ARDA USKAN

ARDA USKAN

Tarihi 30 Kasım 2011

Bir sen eksiktin!

Kendi seviyende olmayan birileriyle haşır neşirsen, bundan iki araz çıkar; Biri, boşa vaktini harcamışsındır ki önemli olan budur. İkincisi, karşındaki o seviyesi kıt mahluk, birden kendini bir şey sanır, havaya girer ve sana kafa tutmaya kalkar. Bunu anlatan en özlü söz de kuşkusuz, Nihat Doğan'ın dediği, "Bir lafa bakarım laf mı diye, bir de lafı söyleyene bakarım adam mı diye..." (Tabii lafın gerçek sahibinin Mevlana olduğunu biliyorum. Ama Hergele Meydanı olarak muhatabınız İran İslami Devrim Muhafızları Hava-Uzay Komutanı Emir Ali Hacızade olunca, ancak Nihat Doğan versiyonunu münasip gördüm.) Halk ağzıyla girizgah yaptığım yazımın konusu anladınız gibi şu yukarıdaki zat-ı muhterem. Dün demiş ki, "İran için bir tehdit durumu olduğu takdirde ilk hedefimiz 'Türkiye'deki füze radarı' olacaktır. Daha sonra diğer hedeflere yöneleceğiz!"
Kaldırın şu bedelli askerliği filan, toplayın eski yeni ne kadar asker varsa, yürüyelim şu Emir efendinin üzerine... 'Füze radarını susturmak öyle olmaz bak böyle olur şekerim' diyelim, basalım dayağı.
Hergele ruhumdan geçenler aynen bunlar...
Ama diğer yanım da diyor ki, 'Siyasi platformlarda, adamların ideolojilerine dokunmadan, (dini lider Ayetullah Ali Hamaney'in himayesinde ya bu İslami gelişme teşkilatı) evet bu şekilde halletmek lazım her şeyi, sinire mahal yok.
Ama Emir efendi kafayı takmış bir kere, Türkiye'de kurulması düşünülen füze radarı, Nato'nun değil de, kendine düşman saydığı ABD'nin Siyonist Rejimi'nin planıymış. Ve de biz Türk halkı olarak, uyanık bir millet olduğumuzdan böyle komploları engellermişiz...
Yani bize yağ çekerken bir yandan da demek istiyor ki, 'Hükümetiniz Siyonistlerle el ele abiler!"
Öyle ya da böyle Emir efendi...
Ama bizi tehdit etmeyecektin. Bu yüzden son söz hergelenin; 'Dur bekle şu başbakanımız bir iyileşsin hele, 'van minit' diyerek sana gereken cevabı bi versin...
Sen gör bakalım o dilin şeyine kaçıyor mu, kaçmıyor mu?

* * *
SANATÇI-MAFYA İLİŞKİSİ!
Yaban ellerde bir tek Frank Sinatra'yı biliriz yer altı dünyasıyla haşır neşir olan.
Ama yine biliriz ki, nerede bir ünlü var, dibinde ot misali bir mafya bitiverir.
Bizde de böyle elbette. Çünkü karanlık dünyanın en bayıldığı tipler sanat dünyasının ışıltıları arasından çıkar. Onlarla dost olmak, yakın durmak her mafya elemanının rüyasıdır. Bundan ne gibi menfaatler beklerler, benim şahsen aklım almaz ama bir ünlüye takılıp oralarda buralarda görünmek ruhlarını okşar bilirim.
Yoksa koskoca mafyanın, bir şarkıcıdan ne beklentisi olabilir ki başka? İşte bu boktan nedenden ötürü şöhretlere musallat olurlar. Üstelik racon gereği elleşmezler birbirilerinin sanatçılarına. Bu yüzden mafyalar arası rekabete de sebep olurlar istemeden.
Peki bir sanatçıyı himayenin karşılığı nedir? En başta, 'koruma, kollama, iş ayarlama, paraya sıkıştığında para verme, piyasadan kazık yediğinde karşı tarafın icabına bakma' şeklinde bir tür hizmetler silsilesi...
Dışarıdan bakınca, 'Ne var bunda defedersin gider kapından' demek en şuursuz eleştiri olur. Çünkü bunlar kolay kolay bırakmazlar adamın paçasını.
Hele bir de kadınsanız ve mafya başı sizi beğenmişse ölmeden kurtuluşunuz yoktur. Ya da adam hevesini alacak, peşinizi bırakacaktır. Bir başka çare de o hanımın hemen mazbut bir evlilik yapıp, çoluk çocuğa karışması yöntemidir. Ne de olsa hepsi aynı zamanda biyolojik baba olduklarından, aile kavramı her şeyden fazla gelişmiştir bunlarda.
Ama işte yırtamayanlar da vardır. Filiz Akın tüm bu işlere uzak bir karakter olsa da bir zamanlar İnci baba isimli mafyadan kendini kurtarması zaman almıştır.
Şimdi de Ahmet San ve Erkan Petekkaya gündemde, yine mafyavari ilişkilerle. Ve ben bir kez daha şaşkınlıklar içerisindeyim, organize suçla ne gibi alakası olabilir ki bu isimlerin? Her neyse yarın bu yazı çıkmadan, gerçek ortaya çıkar inşallah.