Tarihi 14 Ağustos 2014

Bak postacı geliyor

Koskoca bir toplum kendi tarihi hakkında topyekün bilgisiz bırakıldı.
Evlatlarımızı gönderdiğimiz okullarda HİTİT uygarlığı anlatılırken, bu ülke topraklarının nasıl satıldığı gizli bir EL tarafından hasıraltı edildi. "Osmanlı kuruldu, Osmanlı yükseldi, Osmanlı yıkıldı" diye anlattılar, neredeyse birkaç cümleye sığdırdılar 600 yılı. "Kapitülasyonlar geldi, imparatorluk parçalandı" dediler. O kadar.
Kapitülasyonların ne olduğu, bu ülkeye nasıl sokulduğu, hangi oyunların döndüğü anlatılmadı hiç.
BÜYÜK GÜÇ'lere verilen akıl almaz imtiyazların bir "AŞAĞILAMA" olduğunu gören Sultan Abdülhamid'in nasıl kefen giyerek bu melanetle savaştığını anlatan bir tek tarih hocası çıkmadı okullarda.
Dedik ya; Frigya Krallarının çocuklarının isimlerini ezberletmek vardı eğitim sistemimizde.
Binlerce okulla bu topraklara giren PAPAZ mekteplerindeydi sistemin anahtarı.
Bize bir "BÜYÜK POSTAHANE SAVAŞI"nı bile anlattırmadılar.
18. yüzyıldan itibaren Osmanlı imparatorluğunda tamamen yabancılardan kurulu POSTA şirketi hakimdi ülkedeki haberleşmeye.
O zamanlarda telgraf yoktu, telefon yoktu, bilgisayar, internet, chat, IPAD hiç yoktu.
En büyük İSTİHBARAT gücü POSTA'ydı ve o da tamamen yabancıların kontrolündeydi. Londra'dan Yemen'e gidecek bir mektupta "Ayaklanın" çağrısı varsa bunda Dolmabahçe Sarayı'nın gram denetim hakkı yoktu.
Üstelik Londra ve Paris'ten imparatorluğun dört bir yanına çuvallarla gazeteler dağıtılıyordu.
O gazetelerin tamamında "Yürüyün, sokağa çıkın, ortalığı yıkın, Dolmabahçe'yi ele geçirin" diyen yutdışı kaçkını yerli masonların çağrıları vardı.
O dönemin ilk en önemli İSTİHBARAT silahını Sultan Abdülhamid Han millileştirmek istedi. İlk etapta yabancılara ait posta çuvallarını trenlere almadılar.
İstanbul'da yabancı postanelere teslim edilmek üzere gelmiş tüm mektuplara el koydular. "Bundan sonra tüm posta işlemleri yerli kurumlarla yapılacak" diye ilan ettiler.
Yabancılar hemen Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıklardan oluşturulan silahlı memurlar eşliğinde postaları taşımaya başladılar.
Müthiş bir "İSTİHBARAT silahı"nı ele geçirme savaşı başlamıştı.
Osmanlı İstihbaratı ya MİLLİ olacak ya da teslim bayrağı çekilecekti.
İngiltere ve Fransa bu girişimi SAVAŞ nedeni sayıp, Osmanlı karasularına DONANMA'yı gönderme tehdidinde bulundu.
Kapitülasyonlarla ülke borç batağına saplanmıştı. Orduyu savaşa sokmak kaybetmek demekti.
Sultan Abdülhamid Han Savaş Gemileri Tehdidi üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. Posta yani İstihbarat silahı tekrar İngiliz ve Fransızların eline geçti.
Bu geri adım İtalyanları harekete geçirdi.
İtalyan savaş gemileri Osmanlı karasularına girdi "Biz de postaneler açmak istiyoruz" diye ültimatom verildi.
Şimdi değişen bir şey yok.
O zaman postaneler için savaş gemileri gönderenler şimdi telefonlarımızı dinliyor, kaydediyor, piyasaya sürüyor.
MİT'e operasyonlar yapıyor, bu uğurda kim elverişliyse onu kullanıyor.
Devlet bu "AŞAĞILANMAYA" savaş açıyor tıpkı 100 yıl önce olduğu gibi.
Muhalefet anlayamıyor, göremiyor, hissedemiyor, karşı tarafa çalışıyor.
Sadece postaneler için bu ülkenin üzerine DONANMA gönderenler, şimdi havaalanından köprüye kadar her şeyi istiyor.
Bir postane için savaş gemilerine "Hücum" borusu çalanlar bugün tabii ki KÖŞK'ü de isteyecek. Bu uğurda ne gerekiyorsa, hangi yerlileri kullanacaksa, hangi fitneyi ateşlemesi gerekiyorsa onu piyasaya sürecek.
İlk defa Halk İradesi tecelli etti.
İlk kez HALK KÖŞK'e çıkacak ismi belirledi.
Postane için savaş gemileri gönderenler bugün KÖŞK'ü kaybetti.
Adamların Derdi ortada ve hep gelecekler.
Dışarıdan mektup yazacaklar, içerideki POSTACILARI dağıtacak.
Mesele ağaç değil...
Siz hala anlamadınız mı?