Tarihi 17 Mayıs 2010

Süper babaanne

Sevgili babaannem memleketimiz Adana'dan bizi ziyarete geldi. Kendisinin takma adı "süper babaanne"dir; zira müthiş yemekler yapmasının yanı sıra 70 yaşından sonra kendi kendine Arapça öğrenen, sabahları kendi üslubunda yoga hareketleri yapan, güzel şiirler yazan zarif bir hanımdır.
Hazır babaannem de İstanbul'da bizimleyken, maaile Anneler Günü brunch'ına gittik. Sadece annemi değil, teyzelerimi de aldık. İstinye sırtlarında, 10 bin m2'lik doğal alan üzerinde kurulu olan Meyyali adlı mekana gittik. Burayı daha önce nasıl keşfetmemişiz? Yeşil alan içinde ama doğal ortamına karşın son derece nezih bir yer. Servisi, temizliği on numara. Lüks villaların arasından geçerek ulaştığınız Meyyali'nin kapısında aracınız vale tarafından alınıyor.
Dilerseniz ücretsiz otoparkı da kullanabiliyorsunuz. Envai çeşit yemeğin olduğu bir açık büfe karşılıyor sizi… Valla ayıptır söylemesi öncelikle gözünüz doyuyor. Zaten her şeyi yemeniz mümkün değil ama reçel türlerinde bile aklınız karışıyor; yok yok! Kahvaltı sonrasında da Türk mutfağının unutulan lezzetleri sunuluyor. Sivas'ın Derder Dede pilavı, Çorum'un İskilip pilavı, Tokat'ın Kuzu Germeç ve Patlıcan Fosul'u, kendine özgü pişirme tekniğiyle yapılan Tokat Kebabı, Kastamonu'nun Cevizli Yayım'ı gibi lezzetler yer alıyor.

Tüm bu yemekler arasında geçen pazar, Anneler Günü nedeniyle, bir şiir yarışması düzenlediler. Bir baktım babaannem de almış eline kağıt kalemi, bir şeyler karalıyor. "Vakit olsaydı iyi bir şiir yazardım, bu aceleye geldi" diyerek şiirini teslim etti.
Sonuçlar açıklandığında bizim masadan büyük bir alkış koptu; çünkü bizim süper babaanne aşağıda okuyacağınız şiir ile ödül kazandı. İşte iki dakikada yazdığı mısralar:
81 yaşında bir babaanneyim Yavrularım, torunlarımla Adana'dan geldim buraya Şükrediyorum kaderime Bundan sonra da böyle Devam edeceğim yoluma Fatma Vahapoğlu.

* * *


İLK ISIRIŞ
Türk edebiyatının unutulmaz yazarı Halide Edib Adıvar'ın "Kalp Ağrısı" adlı romanında aklıma takılan, üzerinde uzun uzun düşündüğüm, hatta internet ortamında paylaştığım ilginç bir benzetmesi var. Hikayenin kadın ve erkek kahramanı aralarında konuşurlar.
Diyaloga göre; insan bir elmayı dörde ayırsa, dört lokmada yese, birincisinde aldığı lezzeti ikincisinde almazmış, dördüncü lokmaya kadar lezzetin kudreti kaybolurmuş. Bunun üzerine ben de 'ilk dokunuşun, ilk öpüşmenin' unutulmaz olduğunu düşündüm. Öyle değil mi? Hatta eğer şanslıysanız, elmayı ilk ısırıştan sonra hayatta böyle bir lezzet olduğunu anlar ve onsuz yaşayamazsınız belki de...