Ergün Diler

ERGÜN DİLER

Tarihi 16 Mayıs 2012

Anne, babam neden benimle konuşmuyor?

"Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!.."
Yanılmıyorsam Osman Pamukoğlu'nun "Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok" kitabının kapağında yer alıyordu bu söz...
Kimine göre Fuzuli, kimine göre de Pir Sultan Abdal'a aitti...
Aslında kimin söylediğinin bir önemi de yoktu ama insanı yüreğinden vuruyordu. Çaresizliği, acıyı, isyanı bu kadar güzel anlatan başka söz var mıdır bilmiyorum!
Dün KAHRAMAN ASTSUBAYIN hikayesini yazdıktan sonra binlerce mail geldi.
Hepsi GÖZYAŞI kokuyordu...
Unutulmuşluğun, ezilmişliğin, hiçe sayılmanın isyanını taşıyordu harflerin her biri... Ayakta kalmak için birbirlerine tutunmuşlardı. "Güneydoğu'da yenilmediysek evvelallah burada da bizi top yıkamaz" diye meydan okuyorlardı. Haksızlık karşısında haklıydılar. Kurşunlara siper ettikleri bedenlerini bir hatırlayan olmalıydı.
Verilen canların, dökülen kanların, ana-babadan ayrı geçen günlerin, yanağına öpücük konduramadıkları yarin, kucağına alamadıkları çocukların bir anlamı olmalıydı. Tek istedikleri UNUTULMAMAKTI... Onlar da bu vatanın çocuklarıydı...
Gelen mesajları tek tek okurken bir BAYANDAN mail düştü. İlginç olduğunu düşündüğüm için önce okumak istedim. Satırların sonuna geldiğimde yüreğime çöken acı, gözlerimden damlayan yaşlarla klavyenin üzerine akıyordu. İşte yaşanmakta olan büyük acının öyküsü... "Ben Saniye Şöpçeler. Astsubay Başçavus Abdullah Şöpçeler'in eşiyim. Trakyalı'yız. Eşim köylü çocuğu. 13 yaşında girdiği ASTSUBAY okulundan çıktıktan sonra 17 yıl bu vatana hizmet etti.
En son görev yeri LİCE'ydi.
Arkasına bakmadan gitti. Vatanın her karış toprağı kutsaldı. Beni ve minicik yavrumuzu koklayıp uzaklaştı. Terör başını alıp gitmişti.
Güvenli değildi oralar. Tam bir yıl bu hasret sürdü. İkimiz de dayanamayınca bize "gelin" dedi.
Yüreğimiz pır pır atıyordu.
Daha birbirimize doyamadan ayrı düşmüştük. Üçümüz aylar sonra tekrar kucaklaşıyorduk. Artık LİCE bizim için dünyanın en güzel yeriydi. Mutluyduk, iç içeydik...
Artık yemekleri ayrı yemiyor, tek başımıza TV izlemiyor, acıklı bir filmde tek başıma ağlamıyordum!
Bir yıl RÜYA gibi geçti. Tayini çıktı. Edirne'ye gelecektik.
Toprağın kokusunu bildiğimiz bir yere gelecektik. Ama LİCE'ye de alışmıştık. Ben Mayıs'ta kızımızı alıp döndüm. Hayallerimiz vardı.
Evimizi kuracaktım. Memleketin bir ucundan bir ucuna mutluluk dokuyordum. Gelmesine 10 gün vardı. Kendi gelmeden kötü haber geldi.
Bir arkadaşıyla birlikte Lice'den dönerken yolu kesen EŞKIYA tarafından kaçırıldı. İnanamadım.
Çok zor günler başladı.
Hayallerimiz başımıza yıkılmıştı.
Kızımla her gece gözyaşlarımızın ıslattığı yastıkta uyuyorduk.
Sahipsizdik. Elimiz ayağımız yoktu. Ne yapacağımız bilemedik.
Psikolojimiz alt üst olmuştu.
Günler günleri kovaladı. Ne arayan ne de soran kaldı!
Eşimin birkaç vefalı arkadaşı dışında kapımızı çalan olmadı.
Kayınpederim yaşlıydı. Yardım isteyemiyordum.
Benim işim vardı ancak çalışacak gücüm yoktu.
Gözümüz kulağımız gelecek güzel bir haberdeydi. Her gece "Ne yiyor, ne içiyor, nerede yatıyor" diye düşünmekten uyuyamıyordum. Kızım MELİS babasını özlüyordu. 3.5 yaşına gelmişti. Her sabah kalktığından "Anne, babam bana küs mü?
Yine neden beni öpmeden işe gitti?"
diye soruyordu. İnanın her sabah bu soruyla tekrar tekrar ölüyordum. Hıçkıra hıçkıra "Bebeğim baban çalışıyor, gelince ilk işi seni öpmek olacak" cevabı veriyordum.
Küçük de olsa doğru söylemediğimi anlıyordu. Parkta babalarıyla oynayan çocukları görünce ağlayarak eve gelip "Anne ne olur babam bu hafta izin yapsın" diye yalvarıyordu.
Bir keresinde DEDESİNİ babası zannedip hızla koştu arkasından. Ayağı takılıp düştü. Dizi kanıyordu. Alıp öptüm dizinden.
İkimiz koyun koyuna ağlıyorduk.
Sıcacık yaşları göğsümden içeri süzüldü. Babası gibi kokuyordu. İsmini o vermişti. Baba ile kızların ilişkisini bilirsiniz; işte öyle bir şey...
Aralarında çok güçlü bağ var.
Eşimin onu ne kadar özlediğini düşündüğümde yüreğim parçalanıyor. Her saat arayıp kızının sesini duyardı. Tam 311 gündür arayamıyor. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyoruz. Ne olur birileri çıkıp yardım etsin bize.
Bu acımızı dinsin!..
Küçücük bir hayatımız vardı. Eşim, ben ve kızımız... Bir de vatanımız... Sevinmesinler diye dışarıda mağrur dolaşıyorum.
Ağlamıyorum. Ama yanımızda kimse yok. 1 yıldır karanlıkta yol alıyoruz. Önümüzü göremiyoruz.
311 gün önce bir televizyon kanalında alt yazıda gördüm eşimin kaçırıldığını... O gün bugün bir işaret yok. Bize kalan koca bir acı.
Bir de ilgisizlik eklenince iyice yıkıldık. Tek suçumuz bu vatanı sevmemiz. Her karış toprağı kutsal bilip peşinden gitmemiz...
Ne için yaşıyorsunuz? Diye soracak olursanız tek bir cevabım var:
Gelecek bir iyi haber için...
Ondan sonra ölsem de gam yemem. Bilirim ki o beni yalnız bırakmaz. Kızımla yanımda olurlar.
Ama ben çaresiz, ama ben kimsesizim... O olmayınca, ona gidemeyince bir yanım eksik kalıyor... Alt yazıda aldığım kötü haberi bir başka alt yazının silmesi için gece gündüz dua ediyorum..."
Mendilinizi çıkarın demeyi unuttum! İnanın önümde ne acılar duruyor bilemezsiniz...
Ama Melis'in özlemi bir başka...
Elini uzattığında güvenli bir eli tutabilsin...
Hep birlikte dua ediyoruz...
Ve o büyük kavuşma gününü bekliyoruz...

* * *
FATiH TERiM ve KUPA
Önceki gün Mustafa Denizli 1980 yılındaki kupa olayını anlattı: 1-0'ın rövanşında İstanbul'a geldik. G.Saray ilk golü buldu. 62. Dakikada penaltıyla eşitliği sağladık. Sarı-Kırmızılılar kupa dışında kaldı. Sahaya giren bir taraftar hakemin dudağını patlattı. Olaylar büyüdü. Silahlar konuştu. Federasyonun isteğiyle kupayı SOYUNMA ODASINDA aldık. Stad boşaltılınca boş tribünler karşısında TUR ATTIK...
Denizli bunları anlatırken bir tek şeyi atlıyordu. O yıl G.Saray'ın yıldızı FATİH TERİM'di. Yani Saracoğlu'nda "Kupayı sahada alırız" diye bastıran Terim...
Fatih Hoca haklıydı. Kupayı sahada almaları gerekiyordu. Acaba o zamanda, yani ünlü bir futbolcuyken de bu düşüncede miydi? Çünkü rakip oyuncular kedi gibi köşeye sıkıştırılırken kimsenin sesi çıkmıyordu!