ARDA USKAN

ARDA USKAN

Tarihi 25 Ocak 2013

Avrupa'yı fethetmek!

Bir ülkede genç nüfusun fazla olması gerçekten 'ekonomiye katkı sağlar mı?' Yani çalışıp yaşlı nüfusa bakan iş gücü müdür? Yoksa tam tersi 'genç nüfus'tan kasıt okuyan gençliktir de, bizzat kendileri mi bakıma muhtaçtırlar?
Valla bilmem. Benim tek bildiğim; gelecekte insanlığı bekleyen açlık ve susuzluk tehlikesi. Bir de eğitimsiz-vasıfsız bir çoğunluk olmaktansa, az ve öz olalım isterim şahsen. Ama içimden 'Çoğalıp şu Avrupa kıtasını Müslümanlar olarak bir güzel istila etsek mi acaba' hinliği geçmez mi?
Geçer.
Her neyse bunu büyüklerimiz düşünüp planlasın. Ama şunu da göz ardı etmeden; Dün Manisa'nın Dindarlı Köyü'nde müthiş bir felaket yaşandı. Maddi durumları iyi olmayan bir ailenin üç çocuğu kömür sobasının devrilmesiyle çıkan yangında cayır cayır yandılar.
Biri iki aylık, biri 3, diğeri 4 yaşındaydı. Peki ana-baba neredeydi o esnada? Baba tarlada çalışıyordu, anne de bir süre önce işe başladığı Ahmet Yoldaş İlköğretim Okulu'nda...
Neden sonra koşup geldiler ve kriz geçirdiler.
Şimdi sizlerden his yoluyla aldığım epostaları okuyalım; Diyorsunuz ki, "Evet gidenler unutulmaz ama en kısa zamanda üç çocuk daha yaparlar nasıl olsa!" "Madem fakirdiler, bakacak kimse de yoktu, be adam neden yaptın o çocukları o zaman?" "Başbakanımız geçinemeyen ailelere de beş çocuk tavsiye ediyor mu?" "Devletimiz, üç çocuktan sonrası için teşvik maaşı bağlayacakmış aileye, kaç para olacak bu?
Lisesine, kursuna, üniversitesine yetecek mi?" "Peki ya aileler abartıp 12 çocuk yapmaya kalkışırlarsa ne olacak?" "Ya baba paraları alıp, içkiye kumara yatırırsa, devlet nasıl takip edecek?"
Son bir yorum alıyorum; "Başbakanımız beş değil, tek bir çocuk doğursun da görsün o zaman hamileliğin ve doğumun ne demek olduğunu? Ayrıca hayatımızın 15 senesini evlere kapanarak geçirmek istemiyoruz. Hani kadın olarak ülke ekonomisine katkımız isteniyordu?"
Demek ki genç nüfus demeden önce, onları doğuracak analara da sormak gerekiyor; "Hazır mısınız hanımlar, gençliğinizin en güzel yıllarını hamile kalarak, kocadan uzaklaşarak, bir kitap okumadan, bir eğlenceye gitmeden, biteviye çamaşır yıkayıp mama hazırlayarak geçirmeye?"

* * *
BU HAFTA DİZİLERİN TEK ORTAK NOKTASI!
Yerli dizilerde genellikle aynı konuların, aynı şekilde ele alınmaları biz seyirciyi isyan ettirir. Bu hafta da aynı şey oldu, benzer sahneleri tekrar tekrar izlemek zorunda kaldık. Mesela 'baş karakterin ölüp, kalp masajıyla yatakta iki kez hoplatılarak hayata döndürülmesi...' Yıllar sonra "Babaaa" diye çıkıp gelen, varlığından haberdar olunmayan evlat modeli... Eli ele değmeden kağıt üstünde sürdürülen evlilikler... İntikam almak için adamların koyunlarına girmeler, tam 'aşık oldular evlenecekler' derken herifin eski karısının ortaya çıkması vs.
Ama bu hafta öyle bir 'şey' vardı ki tümü için geçerliydi. Bu 'şey' 'Muhteşem Yüzyıl' gibi 400 sene öncesini anlatan dizide de karşımıza çıktı, 40 yıl evvelini canlandıran 'Karadayı ve' 'Öyle bir geçer zaman ki' dizilerinde de... 'Kuzey-Güney'de de vardı, Lali Devri'nde de... Hatta size bir ipucu, o 'şey' 'Bana her şey yakışır' programına bile bir yerinden dahil olmuştu.
Bilin bakalım bu en ortak nokta neydi?
Cevap veriyorum; Lapa lapa yağan kar! Karadayı da yürüdü o kar altında, tesadüfe bakın ki Kanuni Sultan Süleyman da... "Biri 400 yıl önceki kış günüydü, diğeri 30 yıl önceki Ocak ayı, ne alakası var?" demeyin. Kar aynı kardı, yönetmen kafası da aynı kafa. Hatta görüntü yönetmeninin, kar yağdığını görünce buldumcuk olup ekibi gece ayazında çalıştırma telaşı bile aynıydı. "Bana herşey yakışır'ın neresine yağdı?" derseniz; giyim alışverişini kar altında yapan yarışmacılara bakıp anlayabiliriz.