Ne zaman ağız tadıyla bayram yapacağız!

Kardeşlerim, dünyanın dörtbir tarafında din kardeşlerimiz zûlüm altında inim inim inlerken, Ramazan Bayramı'nın sâdece adı bayram olacak.

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 28 Temmuz 2014 Güncelleme 28 Temmuz 2014, 00:00
Ne zaman ağız tadıyla bayram yapacağız!

İÇİNDEKİLER

Aziz kardeşlerim, hamdolsun Cenâb-ı Allah'a bir Ramazan Ayı'na daha çıktık ve inşaallah bugün tamamına ererek, bayramı idrak ediyoruz. İdrak ediyoruz da, özellikle son birkaç senedir ağız tadıyla bayram edemiyoruz. Bir sene Suriye, bir sene Mısır, bu sene de Filistin derken zâlimler hem Mübârek Ramazan Ayı'nı hem de bayramını zehir ettiler biz Müslümanlara.

NİYE BUNLAR BAŞIMIZA GELİYOR DİYE HİÇ DÜŞÜNDÜK MÜ İNSAF İLE?
Dostlar, televizyonda bir iki haber seyredip, zâlimlerin arkasından koca koca laflar edip, sonra dönüp orucu yiyip, namazı kılmayıp, helâli, haramı ayırmayıp Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarını tutmadığımız sürece bu başımıza gelen azdır desek yeridir. Kardeşlerim Efendimiz (s.a.v.); "Ümmetini bir bütün olarak, tek bir beden olarak" tarif buyurmuştur. Bu şu demek; bizim burada dinimizin emir ve yasaklarını tutmayıp Allah Teâlâ'ya âsi oluşumuzun acısı bazen Filistin'den, bazen Suriye'den çıkar. Bu tıpkı şuna benzer; vücûda bir mikrop girer, en zayıf organda hastalık olarak yerleşir. Şimdi suç hastalanan organda mıdır, yoksa o mikrobun vücuda girmesine sebep olanda mı? Varın insaf ile siz verin kararını!..

MÜ'MİNİN YAPTIĞI FİİLLER TÜM ÜMMETİ ETKİLER
Kardeşlerim bizler mü'min olarak sadece kendimizden sorumlu olduğumuzu, yaptığımız veya yapmadığımız şeylerin sadece bizi ilgilendirdiğini, etkilediğini zannediyoruz. O iş maalesef ve Elhamdülillah ki, öyle değil. Dostlar, kelebek etkisi deniyor, burada bir kelebekcik kanat çırpacakmış, o kanat çırpmasından oluşan hava akımı dünyanın bir tarafında rüzgâr olacakmış. Buna inanıyoruz değil mi? En azından temkinli yaklaşıp neden olmasın, olabilir diyoruz. Ama bizim iyilik ve kötülüklerimizin, sevap ve günahlarımızın böyle bir etkiye sebep olacağını söyleyince maalesef aklımıza yatmıyor. Oysa ki; bir insanın, "Allahu ekber" demesi, en zayıf hâliyle bir kelebeğin kanadından daha güçlü bir şekilde havayı harekete geçirir. Binlercesinin demesi, fırtına bile oluşturur bu mantıkla.

MÂNÂ OLMAZSA MADDENİN GÜCÜ ORTAYA ÇIKAMAZ
Ama mesele kelebek, böcek meselesi değil. Mesele kendini Müslüman olarak tanımlayanların herşeyi maddeden ibâret olarak görme, hastalığı. Mânâyı düşünmeme, unutma rahatsızlığı. Dostlar, oysa ki biz gayba, yani görmediğimiz bir ilâha, Allah'a (c.c.) iman etmişiz, Elhamdülillah. Yani görünenin ardında bir güç olduğuna ve o gücün isterse görünendeki şartlara bakmaksızın işleri çekip çevireceğine, şartları da O'nun yarattığına, herşeye gücünün yeteceğine iman etmişiz, etmeliyiz veya sadece ettiğimizi sanıyoruz. Sanıyoruz diyorum, çünkü sâdece topla, uçakla, tüfekle, hazinedeki parayla bu iş olacakmış gibi bir hava oluşuyor; bir zâlim, din kardeşimizi her inlettiğinde. Dostlar, bunlar tabî ki lâzım ama, Suriye'de, Mısır'da, Filistin'de bir avuç düşman, tâbiri câizse hakkımızdan geliyor. Bizler de burada çaresiz ağlaşıp, lânet okuyup olanları ve olacakları seyrediyoruz. Allah aşkına kaçımız, kendinde suç görüyor. Hep bir olamadığımız için bunlar başımıza geliyor diyoruz da. Kaçımız, uykusunu bölüp, tatil keyfini bölüp, iftar keyfini bölüp; 'ben nasıl, o ümmetle bir olurum' diye kafa yoruyor. Bir olmaktan, 'herkes bizden olsun, bizim gibi olsun, bizim tarikten, bizim cemaatten olsun'u anladığımız müddetçe nasıl bir olacağız, hiç sordunuz mu kendi kendinize! Sevgili kardeşlerim, bir olmayı, sadece protestolarda bir araya gelmek olarak algıladığımız müddetçe, bu iş olmaz. Her günahımızın bir şekilde bizleri gaflete götürdüğünü, o gafletin de din kardeşini sevememek, mü'mini münafığı, kâfiri ayırd edememek ve sonunda birlik olamamak şeklinde zuhûr ettiğini artık farketmemiz gerekiyor. Filistin'de, Suriye'de, Mısır'da, Doğu Türkistan'da, Mynmar'da dünyanın hemen her yerinde kardeşlerimizin bizim yüzümüzden canlı canlı kesildiğini farketmedikçe, anlamadıkça, sıfır olarak kalmaya, din kardeşimiz ağlarken burada keyifle bayram yapmaya, arada da televizyonda seyredip, "Vah!.. Vah!.." deyip, aslında bir ucu da bize dokunan beddualar okumaya devam ederiz, vesselam.

BAYRAMI YİYİP İÇMEDEN İBâRET SANMAK MâNEVİ BİR HASTALIKTIR!
Dostlar, orucu aç kalmak zannedenin bayramı da yiyip içmekten ibâret olur maalesef. Hatta öyle ki, Ramazan boyunca aç kalan bu kimseler, aç bile kalamayan kimselerle birlikte Şeker Bayramı adı verilen başka bir bayramı da kutlar. Cenâb-ı Allah bizleri bu nevi mânevi hastalıklardan muhafaza etsin.
Kardeşlerim, evet yanlış okumadınız, Oruç ibadetini aç kalmaktan ibâret sanmak ciddi bir mânevi hastalıktır. Bu bir kişinin dört sene üniversitede okumayı vakit geçirmesi zannetmesi gibi bir şeydir. Evet bir vakit geçer ama o vakit geçirmeden bir sonuç alınması da icâb eder, o da bir bilgi birikimi ve bir diplomadır. Yoksa boşa geçer, gider. İşte, Oruç ibadetinden de bunun gibi bir sonuç alınması gerekir. O da: Cenâb-ı Allah'ın Rahmeti, Mağfireti, Yakınlığı, Güzel ahlak, Nefsini idrak ve Kulluk bilincidir. Bunları alamadan bir kimse Ramazan Ayı'nı geçirse, velev ki oruç tutsa, üzülerek söylüyoruz ki, sadece aç kalmıştır.
Üzülüyoruz, çünkü en azından başkaları gibi bana ne dememiş, bu yüzyılda aç kalmak da neydi dememiş, hürmet etmiş, gayret etmiş, oruç tutmuştur.
Kardeşlerim, Mü'min her işinde hayırlı bir niyeti olan, ve işe başladığından bitirene kadar o niyetini sürekli kontrol eden, niyetinde bir sapma, bozulma görürse hemen kendisini toparlamaya gayret eden kimsedir.
O sebeple Ramazan Ayı'ndan, oruçtan istenilen neticeyi alabilmek için önce bir netice istenildiğini farketmek, sonra da o istek üzere olmak gerekir. Yoksa oruç kuru kuruya aç kalmak, bayram da yiyip içip tıkınmak değildir.

MÜ'MİN NE ZAMAN BAYRAM EDER
Bir adam bir bayram günü Hz. Ali'nin (r.a) yanına varır, onu kuru ekmek yerken görür ve der ki: "Yâ Ali, bugün bayram günüdür, sen kuru ekmek yiyorsun!"
Hz. İmam o adama: "Evet, bugün bayramdır; ama bayram, orucu kabul olanlara ve sa'yi makbul olanlara ve günahları affedilenlere bayramdır. Böyle olduğu takdirde bugün de yarın da bizim için bayramdır. Allah'u Teâlâ'ya isyan etmediğimiz her gün bizim için birer bayramdır." buyurarak cevap verir.

EFENDİMİZ'İN (S.A.V.) BAYRAMDAN ANLADIĞI
Bir bayram günüydü. Bütün çocuklar bayramlık elbiselerini giymiş, neşe içinde gülüp oynuyorlardı. Bişr, başını ellerinin arasına almış, anne ve babasını düşünerek bir köşede sessiz sessiz ağlıyordu. Üstü başı perişandı.
Sabahtan bu yana midesine bir lokma bile girmemişti. Kendi kendine:
- Şimdi bana kim sahip çıkacak?
Kim karnımı doyurup bayramlık elbiseler alacak? diye düşünüyordu.
Tam o sırada, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de oradan geçiyordu. Çocukları çok seven Allah Rasulü (s.a.v), onları seyrederken birden Bişr dikkatini çekti. Hemen onun yanına gitti. Tatlı ve şefkâtli sesiyle:
- Yavrucuğum! Niçin ağlıyorsun?
Nedir derdin? Neden arkadaşların gibi sen de gülüp oynamıyorsun? diye sordu. Bişr başını kaldırmadan:
- Ben ağlamayayım da kim ağlasın! Bütün çocuklar, bu güzel günde bayramlıklarını giyip anne ve babasıyla bayramlaştılar.
Benim babam bir savaşta şehit oldu. Annem ise bir başkasıyla evlendi. Üvey babam yanlarında kalmama izin vermedi. Şimdi yapayalnız kaldım.
Arkadaşlarıma bakıyorum, hepsinin ailesi var. Onlar, annebaba dedikçe benim içim yanıyor.
Benim de annem-babam olsaydı, ben de gülüp oynardım, dedi ve o âna kadar içinde hapsettiği hıçkırıklarını salıverdi.
Bişr'in bu çaresiz durumu karşısında, bir şefkat ve merhamet âbidesi olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)'in yüreği sızladı ve çok duygulandı. Mübârek gözleri yaşla doldu. Bişr'in saçlarını ipek tenli nurlu elleriyle okşadıktan sonra:
- Bak yavrum, dedi. İster misin, ben senin baban olayım?
Aişe annen, Ali amcan, Fâtıma teyzen, Hasan ve Hüseyin de kardeşlerin olsun? Kendisiyle konuşanın Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olduğunu anlayan Bişr, büyük bir sevinçle:
- Tabî ki Yâ Rasulallah! diyerek O'nun mübârek eline sarılıp öptü. Daha sonra birlikte Peygamberimiz (s.a.v.)'in evine doğru yola çıktılar. Bişr'in mutluluktan içi içine sığmıyordu. Eve geldiklerinde herkes Bişr'e yakın ilgi gösterdi. Onu güzelce giydirip karnını doyurdular. Onunla sohbet ettiler, şakalaştılar.
Bişr, dünyanın en mutlu insanıydı şimdi. Kaybettiği bütün mutluluklar, birden geri dönmüştü. Bir müddet sonra izin alarak tekrar arkadaşlarının yanına gitti. Artık yüzü gülüyor, yaş dolu gözleri neşe saçıyordu. Arkadaşlarının arasına katıldı ve onlarla birlikte oynamaya başladı. Ondaki bu âni değişikliği fark eden arkadaşları, merak edip Bişr'e:
- Ne oldu sana? Daha birkaç saat önce ağlıyordun. Üstünde eskimiş elbiseler, ayağında paramparça olmuş bir ayakkabı vardı. Şimdi ise oldukça güzel elbiseler giymişsin.
Üzüntülü hâlin gitmiş, çevrene neşe saçıyorsun. Sendeki bu değişikliğin sebebi nedir? diye sordular.
Bişr, sevgiyle parlayan gözleriyle arkadaşlarına bakıp gülümseyerek:
- Benim yerimde olsaydınız siz de sevinirdiniz. Ben açtım, şimdi karnım doydu. Giysilerim eskiydi, şimdi yenilendi. Hiç kimsem yoktu, şimdi ise Peygamberimiz (s.a.v.) babam, Aişe (r.a) annem, Ali (r.a) amcam, Fâtıma (r.a) teyzem, Hasan-Hüseyin (r.a) da kardeşlerim oldular. İşte bu yüzden çok sevinçliyim, dedi. Bişr'in çevresini saran çocuklar şöyle dedi: -Ah, ne olurdu bizim babalarımız da Peygamber'le savaşırken şehit olsalardı da biz de senin gibi olabilseydik!..

AYET-İ KERİME
İnanan ve güzel amel işleyenler, insanların en hayırlılarıdır. Rableri katında onların mükâfatı, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, Rabbine saygı göstererek korkanlar içindir. Beyyine 7- 8

HADiS-İ ŞERİF
"Rabbiniz gerçekten çok merhametlidir. Kim içinden bir iyilik yapmayı geçirir de onu yapmazsa, ona bir iyilik sevabı yazılır. Eğer onu yaparsa, on katından yedi yüz katına hatta kat kat fazlasına kadar iyilik sevabı yazılır. Kim de içinden bir kötülük yapmayı geçirir de onu yapmazsa, ona bir iyilik sevabı yazılır. Eğer onu yaparsa, bir kötülük günahı yazılır veya Allah onu siler." Dârimî

HANIMLAR BAYRAM NAMAZI İLE SORUMLU MUDUR?
Kadınlar, cuma ve bayram namazlarıyla yükümlü değildirler.
Ama kılmalarında bir sakınca yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v.) kadınları bayram namazına katılmaya teşvik etmiştir. Hz.
Peygamber döneminde kadınların, namaza katıldıkları; âdetli oldukları için namaz kılamayacak durumda olanların ise Musallanın kenarında durup tekbirlere katıldıkları ve hutbeyi dinledikleri bilinmektedir.

Bayramlaşmak için, Hz. Allah'ın haram ettiği şekilde bayram kutlaması yapılan bir yere gitmek câiz midir?

Tehdit ve mecburiyet haricinde böyle bir meclise gitmek asla câiz değildir. Bu hususta akrabalık ve kul hakkı sorumluluğu oraya gitmeyene değil o meclisi kuran ve oraya iştirâk edenlere aittir.
Kişi tercihini Allah'ın rızasına göre yapmalıdır.

DUA
"Rabbim! Bize yardım et, aleyhimize olan şeylere yardım etme. Bize zafer ver, aleyhimize zafer verme.
Lehimize tertip kur, aleyhimize tertip kurma. Bize hidâyet et ve hidâyeti bize kolaylaştır. Bize zulmeden kimseye karşı yardım et.
Rabbim! Bizi Sana çok şükreden, Seni çok zikreden, Senden çok korkan, Sana itaat eden, Sana saygı gösteren, Sana yönelen ve tövbe eden kimse yap. Rabbim! Tövbemizi kabul et, günahımızı temizle, duamızı kabul buyur, delilimizi sâbit kıl, dilimizi doğru yap, kalbimize hidâyet ver, göğsümüzün kin ve hasedini çıkar." Âmin.

Kardeşlerim, Allah Teâlâ bizleri bu idrak ile kendisine kul, Habibi'ne (s.a.v.) Ümmet olarak bayram etmeyi cümlemize nasip etsin inşaallah. Âmin.