Tarihi 30 Mart 2017

‘Diktatör’ Hayır Çadırında

Cumhurbaşkanı Erdoğan Sarıyer'deki Cumhurbaşkanlığı konutundan çıkıp Atatürk Havalimanı'na giderken makam aracını durdurdu ve AK Parti'nin 'evet' çadırına girdi. Alıştığımız bildiğimiz bir tablo. Milletle seçmeniyle iç içe olan onlarla hesapsız, kuralsız, önceden planlanmamış bir şekilde buluşan ve samimi şekilde dertleşen görüntülerini daha önce de gördük Erdoğan'ın.
Bu seferki buluşmanın diğerlerinden farklılaşan kısmı Erdoğan'ın 'evet' çadırının hemen yanındaki 'hayır' çadırını da ziyaret etmesiydi.
Erdoğan kendisine oy vermeyen seçmenlerle ilk kez buluşmadı ancak siyasi farklılaşmanın belirginleştiği referandum sürecinde 'evet' çadırından çıkıp duraksamadan 'hayır' çadırına girmek kayda değer bir gelişme.
Tabii ki medya da bu kayda değer gelişmeyi kaydetti.
Geleneksel ve sosyal medya mecraları bu gelişmeyi takipçilerine aktardılar.
Aktarırken de hepsi medya etiğinden ne anladıklarını bir kez daha göstermiş oldular.
Medya etiğini konuşurken sıkça içerisine düştüğümüz bir tarafsızlık yanılgısı var. Zannediyoruz ki medya tarafsız olabilir, hatta tarafsız olmak medyanın olmazsa olmaz bir özelliğidir.
Ancak medya istese de tarafsız olamaz ve tarafsız olmak gibi bir zorunluluğu yoktur.
Gazeteci, sunucu, köşe yazarı, genel yayın yönetmeni gibi farklı görevlerini ifa eden bireylerin hepsinin siyasi görüşleri vardır ve bu görüşler habere, yoruma, metne, görüntüye yansır. Burada bir sorun yok.
Sorun olan ise sadece gazeteciliğin değil iyi insan olmanın temel koşullarından birisi olan dürüstlük mefhumunu ayakları altına alarak gazeteciliği siyasetin bir aracı, enstrümanı haline getirmektir. Medya taraflı olabilir ama tarafını desteklemek için yalan söyleyemez.
Erdoğan'ın 'hayır' çadırını ziyareti taraflı olmakla yalancı olmak arasındaki farkı bize çok belirgin bir şekilde gösterdi. Erdoğan mücadeleci bir siyasi çizgiden geliyor. Bir siyasetçi, vatandaş veya gazeteci kendisini eleştirdiğinde sözgelimi Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaptığı gibi 'hepinize saygı duyuyorum, hepinizi seviyorum' gibi gerçek hayatta karşılığı olmayan jenerik laflarla eleştiriyi geçiştirmiyor. Eleştiri ile yüzleşiyor, itiraz ediyor, mücadele ediyor, eleştiri sahibinin fikrini değiştirmeye çalışıyor.
Eğer değiştiremezse de kendisini eleştiri sahibinden farklılaştırıyor. Bunların hepsini mücadeleciliğinden kaynaklanan bir dobralık ve hararetle yapıyor. 'Hayır' çadırında Erdoğan ile vatandaşlar arasında da tam olarak bu yaşandı. Vatandaşlar ortamda kameralar, korumalar, güvenlik güçleri varken Erdoğan'ı yüzüne karşı eleştirdiler. Erdoğan da onları geçiştirmek yerine 'sizin görüşünüze saygı duyuyorum, sizi de seviyorum' demek yerine eleştirilere cevap verdi.
Evet, diktatör olmakla itham edilen Erdoğan yaptı bunları. Bir kez daha önceden planlamadan milletle buluştu hem de kendisini kıyasıya eleştiren insanların olduğu hayır çadırına girerek yaptı bunu. Muhalifleri ile buluşan ve o buluşmada muhalifleri olan sade vatandaşlar tarafından eleştirilen bir lider ne kadar diktatör olabilirse, onun bu buluşmasını bile kamere görüntülerine rağmen çarpıtanlar da o kadar gazeteci olabilirler.
Maalesef yaptılar bunu. Hükümeti destekleyen medya organlarını yandaş olmakla suçlayıp, kendileri yandaşlık için yalana yalan katmaktan çekinmeyen medya organları Erdoğan'ın 'hayır' çadırında vatandaşlara hakaret ettiğini iddia etti. Hem de kamera kayıtlarına rağmen.
Ve hala Türkiye'de basın özgürlüğünün olmadığını iddia ediyor aynı medya organları. Onlara göre bu ülkede bir diktatör var. Muhalif seçmenlerle buluşan, muhalif seçmenlerin olması gerektiği gibi kendisini kıyasıya eleştirebildiği bir diktatör var bu ülkede. Ve muhalif seçmenlerle girdiği diyaloğu kamere kayıtlarına rağmen 'hakaret' diye çarpıtabilen, yalan söyleyebilen bir medya da var.
Bu ülke bir diktatörlük ve basın özgürlüğü yok, öyle mi?