SAVAŞ AY

SAVAŞ AY

Tarihi 8 Temmuz 2011

Necip Fazıl'ı sevme sorunsalı

Solcuyduk ve bizim gibi düşünmeyenlerin "aklı, zekâsı, yeteneği, başarısı, ideali, umudu, ışığı, aydınlığı" yok diye düşünürdük.
Elbette bu solculuğun fıtratından değil bizim onu öyle sanmamızdan ötürüydü. "Karşı taraf"ın da fikri farklı değildi kendi karşıtları konusunda. Ve o çağlarımızda, yaşamımızın iri kıyım bir bölümüyle birlikte nice değeri de ıskaladık takım halinde vaaah!..

Kezzap tadı

Necip Fazıl Kısakürek adını da "tu kaka" edişimiz o yıllarıma rastlar. Kötü bir adamdı o zehabımızca. Gerici, yobaz, faşist, sakınılması gereken bir hayatın ve düşüncenin ağa babalarındandı.
Mademki öyleydi, şiirleri de kezzap, zehir zıkkımdı bizim için.
Sonra karıştık, barıştık, savrulduk, toplandık bir dolu konuda ayıktık. Bir fikre taraftar olmak, ona aykırı fikirleri yok saymak değildi, anladık. Bizim gibi düşünmeyenler ille de düşman, zararlı, kötü değildi anladık.
Buna örnek binlerce şeyi bir kenara bırakıp tek bir kişi üzerine misal verirsek; Necip Fazıl Kısakürek de bu ülkenin değerleri arasında hem de ön sıraları alan bir isimdi, biraz geç kavradık..

Acısı çıksın

Kendi payıma dünyaya onun gibi bakıyor değilim. Ama sırf bu yüzden de o tılsımlı satırlardan mahrum tutmayı en başta kendi kendime yapılmış haksızlık sayıyorum. Gelin buradan, bu köşeden de biraz olsun analım onu. Tanımayana bir nebzecik olsun tanıtalım, eski günlerdeki o görmezden gelişin acısını çıkaralım.

* * *
HİŞŞT AMCA NEREYE
Milliyet'in Cağaloğlu'nda olduğu yıllardı. Nuriosmaniye Caddesi'ndeki ana kapının önünde kazı çalışması yapılıyor diye bir süre arkadaki küçük kapıdan giriş çıkış yapar olmuştuk.
Bütün zamanların en baba spor yazarlarından olan merhum İslam Çupi yıllık izninden dönmüştü o gün. Durumu bilmediğinden ön kapıya gitmiş, sonra durumu görüp, oradakilerin de uyarmasıyla arka kapıya yönelmiş hemen.
Veee tam kapıdan adımını atmış ki, güvenlik görevlisi arkadaş ayağa fırlayıp kolunu sertçe tutmuş İslam ağabeyin. Gürlemiş ardından:; - Hişt amca ağır ol bakalım!
Nereye gidiyorsun?
Gerçek bir İstanbul beyefendisi olan İslam Abi o sakin tavrıyla yanıtlamış görevliyi:
- İçeriye gidiyorum evladım, yanlış kapıya mı geldim yoksa?..
Oğlan daha da hiddetlenmiş.
- Tabii ki yanlış geldin amca. Burası koca Milliyet Gazetesi...
Bereket hemen ardından ulaştırma şefi Polis Erkin geliyormuş da tatsızlık büyümemiş.
Ne yapsın çocuk?..

O günlerde inanılması güç bir hikâye gibi yayıldı, konuşuldu bu mesele. Güvenlikçiye çok kızmıştık hepimiz:
- Bir Bab-ı Ali efsanesi, bir gazetecilik abidesi olan Koca İslam Çupi'yi nasıl tanımaz o densiz adam?.. Çocuğa kızıp, ifadesine başvuran müdürlerinin hışmından onu yine İslam Abi kurtarmıştı; - Yahu boşu boşuna hiddetlenmeyin delikanlıya.
Gazete büyüdükçe, yeni yeni kadrolar geldikçe birbirimizi tanımaz olduk, çocuk ne yapsın?..
Bu anlattığım olayın üzerinden 25 yıl filan devretti ama, geçenlerde gazetede bir sebepten ötürü kutlama pastası kesilirken yine o olayı, hem de daha bir sarsılarak hatırlamıştım.
Yazıişleri salonunda mini, mütevazı bir tören yapılıyordu.
Binamızın her bir katında, değişik bölümlerde çalışanlar arasından pek çok iş arkadaşımız gelmiş, mutlu mesut yüzlerle konuk olmuştu oraya.
İşte sarsıldığım nokta, tam da o tablodan çıktı. Oradakilerin hepsi aynı binada, aynı çatı altında müşterek çalıştığımız arkadaşlardı ama yemin ederim ki yarısından çoğunun bırakın ismini servisini bilmeyi, yüzlerini bile ilk kez görüyordum.

Haldır haldır koşturmak

Kimi reklam, kimi hukuk, kimi tanıtım, küçük ilan, pazarlama, teknik vs servislerinde görev yapan bu kardeşlerimiz içeride dışarıda öyle bir yoğun tempoda, öyle bir koştur koştur çalışmaktaydı ki, nerede ne zaman görüşecek, tanışacak, konuşacaksın?
Sonra yaptığımız işin genel adının "iletişimcilik " olduğunu düşünüp kafa buldum kendimle.
Ardından da içime doğru konuşup "Haddi be!.. Nereden iletişimcisin sen?" diye bozuk attım yine kendime.
Aaaah ah!.. Valla ne deyim; biz, hepimiz bir yerlerde bir şeyleri atlayıp, bir şeyleri eksik yapıyoruz ama, neleri?..
Şimdi yarım aklımla uğraşsam düşünüp düşünüp dursam da çözemem ben bu ıskalayışı.
Lakin yine de kapı güvenlikçisi gençleri hoş tutup, mah cemalimi unutturmam lazım.
Yoksa maazallah soruverirler bir sabah vakti;
- Hişşşt amca!.. Nereye?..