Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 27 Ekim 2016

‘Lider’ ya da ‘diktatör’...

Başkanlık sistemine karşı olanların ortak argümanlarından birisi, 'sistemin diktatörlüğe dönüşebileceği' iddiası.
Bu iddianın aslında anlamsız olduğunu biliyorlar. Başkanlıkla yönetilip diktatörlüğün adının bile edilemeyeceği onlarca ülke var çünkü. Tabii görünüşte parlamenter demokrasi olup, aslında diktatörlükle idare edilen ülkeler de.
ABD başta olmak üzere başkanlık sistemi ile idare edilen bazı ülkelerin federatif yapıda olması, başkanlık karşıtlarının çiğnedikleri bir başka sakız. Oysa başkanlıkla yönetilen ve federatif devletler kadar üniter devletler de var. Federal yapı, başkanlık sisteminin olmazsa olmazlarından birisi değil yani.
Türkiye özelinde başkanlık sisteminin istemeyenlerin başlıca iki öbekte toplandıklarını biliyoruz. Bu iki öbeğin birisi dışarıdaki kuklacıları istemediği için başkanlığı istemiyorlar. Diğerleri de kendileri gibi düşünen ve yaşayan, dolayısıyla insanımızla kan uyuşmazlığı olan birilerinin sittin sene başkan olamayacağını bildikleri için karşı çıkıyorlar. Ortak oldukları husus ise, söz konusu sistemin Türkiye'nin gelişmesi açısından çok faydalı olacağını bilmeleri. Hangi şekilde olursa olsun, başkanlık sistemi geldiğinde geleneksel vesayet imkanlarının tamamen kalkacağını ve ülkenin gelişmesine mani olmak için oluşturulan engelleme mekanizmalarının artık işe yaramayacağını, iyi biliyorlar.
Bu kesimlerin ortak tavrı olan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı, olayın tamamlayıcı kısmını oluşturuyor.
Başka ülkeler için tercihe şayan bulunurken, Türkiye'nin başkanlık sistemi yönünde adımlar atmasına Batı'nın karşı olması, ülkeyi etkileme ihtimallerinin artık iyice sona erecek olması ile alakalı. Yoksa başkanlıkla idare edilen, ama söz dinleyen bir Türkiye ihtimali gündemde olsaydı, Batılılar siyasetçileri ve medyası ile gönüllü destek kampanyaları düzenlemekten çekinmezlerdi.

Kontrol dışı...

Parlamenter sistemle idare edilirken bile sözlerini dinlemeyen Türkiye'nin, başkanlığa geçildikten sonra tamamen kontrollerinin dışına çıkacağını biliyor, bunu engelleyebilmek için de, cansiperane uğraşıyorlar.
Halen içimizde bulunan uzantıları ile bazı konularda olsun engellemeler yapabiliyorlar çünkü.
Mehmet Barlas'ın dünkü Sabah'daki 'İttifakın patronu için demokrasi teferruattır' yazısında Şükrü Hanioğlu'ndan naklen kullandığı bir değerlendirme konuyu çok güzel izah ediyor aslında: "Sömürge ve manda rejimleri sona erdiğinde ise bırakılan miras 'tek adam' rejimlerinin önünü açtı.
Bunların Batı ile iyi geçinenlerine 'lider', onunla çatışanlarına 'diktatör' dendi." Batılıların kendileri ile iyi geçinenlere 'lider' çatışanlara ise 'diktatör' demeleri, sadece sömürge ve manda rejimleri sonrasına ait bir durum değil. Halen, iyi geçindikleri diktatörlere 'lider', araları iyi olmayan liderlere de 'diktatör' demeyi sürdürüyorlar çünkü. ABD eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, şunları söylemişti:
"Erdoğan Washington'da ve Avrupa'da sevilmiyor. Otoriter görülüyor... Batı daha önce Erdoğan'dan daha otoriter olan çok liderle muhatap oldu, olmaya da devam ediyor. Ama fark şu; (onlar) her koşulda bize yaltaklanıyor...
Bizimle aynı değerleri paylaşıyormuş gibi yapıyorlar. Erdoğan ise bizimle çatışıyor, çelişkilerimizi yüzümüze vuruyor." Batı için en önemli kriter menfaat. Menfaatine uygun olan 'diktatör'e 'lider', aykırı olan 'lider'e 'diktatör' demekte tereddüt bile etmiyor... Ancak, içimizdeki beyinsizlere ne oluyor, anlamak mümkün değil!..