Ramazan Ayı'nı boşa mı geçirdik!

Ramazan Ayı, senenin geri kalanında nasıl yaşayacağımızı tâlim ettirir. Bu tâlimden bugüne kadar mahrum kalanlar için şu iki gün son fırsattır.

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 26 Temmuz 2014 Güncelleme 26 Temmuz 2014, 01:08
Ramazan Ayı’nı boşa mı geçirdik!

İÇİNDEKİLER

Kardeşlerim, Ramazan Ayı bir mü'minin dinini, gündelik hayatını, aile hayatını, toplumsal hayatını nasıl yaşaması gerektiğine dâir hızlandırılmış bir kurs gibidir âdeta. Bu ayda nefsimizin isteklerine dur demeyi, sadece midemize değil, ağzımıza, gözümüze, kulağımıza bile oruç tutturarak Allah'ın razı olmayacağı tüm hâllerimize set çekmeyi, din kardeşlerimizi kendimizden çok düşünüp onların ihtiyacını görmek için yarışmayı, Allah rızası için vermeyi, Kur'ân'ı Kerim'i, affetmeyi, Efendimiz'in (s.a.v.) güzel ahlakını tâlim ederiz. Her yeni Ramazan'da bir önceki Ramazan'da aldığımız ancak bir sene boyunca kırk türlü hâlle sakatladığımız niyetlerimizi tazeleriz. Unuttuklarımızı hatırlarız. Unutulup da hatırlananlar sadece ibadet, taate dâir olmak zorunda değildir. Dostlar birçok din kardeşimiz bu mübârek ayın feyzi ve bereketiyle yaşadığı hayatın, zilletin farkına varmış olabilir. Müslüman olduğunu hatırlayıp, içinde bulunduğu tüm kötülüklere tövbe edip, pırıl pırıl, Allah (c.c.) katında makbul, kul katında imrenilen bir hayata başlamış olabilir. Kardeşlerim, çünkü Ramazan ayı sadece hatırlamak için değil, yeni bir başlangıç yapmak için de fırsattır. Kıymetli okurlar, bir Ramazan Ayı'nı daha hüzünle uğurlarken, bu aydan bize ne kaldı, ne gitti bir hesap kitap yapalım, şu son iki günde eksiklerimiz varsa bir gayretle tamamlayalım veya bugüne kadar gafletle geçirenler varsa, son gününde olsun belki istiğfar edip özüne, dinine döner diye ikaz edelim, isedik.

BU AYDA TERKEDİP, BİR DAHA DÖNMEMEYE NİYET ETTİĞİMİZ KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR
GIYBET: Efendimiz (s.a.v.); 'gıybet eden, yani din kardeşinin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri konuşan kimse için, iflas edendir' buyuruyor. Kardeşlerim gıybetçi ahirete dağlar kadar sevapla gelir, sonra her gıybetini ettiği kişiyle ayrı ayrı hesabı görülür. Hepsine sevabını verir, sonunda sevabı kalmaz, onların günahlarını yüklenir, cehennemi boylayıverir. Zinadan daha büyük bir günahtır.
HASET: Kişinin, diğer insanların sahip olduğu şeyleri, onların elinden gitmesini isteyerek, kıskanmasına hasit denir. Yani, kimsenin kendisinden iyi hâlde olmasını çekememe hâlidir.
Bizzat Allah Teâlâ'nın taksimatına razı olmamaktır.
Efendimiz (s.a.v.); 'ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi hasetin de kişinin hayırlı amellerini yiyip bitireceğini' buyurmuştur.
ŞEVHET: Kardeşlerim şehvet denilince illâ ki karşı cins akla gelmesin. Allah Teâlâ'nın rızasına uymayan tüm hazlar bir tür şehvettir denilebilir. Neden mi? Çünkü o hazla kişi Rabbinden gâfil olur, tamamen o hazzı yaşamaya odaklanır ve tatmini için helâl olmayan yollara sapabilir. Bu kiminde makam sevgisi olarak zuhûr eder, kiminde insanların kendisini beğenmesi olarak. Mü'minin nefsinin peşinde koştuğu hazları farkedip bunu helâl dâiresine yönlendirmesi icab eder. KİBİR: Kişinin kendini beğenmesi, insanlardan diğer mahlûkattan üstün görmesidir.
Kibir sonun da kişiyi, Yaratıcısını bile beğenmez hâle getirir. Kardeşlerim, meşhur rivâyettir Cenâb-ı Hak nefsi yarattı ve sordu; 'Ben kimim?' diye, nefis 'Sen sensin, ben de benim' dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona uzunca bir süre azab etti gene sordu, nefis gene aynı cevabı verdi, sonunda aç bıraktı bunun üzerine nefis; 'Sen Yaratıcım, Âlemlerin Rabbi Allah'sın, ben de Senin mahlûkunum.' dedi. İşte kibir Allah Teâlâ'ya hâşâ; 'Sen Sensin, ben de benim.' demektir. O yüzden; 'Kalbinde hardal tanesi kadar kibir olan kimse cennete giremez', buyurulmuştur. KİN: Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki; 'Kini olanın dini olmaz.' Kardeşlerim aman dikkat, burada müslim, gayri müslüm ayrımı yapılmıyor. Kime karşı olursa olsun kini olanın kalbinde din barınamaz.
Bir kimse, herhangi birine karşı içinde bastıramadığı bir öfkeye sahipse, kendini insaf ile bir kontrol etsin, Allah Teâlâ'ya, Rasûlallah Efendimiz'e (s.a.v.), dine diyanete karşı bir soğukluk illâ ki vardır. Burada önemli bir husus var o da, buğz. Buğz; Allah Teâlâ'nın razı olmadığı bir şeyi yapana karşı kişinin kalbinde duyduğu öfkedir. Ancak buradaki fark, kişinin o buğz ettiği kimseye karşı, Allah'ın (c.c.) emrini, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) sünnetini çiğneyerek bir işe, intikâma kalkışmamasıdır. Kin hastalığında kişi karşısındakinin kötülüğü için herşeyi mübah görebilir. Buğz'un sınırını Allah Teâlâ çizmiştir. ŞİRK: 'Nefsini bilen Rabbini bilir' buyurulmuştur. Yani, Allah (c.c.) için mi yaşıyoruz, çalışıyoruz yoksa ev, araba, kariyer, karşı cins, makam, mevki gibi Allah Teâlâ'dan gayrı şeyler için mi? Allah'ın (c.c.) rızası mı bizim için önemli olan yoksa, patronun, dernek başkanının, arkadaşlarının, karşı cinsin veya başkalarının fikirleri, takdirleri mi? Bu birkaç örnekten yola çıkarak kişi Rabbini çok net olarak görebilir. Rabbi, Hazreti Allah olmayan bunu gafletinden yapıyorsa hemen tövbe edip Rabbine yönelirse Cenâb-ı Allah'ın sevgili kulu olur. DİĞER GÜNAHLAR: Kardeşlerim, bizler ancak yerimiz yettiğince birşeyler yazabiliyoruz.
Yoksa kötü huylar, günahlar bunlardan ibaret değildir. Sizden ricamız, özellikle İmam Gazali Hazretleri'nin eserlerinden bu bahisleri dikkatlice okumanızdır. Çok basit gördüğümüz, hatta bazen farkında olmadan işlediğimiz bir çok günah olduğunu ve onların gün gelip kişiyi kulluktan, imandan düşürebileceğini öğrenmenizdir. Bizler bu kadarcık sayfada ancak birşeylere işaret edebiliyoruz, uzun uzun anlatma şansımız olmuyor maalesef. Yine de dikkatinizi çekebildik, hastalıkları sizlere gösterebildiysek, bir kitap açıp okutturabildiysek o bize yeter vesselam. Cenâb-ı Hak cümlemizi hayırlı ilim öğrenmede muvaffak kılsın. Amin.

GÖNÜL SAHİFESİ
Şeybâni Râi isminde büyük bir Allah velisi vardır. İmâm-ı Şâfi Hazretleri döneminde yaşadığı söylenir. Râi, çoban demektir. Bu Hazret bulunduğu mıntıkanın koyunlarını güder fakat her dâim Allah zikriyle meşgul olur, insanlar da bazen onun duasını almak bazen de müşküllerini hâlletmek için huzuruna gelirlermiş.
Büyük âlimlerden iki kişi bu zâtı görmek istemişler. Birisi diğerine:
- Bu zât ümmidir bir yerden tahsil yaptığını kimse bilmiyor, fakat her meseleye cevap verir insanlara ahkâm kesermiş. Vallahi ben gittiğimde kendisini imtihan da edeceğim, söylenildiği kadar var mıdır, yok mudur, bir görelim. demiş.
Hazretin yanına gelmişler.
Selam sabahtan sonra imtihan etmek derdinde olan âlim, Şeybâni Râi Hazretlerine:
- Efendim bir suâlim olacak, bir kişi bir vakit namazı kılamasa aradan zaman geçse ve o kaçırdığı namazı kaza etmek istediğinde beş vakitten hangisini kaza edeceğini hatırlamasa ne icâb eder yani ne yapması gerekir? Şeybâni Râi hiç duraksamadan; - Bir günlük kaza, yani beş vakti de kılar. diye cevap vermiş. Âlim zât bunun üzerine çıkışmış; - Efendim olur mu, nerede kaldı kolaylık? Malumunuz bu durumlarda kişi kalbindeki en yakın olan duruma göre hareket eder. Hangi vakit olduğuna kanaat getiriyorsa artık vesvese yapmaz, hemen o vakti kılar, öyle değil mi? diyerek kendisince Şeybâni Râi Hazretlerini hem düzeltmiş hem de biraz hizaya getirdiğini düşünmüş. Bunun üzerine Şeybâni Râi Hazretleri şu muhteşem cevabı vermiş:
- Efendi efendi! Ben onun hangi namazı kaçırdığını konuşmuyorum, aslında o adam tam tamına beş vakit namaz kılmamıştır. Zira namaz Allah Teâlâ'nın huzuruna durmaktır. Bu adam bir gün içerisinde herhangi bir vakitte Allah Teâlâ'nın huzurunda olur da, bu huzura çıkışını nasıl unutur. Demek ki; o gün o hiç namaz kılmamıştır. O sebepten dolayı bir günlük kaza eder, o da yetmez gözyaşlarıyla istiğfar etmelidir. Bu muhteşem cevap karşısında âlim olan zât "Allah" diye bir sayha atar ve Şeybâni Râi Hazretlerinin ayaklarına kapanarak ondan özür diler.

AYET-İ KERİME

Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi? Mâide 91 Oysa ki, kim bir kötülük yapar veya kendine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve merhametli bulur. Nisâ 110

HADiS-İ ŞERİF

"Benimle sizin misaliniz, ateş yakan bir adamın misali gibidir ki; hemen pervaneler, kelebekler o ateşin içine düşmeye başlarlar. O bunları kovar. Ben de ateşten korumak için sizin eteğinizden tutuyorum. Halbuki siz elimden kaçıyorsunuz." Buhâri

SORDUM ÖĞRENDİM

İstiğfar ile Tevbe arasında fark var mıdır?
İstiğfar, hata ve günahların Allah tarafından af ve mağfiret edilmesini istemek; kulun işlediği iyi ve güzel amelleri azımsayıp bunları artırmaya çalışması, günahlarını çok bulup bunları azaltmaya gayret etmesi demektir.
Aynı kökten gelen "Gufran" ve "Mağfiret" kelimeleri; Allah'ın kulun hata ve günahlarını örtmesi, ona azap etmemesi, günahlarını bağışlaması anlamına gelir. İstiğfar ile "günahtan vazgeçme" anlamına gelen tevbe arasında bazı farklar vardır. Kişi ancak kendi günahından dolayı tevbe edebilirken, başkalarının günahından dolayı da istiğfar edebilir. Yani başkasının affını Allah'tan dileyebilir.
Allah'ın güzel isimlerinden olan "Gafur" ve "Gaffar", günahları örten, bağışlayan, affeden demektir.
Kur'ân'da pek çok ayette istiğfarda bulunmak emredilmiş, Allah'ın mağfiret edici olduğu ısrarla vurgulanmış, özellikle seher vakitlerinde olmak üzere istiğfar edenler övülmüştür. (Âl-i İmran, 17; Zâriyat,18)

DUA:

"Allah'ım! Seni her türlü noksanlıklardan tenzih eder, hamdimi sana takdim ederim. Senden başka hiçbir ilah bulunmadığına şehadet ederim. Senden mağfiret diliyor ve sana tevbe ediyorum." Âmin.