ARDA USKAN

ARDA USKAN

Tarihi 14 Nisan 2014

Biri kader ya diğeri?

Astronomiyle ilgilenenler der ki, "Güneş veya ay tutulmaları, yer yüzünde deprem türünden bazı olayları ve günlük felaketleri tetikleyebiliyor. " Bu kuram bir tek bizdeki kadın cinayeti ve trafik kazası felaketleri söz konusu olduğunda geçersiz. Çünkü bizim ülkede bu iki 'eylem' için ne gezegen hareketine hacet var, ne tutulmaya, ne de ters açıya. "Peki neyle ilintilidir" derseniz, müsaade edin burada söylemeyeyim.
Ama her şeye rağmen garip rastlantılar da olmuyor değil. Mesela geçtiğimiz günlerde yaşadığımız bebek ölümleri...
İlki Ece Su'ydu. Annesiyle doğum gününe giderken denize düştü, tıpkı Pamir'in havuz suyunda boğulması gibi. Aynı gün bir başka çocuk Ahmet Nedim (inşallah hayata döner) pusetinden kayıp 20 dakika boyunca suda kaldı. Ve ne garip rastlantıdır ki Ahmet Nedim de Ece Su gibi akrabasının doğum gününe gidiyordu.
Pamir'in ve Ahmet bebeğin o kocaman gözleri, gülüşleri ve inanılmaz sevimlilikleriyle birbirilerine ne kadar benzediklerini elim varıp yazamıyorum bile...
Hayatlarımızdaki 'tesadüfler' bu kadarla kalmıyor. Gündeme gelsin gelmesin 'çocuk tecavüzleri' gibi büyük felaketler de maalesef art arda yaşanıyor. 10 yaşındaki Halil İbrahim Aktaş ve Mert Aydın aynı şekilde tecavüz edilerek ve boğularak katledildiler biliyorsunuz. Ki bunun da yıldızlarla, uzayla hiç bir ilgisi yok.
Hayata vedaları tamamen iblisler marifetiyle.
Ama yine de tüm bu çocuklar 'ölümde kader birliği' ettiler ya, işte laf da orada bitiyor.

Yaşamda kader birliği!

Tam üstüne geldi aslında, usta oyuncu Zafer Diper'in yıllardır sergilediği 'Yargı' oyununu bir kez daha izleme fırsatını buldum. Ve dedim ki 'insanlık dışı haller sadece savaşlarda olmuyor abi!' Biliyorsunuz 'Yargı'; savaş sırasında bir hücrede aç susuz ve çıplak bırakılan 7 askerin, ölmemek için birbirilerini yemelerini anlatır. 60 gün sonra sadece iki kişi kalmıştır. Ve biri yargı önüne çıkartılır. Sahneye tiksinti ve karabasanlar içinde bakarken bu kez de 'vay anasını güncelliğini kaybetmemiş' dedim. Bu, hem yanı başımızdaki savaşlarda katledilen binlerce masum adınaydı, hem de günlük yaşamda karşılaştığımız vahşetlerle ilgili. Üstelik insanoğlu piyesteki gibi 'yaşamak uğruna' yapmıyordu bunu; tam tersi zevk için, canı öyle çektiği için öldürüyor.
Aslında bir çok sorunun cevaplarını da bulabiliyorsunuz piyeste. Mesela bu asker savaş suçlusu mudur yoksa hayat suçlusu mu? Veya siz olsanız ne yapardınız? Ben şahsen ilk seferinde 'aynısını' demiştim. Olayı yamyamlık hikayesi gibi algılamak da mümkündü çünkü, yaşamda kalma tutkusu olarak da... Ve de 'sorgulanan, savaşın katı gerçeği olmalı, zavallının nesini sorguluyorsun' diyerek bir de düşünce eki kondurmuştum fikriyatıma.
Ama iki gün önce, "İnsan dediğin kenara çekilir efendi efendi ölümü bekler, kankayı yemek de ne demek" diyerek çıktım salondan. Belki hayatın pek öyle ahım şahım bir şey olmadığını öğrendiğimden...
Oysa ne söylüyor genç asker savunmasında, "Ben bütün klasikleri okumuş bir yamyamım. Mühendis olmak üzere yetiştirilmiş, atomu tanıyan akıllı bir vahşi değil miyim?"
Ben de diyorum ki, vahşeti sen gel de şimdi gör dostum. Bak bakalım kimler kimleri parçalaya parçalaya yeme gayretinde! Üstelik adamın gerekçesi 'varolmak için yok etmek' de değil.