Tarihi 23 Nisan 2016

Bayram şimdi bayram!

Gazi Mustafa Kemal, 21 Nisan 1920'de
yayınladığı bir bildiri ile Heyet-i
Temsiliye'yi Ankara'da toplanmaya
çağırdı…
Memlekette Kurtuluş Savaşı bir yandan
sürerken, 23 Nisan Cuma günü, Hacı
Bayram Camii'nde kılınan Cuma
namazının ardından dualar ile meclis ilk
oturumunu gerçekleştirdi…


Toplantıya katılan en yaşlı üye sıfatıyla
Sinop Milletvekili Şerif Bey Başkanlık
kürsüsüne çıktı ve bir konuşma yaparak
Meclis'in ilk toplantısını açtı;
'Bu Yüce Meclisin en yaşlı üyesi
sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla
milletimizin iç ve dış tam
bağımsızlık içinde alın yazısının
sorumluluğunu doğrudan
doğruya yüklenip, kendi kendisini
yönetmeye başladığını bütün
dünyaya ilan ederek, Büyük
Millet Meclisi'ni açıyorum…'


Şerif bey, böyle söyledi ama…
'İç ve dış bağımsızlık, kendi kendini
yönetme' olguları 21'nci yüzyıl
başlarına kadar hiç tesis edilemedi…


Ekonomisi-sanayi atılımlarını bir türlü
tamamlayamayan Türkiye, yeni bir
yüzyıla geçene kadar iğneden ipliğe
sürekli dışa bağımlı oldu…
Askeri Darbelerden tüm bu süreçte
başını hiçbir zaman alamadı…


Millet her defasında oy verdi, başa bir
hükümet getirdi ama…
Darbelerle-muhtıralarla bu yönetimlere
son verildi, Başbakan ve Bakanların
tutuklandığı, insanlık dışı eziyetler
gördüğü hatta asıldığı oldu!


Milletin kafası da, yapısı da sarsıldı…
Çünkü bir 'öyle' idi, bir 'böyle!'…


Tıpkı…
Dünya çocuklarına ithaf edilen
bayramın 'Hakimiyet-i Milliye ve
Çocuk Bayramı' olan ilk adının,
12 Eylül Darbesiyle 'Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramı'na
dönüştürülmesinde olduğu gibi…


Atatürk'ün ağzından çıktığı şekliyle,
'Hakimiyet, bilâ kayd-ı şart
Milletindir' sözü de, 'Egemenlik
kayıtsız-şartsız Ulusundur' şekline
dönüştürüldü ve Meclis Genel Kurul
duvarına iri harflerle böyle yazıldı…


Eh! Yazıldı yazılmasına ama…


Günümüzde bile hala darbeden medet
uman ve demokrasiden, egemenliğin
kayıtsız-şartsız topluma ait olduğundan
bîhaber çok sayıda kişinin, köhnemiş
kafa yapılarıyla varlığını sürdürmekte
olduğu da bir vakıadır!
Tesellimiz…
'O kafa'ların, iyiyle-kötü arasındaki
farkı kavramaya başlayıp gitgide doğru
istikametinde yönlenme eğilimleridir…


Bir başka gerçek de, ekonomik
bakımdan bağımsız olunmadıkça,
gerçek bağımsızlıktan söz etmenin
mümkün olamayacağı gerçeğidir…
IMF'ye bir dolu borcu olan, dünya
ülkelerinden aldığı kredileri bile geri
ödemekten aciz bir ülke nasıl
bağımsızlık iddiasında bulunabilir ki?
Şükür artık, bu tablo değişti…


Ya, ampul-makas bile üretmekten aciz,
her bakımdan dışa bağımlı bir ülkenin
bağımsızlıktan söz etmesi mümkün
olabilir miydi?
Elbette olamazdı!
Şükür ki, bu tablo da değişti…


Artık kendi patentiyle tüfeğini üreten,
tankını-topunu-helikopterini-insansız
hava aracını-gemisini-füzesini kendi
'yerli-milli' imkânlarıyla yapabilen,
dışa bağımlılığı gitgide sıfıra imlâ olma
yolunda ilerleyen bir Türkiye var!


Peki, bu dönemlere gelene kadar, geçen
asırda 'Bayram' adıyla düzenlenen
kutlamalar da neyin nesiydi?
Çünkü;
Ne bağımsızlık söz konusuydu…
Ne milli iradeye saygı vardı!


Velhasıl;
Bayram, asıl şimdi 'Bayram'dır!
Kutlu Olsun…