki saldıracak. Bunun için Yüce Rabbımız Müslümanı insaf çizgisine çekti. Müslümanlar tarih boyunca insani olan bu çağrıları dinlediler. Karşıdakiler dinlemediğinde de, Müslümanlar dinlediler. Bunun için katilimizin kanını dindirdik, yarasını sardık onun için bizi öldürmeye gelene, önce dinle sonra karar ver dedik. Onun için katilimize yediğimizi yedirdik, içtiğimizi içirdik. Kahır üretseler de, biz kahır sunmadık.
İnsanoğlu insanoğluyla, en takvalı olanını, en iffetli olanını, en onurlu olanını tanımak için tanışmalıydı. En kindar olanını, en bağnaz olanını, en zalim ve en cani olanını bulmak için tanışmamalıydı. Ama maalesef böyle olmadı.
Bizler birbirimizden uzaklaştık. Bizi sevmeyen insanların hazırladıkları tuzaklara düştük. Bizi kavga ettirmek isteyenler, bizim imanımıza ve beldelerimize düşmanlar. Biz onların propagandalarıyla birbirinin yarasını saran değil, yarasına hançer sallayan olduk. Birbirimize bağırdık. Linç geleneği başlattık. Delice bağırdık. Bağırırken, saldırırken, kendimizi yukarıdan seyredebilseydik utanır, ar duyardık. İnsanlığımızdan haya ederdik. Utanırdık. Lakin bize vurmayı öğrettiler. Pusuya düşürmeyi öğrettiler. Yemek yerken, su içerken saldırmayı öğrettiler. Düşünmeyi, dinlemeyi, tedavi etmeyi değil başkasının mezarı ve tabutu üzerinden tatmin olmayı fısıldadılar. Taş atmayı öğrettiler. Gül koklamayı, gül üretmeyi seven bir milleti hiç hak etmedikleri taşla muhatap ettiler.
Maalesef bir kısmımız ırkçılığı din edindik. Rahmet sunması gereken farklılığı, düşmanlığın nirengi noktası yaptık.
Başkasının iyisini görmedik. Bizim kötümüzü başkasının iyisinden iyi gördük. Benim ırkımdandır, memleketimdendir, ailemdendir diye en şer olanı "insan harikası" olarak taktim ettik. Onun için elimiz kana bulaşmasa da katil olduk. İnsanlığı, güzelliği, diyergamlığı, onuru velhasılı güzele ait her şeyi gözden düşürdüğümüz için katil olduk.
Yüce Allah'ın nebisi ( sallahu aleyhi vesellem ) "Irkçılığa çağıran bizden değildir." "Irkçılık davası güden bizden uzaktır." buyurdu. Hangi ırka ve ırkçılığa ait olursa olsun bu değişmez. Bu kuralın istisnası olmaz. Onun içindir ki, Gıfarlı ebu Zer ( r.a.) Hz.Bilal'e siyah kadının oğlu dediğinde ve bu söz Hz.peygamber'e ulaştığında o, çok sevdiği Ebu Zerr'e "Sende hala cahiliye döneminin kalıntısı var" buyurmuştur. Onun için peygamberimiz ırktaşı olan, amcası olan, Kureyş'ten olan, öz amcası Ebu Leheb'i küfründe ve saldırganlığında israr ettiği için bir kenara koymuş: Ama İranlı Selman-i Farisi'yi, İranlı Babeveyh'i, İranlı Bazan'ı, Yahudi kökenli Abdullah bin selam'ı ( r.a. ) kucaklamıştır. Irk ayrımı yapmamıştır. Eğer Müslümansan, bu böyle.. Yok eğer yüce Allah'a din öğreteceksek - haşa - Allah katında o dinin, inancın itibarı olmaz.
Dilimizde, ayrılığın, gayrılığın gerekçesi olamaz. Olmamalı. Elbette kimse dilinden, kavminden ötürü kınanmamalı. Ama kimse de, dilinden, kavminden dolayı kendisine özel muamele beklememelidir. Çünkü ne ırk ve ne de dil (hangisi olursa olsun ) ne övünmenin, ne yerilmenin aracı olmamalıdır. Hz. Peygamber (sav) Medine'ye geldiklerinde Evs ve Hazreç kabileleri arasında yıllardır süren bir kavgaya şahit oldu. Kavmiyet, aşiret, üstünlük ve benzeri cahili sebeplerden dolayı sert savaşlar olmuş ve nice kan dökülmüştü.
Toplumun bir kesiminin diğer bir kesimine düşmanca baktığı yerlerde birlik, güzellik olmazdı. Medinedeki aynı toplumun, iki kavminin kavgası: dışarıdaki Mekkelilerle kavgaya benzemezdi. Çünkü, içerideki kavganın galibi olmazdı. Bunu iyi bilen Allah'ın Peygamberi (sav) bu birbirinden kopmuş iki kavmi birleştirdi. Kavgayı bitirdi. Tek Rabde, tek peygamberde, tek mescitte, tek ezanda birleştirdi.
Yüce Allah bizi babamızdan , annemizden, aşiretimizden, ırkımızdan, dilimizden, doğduğumuz şehirden, yüzümüzün şeklinden, rengimizden, cinsiyetimizden sorgulamayacaktır. Çünkü bunları biz belirleyemeyiz. Ve bunların hiçbirisi, başkasına karşı övünme ve şeref kazanma aracı da olamaz. Ama yüce Allah, bu saydığım hususları nasıl kullandığımızdan bizi sorgulayacaktır. İnanıyorsak bu hesaba isteyerek gideceğiz. İnanmıyorsak ahirette sürüklenerek de olsa bu hesaba getirileceğiz. Ama mutlaka hesap vermeye geleceğiz. Bunun, kaçarı, firarı yoktur. Onun için her sözün, her hareketin sorgulanacağını bilemeliyiz.
Irkçılık fitnesinin, düşmanlığın, her türlü azgınlığın, terörün, bölücülüğün, panzehiri İslam kardeşliğidir. Panzehiri sevgidir. Dostluktur. Merhamettir. Akıldır. İnsanftır. Aklı başında olanların, dengesini kaybetmeyenlerin iki adım öne çıkmasıdır. Yanlış insanlara, bu topraklara yabancı felsefelere kulak vermemektir. Çünkü Kuran uyarıyor, hem de apaçık ayetlerle uyarıyor.; Fitne cinayetten daha beterdir..

SORULAR

S.1- Reenkarnasyona inanmak doğru mu?
C-1- Reenkarnasyon denilen, ruhun başka bir bedene girerek yeniden hayata dönmesi inancı bir safsatadan ibarettir. Her kesin bir bedeni ve bir ruhu vardır. Ruh bedeni terk ettiğinde ölüm hadisesi meydana gelir. Beden çürür, ruh ise -bedenle irtibatlı olarak ki,bu irtibat manevi bir bağdır- ya azab veyahut nimet görür. Reenkarnasyonun safsata olduğunu belirleyen ayetlerden birisi Müminun suresinin 99 . ayetidir. Bu ayeti kerimede insanların dünyaya dönmelerine engel olan bir berzahtan-perdeden, engelden bahsedilir. Yani ölenler, isteseler de, istemeseler de dünyaya dönemeyeceklerdir.
S.2- Bütün malımı bir çocuğuma bıraksam günaha girer miyim.?
C-2- Elbette bir çocuğunuza daha çok meyl edebilirsiniz Ama miras, Allah'ın koyduğu bir haktır. Belli gerekçeler olmaksızın, mirastan çocuğunuzu mahrum etmeniz caiz olmaz.
S-3- Doğum yaparken ölen kadının yeri neresidir?
C-3- Hz. peygamber doğum yaparken ölen kadının şehit olduğunu haber veriyor. Bu hadis, kadını yücelten bir tespittir. Kadını kaybedenlere ve geride kalanlara ve de hayatını kaybeden cenine de bir tesellidir.
S-4. Cehennem azabı kalıcı mıdır?
C-4- Müslüman kişi-Allaha ve Hz. peygambere iman edip bu imanla öldükten sonragünahları ne kadar çok olursa olsun cehennemde sonsuza kadar kalmaz. İşlemiş olduğu günahların cezasını çeker ve sonunda Yüce Allaha iman ettiğinin karşılı olarak cehennemden çıkar. Elbette her günahın ve iyiliğin karşılığı görülür. Hiçbir şey kaybolmaz. Günahkar Müslüman günahını ödedikten sonra şefaatle veya Yüce Allah'ın umumi affıyla cehennemden çıkar. Elbette bu Müslüman ile, cezasız cennete giren Müslüman arasında makam farkı olacaktır.
S-5-Mazlumun bedduası tutar mı?
C-5- Allah'a inanmasa bile, mazlum olan kişi beddua etse, bedduası karşılık bulur. Çünpeygamberimiz, mazlum ile Allah arasında hiçbir perde yoktur, buyurmuştur. Burada peygamberimiz Müslümanı veya gayri müslimi ayırmamıştır. Onun için hiç kimsenin bedduasını almamak lazım. Ahiret alemine zalim sıfatıyla gitmemeye çabalayın.
S-6-Sonradan Müslüman olan kişi sünnet olmak zorunda mı?
C-6- Sünnet olmak, Müslümanların adetlerinden ve İslamın önemli şiarından-sembollerinden- dir.Önemli bir sünnettir. Hz. İbrahimin uyguladığı bir emirdir. Sonradan Müslüman olan bir insanın sünnet olması yerindedir. Ama, Müslüman olduktan sonra sünnet olmazsa, Müslümanlığına zarar gelmez.Sadece bu konudaki sünneti terk etmiş olur.
(Sabah)