Hasan Basri Yalçın

HASAN BASRİ YALÇIN

Tarihi 25 Temmuz 2017

Bölünmüşlükten yerliliğe

Huntington kötü şöhrete sahip medeniyetler çatışması tezini ortaya attığında Türkiye'yi 'torn country' (bölünmüş ülke) olarak tanımlamıştı. Bu da o tarihlerde herkesi rahatsız etmişti.
Çok doğal. Bölünmüş ve parçalanmış bir ülke olarak tanımlanmak can sıkıcıdır.
Ama ifadeyi sadece bu haliyle almak ve biraz da bağlamından bağımsız tartışmak içeriğini yansıtma sorunlarına neden oluyor.
Burada kullanılan kavram Türkiye'ye hakaret etmek için kullanılmış da olabilir.
Fakat bizi asıl ilgilendirmesi gereken bu değil. O zamanlar neredeyse herkesin rahatsız olacağı bu ifade aslen Türkiye'nin son on yılda yaşadığı dönüşümü anlamak için de önemli bir başlangıç noktası sunuyor.
Huntington bu kavramı sadece Türkiye için kullanmadı. Rusya ve Meksika'yı da, Türkiye ile beraber bölünmüş ülkeler olarak isimlendirdi. Bölünmüş ülke demek bir ülkenin kendini ve dış politikasını kimliklendirme gayretindeki yarılmayı ifade eder. Bazı ülkelerde farklı gruplar farklı aidiyet fikrine ve farklı ulusal çıkar tahayyülüne sahip olabilir. Bu da toplumsal anlamda benimsenmeyen dış politika hedefleri sorununa neden olur.
Bu mantığa göre Rusya, Panslavcılar ile Batılılaşmacılar arasında bölünmüştür.
Kimisi Rusya'nın Batı ile entegre olmasını savunurken, kimisi Rusya'nın Slavcılık siyaseti takip etmesini ve Avrasya'nın liderliğine oynaması gerektiğini iddia eder. Bu bölünmüş zihin yapısı yönü belirlenmiş bir Rusya dış politikası kurgulanmasına engel olur. Böylece Rusya toplumsal fay hatları nedeniyle ortak bir dış politika sahibi olamaz. Veya Meksika, Güney Amerikalı kimliği ile Kuzey Amerikalı kimliği arasında sıkışık kalmıştır.
Benzer şekilde Türkiye'nin de bölünmüş olduğu söylendi. Bu sefer Batıcılarla yereller diyebileceğimiz iki grup arasında. Buna göre ülkenin elitleri 'Batılılaşma' peşindeyken çoğunluk yerli ve milli değerleri ön plana çıkarma çabasındaydı.
Aslında bu hikayede gocunacak bir durum yok. Gerçekten Türkiye'nin toplumsal yapısında böylesi grupların olduğu söylenebilir. Bu çerçevede elitlerin özellikle Türkiye'yi, Batılı bir eksene oturtma niyeti olduğu, diğer taraftan toplumun geniş kesimlerinin bundan rahatsız olduğu göz ardı edilemez. Bu açıdan bölünmüş ülke tanımı çok da haksız gibi görünmüyor.
Fakat son dönemlerde yaşanan çeşitli dış politika gelişmeleri bu ayrımın artık son bulmaya başladığına dair işaretler veriyor. Hem yapılan araştırmalar hem de dış politika olaylarına dair toplumsal tepkiler gösteriyor ki, artık Türkiye'nin dış politikasında bir bölünmüşlük yok.
Batıcı çizgi neredeyse bütünüyle siyasi ve toplumsal haritadan siliniyor. Bunun yerini yerli ve milli diyebileceğimiz bir kimliklendirme ve dış politika çizgisi alıyor. Bu yerelleşmenin dozajı arttıkça batılı müttefikleri tarafından daha da itilen Türkiye daha da özgün hale geliyor.
Artık Türkiye'de Avrupa Birliği üyeliğinin gerçekleşeceğine kimse inanmıyor. Aslına bakarsanız pek kimsenin de umurunda değil. Emekli büyükelçiler bile konuyu tevil etmede çaresiz kalıyor. Türkiye'nin ulusal çıkarlarına mal olacağını bile düşünse batı kampında yer almayı tercih edecek bu zihniyet hiçbir zaman toplumsal tabana sahip olmamıştı. Ama şimdi elit olarak da varlık gösteremiyor. Kimse artık körü körüne AB üyeliği iddiasını seslendiremez. Seslendirse bile ciddiye alınmaz.
Diğer taraftan Amerika'ya dair beklentilerde de sahici bir değişim yaşanıyor. Ordunun içinde dahi artık Amerikancı bir damarın varlığından söz edilemez. Türkiye'nin ulusal çıkarının yalnızca batı ile sıkı ilişkilerden geçtiği iddiası kimse için tek başına inandırıcı değil.
Şimdi yeni bir arayış gerekli.
Yerli ve milli denilen siyasetin temel parametrelerini belirlemek kolay olmayacak. Ama artık en azında zihinler net ve bölünmüşlük yok. Türkiye'nin ulusal çıkarını merkeze alan bir yaklaşım zamanla gelişecektir.