Nihat Hatipoğlu

NİHAT HATİPOĞLU

Tarihi 6 Mayıs 2016

Ehl-i sünnet bilinci nedir?

Dini yeniden yazmaya gerek yok. Dini reforme etmeye de gerek yok. Din, hiçbir zaman deforme olmadı, tahrif olmadı zira.
Dinin temel iki kaynağı olan Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Sahih Sünnetlerini tartışmak vahyi tartışmak anlamına gelir.
Hz. Peygamber'den (s.a.v.) sonra gelen dört raşid halife döneminde oluşmuş dini yorum ve kabuller, onlardan sonra gelen büyük hukukçular -mezhep imamlarıdöneminde güçlü bir sistematiğe dönüştürüldü ki ona 'ehl-i sünnet' bilinci demekteyiz. Bu büyük bilinç, radikal ve safsatacı din anlayışından uzak, Kuran ayetleriyle oynaşmaya müsaade etmeyen sağlam bir çizgiyi bizlere taşıdı. İşte tam bu noktada duralım:
Zira birkaç yıldır ülkemizde Kuran-ı Kerim'i referans aldığını söyleyen ama esasında; Kuran'ı Yüce Allah'ın maksadı ve Hz. Peygamber'in algısının -tefsirinin- dışında yorumlayarak, bir yeni din algısı oluşturmaya gayret eden; saygısız, şımarık, saldırgan, ilkesiz, ağzı ve kelamı bozuk -kısacası vahyin bütün edebinden yoksun- bir yığınla karşı karşıyayız.
Sosyal medyada yapılmış bir paylaşım, basit ve ama bir o kadar çarpıcı şekilde bu şekilsiz hamleyi göz önüne seriyor. Paylaşımda şöyle bir değerlendirme yapılmış:
"Önce, biri çıkıp eski büyük alimlere dil uzattı. Sonra diğeri ben ondan geri kalmam deyip işi sahabelere getirdi. Diğeri hadisleri inkar edersem ben de ünlü olabilirim deyip atladı meydana. Biri kaderi, diğeri şefaati, başkası kabir azabını inkar etti. Kimisi İmam Buhari'ye küfretti. Kimisi İmamı Azam'ı alay konusu etti. Bir başkası peygamberler gaybı bilmez derken ipin ucu iyice kaçtı Kuran'daki ayetler değişmeli diyen sözde ilahiyatçılar çıktı." Sonradan gelenler, önden geçenlere küfretmedikçe kıyamet kopmayacak diyen Efendimizin uyarıları birbiri ardınca gerçekleşiyor. Benim sünnetime ve benden sonra dosdoğru halifelerin sünnetine (yoluna) uyun (İbn Mace) diyen efendimizin uyarıları boş ve itibarsız bir söz gibi algılanır oldu. Gençlerin bir kısmı; kulağa hoş gelen bu tahribatçı gevezelerin, felsefe şehvetlerinin peşine takıldılar. Bu dall ver mudil -sapan ve saptırancenahın kendilerini Hz. Resul'e ve Kuran'a hasım yaptıklarının farkına bile varmadılar.
Abbasi Halifesi Me'mun (198/813) zamanından itibaren var olmaya başlayan mutezile tarzı vahiyden arındırılmış din hamlesinin, ehli sünnetin büyük uleması; İbn-i Hanbel, Ali Medini, Nuaym, Hammad, Yahya bin Main'e çektirdikleri büyük zulmün peşinden, ehli sünnetin toparlanarak bu sapkın zihniyeti tarihin çöplüğüne göndermesinden yüzyıllar sonra bu hasta anlayışın yeniden İslam coğrafyasında diriltilmeye çalışılması dikkat edilmesi gereken bir operasyondur.
Sünneti gözden düşürmek için sünneti, Emevi safsatasıyla ilişkilendirmek de yine bu hasta zihniyetlerin ürünüdür.
Bu sünnet düşmanı anlayışın nihai hedefi, bazı ilahiyatçı(!) hocaların geldiği noktadır;
"Kuran'ın birçok ayeti bugün geçerli olmaz.
Tarihseldir" diyorlar şimdi. Bu noktaya geleceklerini anlamak için, müneccim veya köşeli hoca olmaya da gerek yoktur. Bunlar yeni bir Kuran yazmaya dahi cesaret edecek kadar Allah'tan, Kuran'dan ve Hz. Resul'den uzaktılar.
Yanılmadığım için, haklı çıktığım için üzgünüm.
Son bir cümle de, bu ülkede İslam'a hizmet ettiğini söyleyip de bu akımlar ve tahribatlar konusunda hiç konuşmayan veya yazı yazmayan ulemaya, hocalara ve ilahiyatçılara veya kanaat önderlerinedir. Hiç kimse Hz. Muhammed'den (s.a.v) daha aziz değildir. Vebalin ve konunun hassasiyetinin lütfen farkında olunuz. Ve cümlemin başına, min gayri had kelimesini de ekleyerek.

DOMUZ ETİ YEMİYOR, İNSAN ETİ YİYORSUNUZ
İnsanların aleyhinde konuşan, gıybette bulunan kişi, Kuran-ı Kerim'in ifadesiyle ölü kardeşlerinin etini yemiş oluyor. (Hucurat, 12) Kuran-ı Kerim domuz etini de yemeyi yasaklamıştır. (Bakara, 173) Bu hususta Müslümanlar son derece duyarlılar. Şüpheli olan etlerden bile sakınırlar. Ama ne yazık ki ölü bir insanın etini yemek konusunda aynı hassasiyeti göstermezler. Bir din kardeşini yıpratmaktan, aleyhinde sorumsuzca konuşmaktan çekinmezler. Geçenlerde elime bir görüntü ulaştı. Umreci götüren bir tur sahibi; Medine'de, Hz. Peygamber'in şehrinde, umrecilere güya vaaz ediyor. Ama bütün konuşması baştan sona bazı insanlara iftira ve hakaretle dolu. Hocalara hakaret ediyor. İsim vererek iftira atıyor. Hiç hayası yok, utanması yok. Ve din adamı kılığıyla dolaşıyor. İşin esas felaketi ise; ibadet için umreye gitmiş, sukûnete gitmiş, Kâbe'ye yüz sürmeye gitmiş, temizlenmeye ve durulmaya gitmiş onca umreciden hiç biri de; (kardeşim bırak dedikoduyu. Allah'tan kork. Burada olmayan insanların aleyhinde neden konuşursun, hiç mi utanman yok. Önce kendini bir temizle. Bırak da, ibadetimizi yapalım. Bizi de bu hezeyanlarınla kirletme. Bize umrenin faziletini anlat. Bize ibadeti anlat. Bize tevbeyi anlat -tabii anlatacak ilmi ve kabiliyeti varsa- demiyor. İçinden mutlaka diyor ama açıkça demiyor. Ve mukaddes haramde, Hz. Resulullah'ın şehrinde bu günaha ortak oluyorlar. Bu vicdansız ve iftira dolu görüntüye sebep olan kişi Yahudi veya Hıristiyan veya ateist veya deist değil! Yıllarca imamlık yapmış, şimdi ise hacı ve umreci taşıyor. Elbette hukuki takibi gerektiren bir mesele. Ama ya bu fitneci, gıybetçi, hezeyan dolu hasetçi insanları nasıl insan edeceğiz. Vicdana çağıracağız.
***
Efendimiz sahabesiyle konuşurken oturanlardan birisi oradan ayrıldı. Bir işinin gereği. Bazıları giden kişinin imanının zayıf olduğunu söylediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) siz o kişinin etini yediniz buyurdu. Sahabe nasıl olur ey Allah'ın Resulü dediler. Efendimiz şöyle dedi: "Siz onu gıybet ederek imanınızı zayıflattınız. O ise mağdur olduğu için daha ileri gitti. Siz onun gıybetini yaparak kendi imanınızdan güçlü bir bölümünü ona verdiniz. Kendi imanınızı ise zayıflattınız. Bu ölü eti yemekten daha kötüdür."
***
Hz. Aişe der ki; Hiçbiriniz, ötekinin gıybetini yapmasın. Çünkü ben bir ara Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yanında bir kadın için: "Şu kadın ne kadar da uzun etekli" dedim. Efendimiz; Aişe ağzındaki tutam eti at buyurdu. Ben de çıkardım.