Tarihi 24 Nisan 2012

Kıvrak rakslar başladı!

Ne diyeceklerini çok merak ediyordum.
Ancak bu kadarını beklemiyordum. 28 Şubat gözaltılarında verilen ifadeleri şaşkınlıkla izliyorum. Zanlıların anlattıklarına bakılırsa, ortada ne "suç" ne de "suçlu" var!
Tamamı yumurtadan yeni çıkmış civciv kadar saf ve masum! Bizzat yaşamasak, ne olup bittiğine tanık olmasak, söylediklerine biz bile inanacağız! Çevik Bir'in anlattıkları zaten şaka gibiydi. "Hükümet emretti biz yaptık" dedi.
Rahmetli Erbakan'ı, kendi bindiği dalı kesen Nasrettin Hoca'ya benzetti. Başbakan'ı, kendi ipini çekmekle itham etti.
Erol Özkasnak da Genelkurmay'a davet edip yönlendirdiği iddia edilen gazetecilerle ilgili olarak, "Bizden randevu talep ettiler" dedi:
- Kendileri geldiler, bizi ziyaret ettiler... Öyle mi acaba?
Bildiğim kadarı ile kesinlikle değil...
O dönemde bizlerle birlikte gazete patronları da Genelkurmay'a çağrıldı. Ne konuşulduğunu ayrıntıları ile bilmiyorum, ama önlerine listeler konuldu. O listelerde, yazarlarla ilgili değerlendirmeler vardı.
Yazdıkları yazılar "olumlu" ve "olumsuz" diye tasnife tutulmuştu.
Tabii ki açıkça söylenmedi, ama gazete patronlarına "Biz sizi bilir ve sorumlu tutarız" mesajı verildi. Aba altından "Yazarlarınıza sahip olun" sopası gösterildi.
Kıpırdanma, 28 Şubat'tan aylar önce başlamıştı. Akşam Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi olarak dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak tarafından akşam yemeğine davet edildim. Oysa, benim "yemek talebim" olmamıştı. Davet, Genelkurmay'dan geldi. Özkasnak, askerin bilinen görüşlerini tekrarladı...
Sürekli olarak "laiklik" vurgusu yaptı.
Hükümet'in icraatlarını eleştirdi. Tarikat ve cemaatleri suçladı.
Aradan 15 sene geçmesine rağmen, kullandığı bir cümleyi dün gibi hatırlıyorum.
Bir ara eleştirdiği tarikat ve cemaatler için "kafalarının kırılması lazım" dedi.
Sıra bizim ne düşündüğümüze geldi.
Dönemin şartları içinde, görüşlerimi ortaya koymaya çalmıştım. Ancak, söz "kafa kırma" konusuna geldiğinde, şu ifadeyi kullandığımı yine çok iyi hatırlıyorum:
-Paşam, ben kafa kırmanın doğru olduğunu ve bu şekilde sonuç alabileceğinizi düşünmüyorum.
Bu sözler Özkasnak'ın hiç hoşuna gitmedi. Zaten o akşam yediğimiz yemek de son özel görüşmemiz oldu. 28 Şubat'a doğru giden süreç içinde birbirimizden her geçen gün daha uzaklaştık.

* * *
Tabii ki bu kadarla kalmadı...
Kendileri gibi düşünmediğim için, üzerim çizilmişti. İlişkilerimiz de sürekli olarak kötüye gitti. Karşı karşıya geldiğimiz resepsiyonlarda buz gibi bir havada gergin anlar yaşandı.
Sonunda ilginç bir suçlama ile karşılaştım.
Birlikte çalıştığım arkadaşlarıma, şunları söylediler:
- Emin Pazarcı, Erbakan'a çalışıyor.
Gidiyor ve bizden aldığı bilgileri Başbakan'a aktarıyor!
Bugün çok garip gelecek, ama aynen böyle dediler:
- Erbakan'a bilgi götürüyor!
Oysa, böyle bir faaliyet yoktu ve olmazdı da. Ortaya atılan bu iddia son derece mantıksızdı. Olabilecek iş değildi. Kendilerine yakın değildim ki, bilgi alayım, sonra da bunları Başbakan'a götüreyim!
Suçlama mantıksız da olsa, itiraf gibiydi.
Şahsımı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı'na "bilgi sızdırmakla" suçladıklarına göre, O'nun bilmesini istemedikleri işlerle uğraşıyorlardı! Belli ki, yetkilerini aşıp Başbakan'a karşı gizli bir faaliyet içine girmişlerdi! Ayrıntılarının Erbakan'a ulaşmasından çekiniyorlardı! "Erbakan" derken, sanki Yunan Başbakanı'ndan bahsediyorlardı!
Biz bunları bizzat yaşadık. Aradan 15 sene geçse de unutmadık.
Şimdi de kalkmış, "Başbakan'ın emirleri doğrultusunda hareket ettiklerini" söylüyorlar. Kıvrak bel hareketlerinden çeşitli örnekler veriyorlar. Kendilerini kurtarmak için kıvırıp duruyorlar. Bir dönemin "en kudretli" insanlarının içinde bulundukları durum, son derece ibret verici!
Allah kimseyi bu hallere düşürmesin.