Tarihi 5 Temmuz 2011

İhkak-ı hak

Takvimler, 26 Aralık 1991 tarihini gösteriyordu. DEP'li Kars Milletvekili Mahmut Alınak, Meclis kürsüsünde konuşuyor ve PKK militanlarını savunuyordu. Bir ara "İhkak-ı Hak"tan bahsetti. Yani, PKK'lıları kastederek, "Haksızlığa uğrayan adaleti kendi elleriyle gerçekleştirir" demek istedi.
Bir anda Genel Kurul Salonu karıştı...
Meclis'in büyük bölümü sıra kapaklarına vurarak, Alınak'ın bu sözlerini protesto etti.
DYP Kırıkkale Milletvekili Sadık Avundukluoğlu ile Isparta Milletvekili Ertekin Durutürk kürsüye yürüdü. Alınak aşağı indirildi.
Alınak da bu olaydan dolayı Avundukluoğlu hakkında tazminat davası açtı. Yapılan yargılama sonunda Avundukluoğlu'nun bir miktar tazminat ödemesi karara bağlandı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise, "olmaz" dedi.
Çok önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken bir karar verdi...
Önce, Mahmut Alınak'ın "Irkçı bir düşünce ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını Türk ve Kürt şeklinde ayırdığının" altı çizildi.
Ardından da Alınak'ın sözlerinin her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı üzerinde "ağır tahrik" oluşturacak bir "tecavüz" olduğu belirtildi: "Haksızlığa uğrayan insanların devlete olan güvenlerini yitirerek, ihkak-ı hak, yani adaleti kendi elleriyle gerçekleştirmek yolunu seçtiklerini söylemek suretiyle devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü hedef alan yasadışı bölücü terör örgütü PKK'nın eylemlerini ihkak-ı hak olarak değerlendirdiği ........... anlaşılmıştır."
Ve hüküm verildi: "Devletin değerlerine bu kadar ağır bir dil ile tecavüz edilmesi olgusunun Anayasamızın 83/1. Maddesi sınırları içinde kabul edilmesi ve hukuka uygun bulunduğundan söz edilmesi olanaksızdır."
Sadık Avundukluoğlu
hakkında verilen tazminat kararı bozuldu...
Avundukluoğlu, Alınak'a para ödemekten kurtuldu.
***

Şimdi gelelim bu güne...
Dünden bu güne hiçbir değişiklik yok.
Dünkü DEP'liler neyse, bugünkü BDP'liler de o. Ne hukuktan anlıyorlar, ne de kanunları tanıyorlar. Bütün politikaları "ihkak-ı hak" üzerine kurulu! "Ben yaptım oldu" diyorlar. Ardından da uysa da uymasa da yaptıklarına hukuki bir kalıp uyduruyorlar.
Dünden bu güne tek değişiklik, artık daha pervasız davranmaları. "Bizim kırmızı çizgimiz Hatip Dicle'dir" diyorlar. "İlle de Hatip Dicle Meclis'e girecek" diye tutturuyorlar.
Nasıl olacak bu?
Mümkün değil!
Anayasa ve yasalar ortada. Hatip Dicle'nin milletvekili olmasını engelleyen bir mahkûmiyeti var. Ayrıca, hakkında verilen kesinleşmiş yargı kararı orta yerde duruyor.
Türkiye bir hukuk devleti ise geriye dönüş mümkün değil. Geriye dönüş mümkün olsa bile Dicle milletvekili seçilemez.
Hatip Dicle'nin durumu neye benziyor, biliyor musunuz? Lise diploması bulunmayan bir kişinin üniversite sınavına girip kazanmasına! Bu durumda o kişinin "ama kazandı" denilerek üniversiteye devam etmesi mümkün mü?
Bu mümkün olmadığına göre, Hatip Dicle de Meclis'e giremez.
Deniliyor ki:
- Ama YSK zamanında karar verip adaylığını engellemedi.
Doğru, YSK bu süreci hiç de iyi götüremedi. Hata üstüne hata yaptı. YSK ne kadar eleştirilirse yeridir. Ancak, YSK'nın başlangıçta yaptığı hata, ciddi bir hukuksuzluğun kılıfı olarak kullanılamaz.
Türkiye bir hukuk devleti ise hukukun gereği yerine getirilecek. Ayrıca, Türkiye'nin siyesi geçmişi, Hatip Dicle'ye benzer örneklerle dolu.
Üstelik, o dönemlerde herkes yargı kararlarına saygı gösterdi. Kimse bugün BDP'lilerin yaptığını yapmadı.
BDP'liler ise, "Bizim dediğimiz dedik" diyorlar:
- Hatip Dicle kırmızı çizgimizdir...
Ne anayasayı, ne de kanunları umursuyorlar. Çünkü farklı bir gelenekten geliyorlar. 20 yıl önce de aynı noktadaydılar, bugün de. O zaman da kanun tanımıyor ve "ihkak-ı hak" diyorlardı. Bugün de!