Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 7 Mayıs 2015

Ah o eski mutlu günler!..

Hasan Cemal'in yönetim kurulu başkanlığını yaptığı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün koordinatörlüğünde hazırlanan ve ilk gösterimi İsveç Başkonsolosluğu'nda yapılan 'Persona Non Grata - Basın Özgürlüğü Yok' belgeseli de, eski mutlu günlere(!) duyulan derin hasretin hikayesi. 'Türkiye'de basın özgürlüğü olmadığını' söylemek, 'işler artık bizim arzu ettiğimiz şekilde yürümüyorsa, basın özgürlüğü var denilemez' demenin değişik bir şekli aslında.
Kalkıp da, 'Gazete ya da televizyon sahiplerinin yaptıkları ya da yapacakları hukuksuzluklara göz yumulmalı' diyemedikleri için 'Basın Özgürlüğü Yok' diyorlar yani.
Bunun bir değişik versiyonu da, 'dışarıdan aldığımız emirleri yerine getirebilecek tarzda çalışabileceğimiz patronlar bulamıyoruz' denilerek ifade ediliyor.
Oysa bütün gazetecilerin işe girerken imzaladıkları sözleşme açık: "Gazetenin genel siyaseti, tutum ve gidişi ile yön ve karakterini saptamak ve değiştirmek işverene aittir. Gazeteci buna uymayı ve kendisine verilen tüm işlerde işverenin emir ve talimatlarına göre hareket etmeyi kabul eder." Başka ülkelerde de benzer durumlar vardır mutlaka, ama basın, medya bu ülkede her daim tartışmalı bir alandır.
Bu, 4. Kuvvet olarak bilinen 'Basın' ya da Medya'nın 1. Kuvvet olmaya soyunması ile alakalı bir konu. Çünkü basın kuruluşlarının sahip, yönetici ve yazarlarına 4. Kuvvet olmak kafi gelmez.
Birinci Kuvvet olmak, yani Yasama, Yürütme, Yargı yanında, askerisi ve sivili ile bütün bürokrasiyi yönlendirebilecek bir güce sahip olmak, Bir Kısım Basın'ın her daim hedefi olmuştur.
Ve maalesef bir dönem önce medya, birinci kuvvet olabilme imkanı bulabilmiştir bu ülkede. O yüzdendir ki, 'eski mutlu günleri' anlatırken, "O zamanlar medyada iyi para kazanılıyordu" diyebiliyor birileri... Ve o günlerin hasretiyle yanıp kavruluyorlar.
Medyada iyi para kazanılıyordu.
Çünkü patronlarca oluşturulan hükümetler, ayağa çağrılan bakanlar, hatta başbakan. Bir telefonla alınabilen teşvikler, düşük faizli ve çoğu geri ödenmeyen krediler söz konusuydu...
Arzu edileni yapmaktan imtina eden, hatta gecikenlere karşı kullanılmak üzere hazır bekletilen dosyalar devredeydi.
Neler döndüğünün farkına varıp 'dur' demeye kalkışan dürüst yöneticilere karşı, manşetten açılan ve iftira silahının insafsızca kullanıldığı savaşlar yaşanıyordu..
Yakın tarihimiz, bu kuruluşlarının desteğiyle işbaşına geldikleri ve ancak bu şekilde ayakta durabildikleri için, medya kuruluşlarına diyet ödemek zorunda kalan siyasetçilerin ibretlik hikayeleriyle dolu.
Medya kuruluşlarına diyet borcu olmadığı gibi, onlara rağmen var olup, onlara rağmen işbaşına gelen ve orada kalmaya devam eden bir iktidar var şimdi.
Paçasında çamur yok kimsenin, tehdit ve şantaj malzemesi bulamıyorlar. Muhatap alınanlar gece gündüz durmadan çalıştıkları, genellikle de mazbut ve şeffaf bir hayat yaşadıkları için, iftiralar da ters tepiyor...
Medya kuruluşlarını güç olarak kullanamayan patronlar, çalıştırdıkları kişilerin hayat standartlarını eskisi gibi sağlayamıyorlar artık.
Yakın bir zamana kadar, kendilerine uygun patronlara ve nerdeyse onlar kadar imkana sahip olup bunları kaybetmeye başlayanlar, bu durumdan iktidarı sorumlu tuttukları için veryansın
ediyorlar. Mesele aslında bu...