Gelin Efendimiz'e (s.a.v.) kardeş olalım

Efendimiz'e (s.a.v.) getirdiği dine, kitaba, ahlaka, O'nun Sünnetine, Ehl-i Beytine ve Ashabına cânı gönülden sahip çıkan ve din kardeşini kendi nefsine tercih eden kimse, bizzat Hadis-i Şerifte müjdelendiği üzere Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) kardeşidir.

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 25 Temmuz 2014 Güncelleme 25 Temmuz 2014, 01:53
Gelin Efendimiz’e s.a.v. kardeş olalım

İÇİNDEKİLER

EbÛ Hureyre'den rivâyet edildiği üzere Efendimiz (s.a.v.) bir gün: "Benden sonra öyle kimseler gelecek ki; 'Keşke Peygamberi görseydik de bugün sahip olduğumuz mal, servet, çoluk çocuğumuz olmasaydı.' diye hasret çekerler." buyurup 'Kardeşlerimi ne zaman göreceğim?' diye içini çekti.
Etrafındakiler; 'Yâ, Rasûlallah, biz senin kardeşlerin değil miyiz?' deyince Efendimiz (s.a.v.); 'Sizler benim Ashabımsınız. Kardeşlerim ise sizden sonra gelecekler. Beni görmedikleri hâlde bana iman edecekler." buyurur.
Aziz kardeşlerim, Âlemler Sultanı Efendimiz'i (s.a.v.) görme arzusu muhakkak tek başına bir şey ifade etmez, O'nu getirdiği şeriate, yani kurallara, tamamladığı güzel ahlaka tâbi olmadan görmek istemek, gelip geçici bir hevestir olsa olsa.
Dünyevi sevgilerde bile, kişi sevdiğini ispatlamak için bir şey ortaya koymak durumunda kalıyor. Söz konusu Efendimiz'e (s.a.v.) muhabbet olunca bunun ispatı, canından, malından, çoluk çocuğundan, sahip olduğu her şeyden vazgeçebilmek olur. Ama bu vazgeçmekten kasıt terketmek, bırakıp gitmek değildir, kesinlikle.

VAZGEÇMEK DEMEK HER ŞEYİ TERKEDİP İNZİVÂYA ÇEKİLMEK DEMEK DEĞİL

Dostlar, dinimiz ağaç kovuğunda, herkes birbaşına yaşasın diye gönderilmedi. Evliyaullah Hazerâtının hayatındaki herşeyi bırakıp inzivâya çekilme örnekleri, onlar için doğrudur.
Bizler için değil. Kaldı ki o veli zâtların çoğu, hayatlarındaki inzivâ görevini tamamladıktan sonra tekrar halkın içine karışmış, evlenmiş, iş kurmuş, çoluk çocuk sahibi olmuş, insanlara hizmet etmiş, topluma faydalı olmuştur.

MÜSLÜMANIN PARAYLA İŞİ ELBETTE OLUR

Kardeşlerim, bizde meşhur bir yanlış algı vardır; 'Müslüman'ın parayla işi olmaz' diye.
Bu sözün halkımızın bugün anladığı şekilde anlaşılması için çalışanlara verilecek en iyi cevap; İslâm'ın beş şartını saymaktır.
Dostlar İslâmın beş şartından ikisini yerine getirmek için yani; Zekat Vermek ve Hacca Gitmek' için Müslümanın zengin olmasa bile en azından hali vaktinin yerinde olması gerekir. Yani Cenâb-ı Hak, parayla işimiz olmasın, başkalarına el açalım, kıt kanaat geçinelim, hint fakiri gibi yaşayalım, sadakayla ömrümüzü sürdürelim isteseydi, zekatı, haccı, sadakayı, parayla, mal ile yapılacak diğer ibadetleri emretmez, Efendimiz de (s.a.v.); 'Fakirlik az kalsın küfür olacaktı.' buyurmazdı.
Kıymetli okurlar demekki; Müslüman çalışacak, kazanacak, başkalarının derdine merhem olacak kadar, dinin emrettiği zekat, hac, sadaka gibi ibadetleri yapacak kadar helâlinden zengin olacak. İNSAN

SERVETİNDEN VAZGEÇMEDEN, MALDAN MÜLKTEN NASIL GEÇER?

Aziz kardeşlerim, mesele malk mülk sahibi olma meselesi değil o malı mülkü vereni unutma ve o gaflet ile yaşama meselesidir. Dinimiz böyle zengini tasvip etmemiştir, yoksa Allah'ın emrinden çıkmadıktan sonra kişinin zenginlik en fazla hayrını, sevabını, ibadetini artırır.
Dostlar, bir kişi zengin olsa, ancak verenin Allah olduğunu unutmasa, dişimle tırnağımla geldim bugünlere demese, Rabbinin verdiğiyle sürekli O'na kulluk, ibadet taat etse, sahip olduğu güçle, servetle insanlara kibirlenmese, kendisini büyük görmese, nefsini yüceltmese, nefsinin haram arzuları peşinden gitmese, kendisini Allah'ın hesaba çekeceği bir emanetçisi görse, tevazu sahibi olsa, hayatının devamı için malına mülküne parasına değil sadece Allahına güvense, Kârun'unki kadar büyük servetin üstünde de otursa o kişi maldan mülkten geçmiştir.

EVLATTAN GEÇMEK DEMEK, TERKEDİP KİMSESİZ BIRAKMAK DEMEK DEĞİLDİR

Dostlar, insan maldan mülkten nasıl geçerse evlattan da öyle geçer. Yani; bırakıp, ben Allah'ı ve Rasûlünü seçtim diye terkedip gidemez. Eşini, evladını, Cenâb-ı Allah'ın kendisine emanet olarak verdiğini bilir, 'benim' diye sahiplenmez. "Ben kazandım, ben yetiştirdim değil, Allah (c.c.) lutfetti verdi." der. Allah'ını, peygamberini bilen, dinini yaşayan bir mü'min olarak yetiştirmeye, tüm ihtiyaçlarını görmeye, onları kimseye muhtaç etmeden, el açtırmadan, haklarını gözeterek yaşatmaya gayret eder. Böyle bir kimsenin bir çocuğu da olsa on çocuğu da olsa o kişi evlattan geçmiştir vesselam...

'SOHBETiN KAZASI OLMAZ' NE DEMEK?

Aziz kardeşlerim bazı tâbirler vardır ki halk arasında yaygınlaşır da kimse doğruluğuna yanlışlığına bile bakmadan, kabul edip kulanır olur. Çoğu zaman da mânâsı güzel olan sözler içleri boşaltıldığından dolayı yanlış anlaşılır ve sonra sanki ahkâmmış gibi dilden dile dolaşır. Bunlardan bugünlerde en meşhur olanlarından bir tanesi de "Namazın kazası olur ama sohbetin kazası olmaz" sözüdür. Eee... Yani ne demek şimdi bu? Bir de utanmadan şöyle izahat yaparlar. Yani sohbet edilirken namaz da kaçsa önemli değil diyerek lafı iyicene tersinden anladıklarını ortaya çıkarırlar. Bu söz doğru bir sözdür lâkin cahiller kendi anlayışsızlıklarıyla bulandırmışlardır. Bir kişi namazı kaçırdığında kaza etmesi farzdır. Namazı vaktinde kılmak Allah Teâlâ'nın kulunu sohbete çağırdığı vakitte orada bulunmak demektir. Namaz kaza olur ama kaçan sohbet yerine konulamaz. Kişi sadece borçtan kurtulur lâkin kâr edemez. İşte; "Namazın kazası olur amma sohbetin kazası olmaz." demek bu ulvî mânâyı ifade eder. Allah'la sohbet etmeyi bilmeyen kişi istediği kadar sohbet ve meydandan bahsetsin masaldan ibarettir... Kendinden rivâyettir, vesselam...

BU DA GEÇER Yâ Hû

Dervişin birinin yolu bir köye düşer. Kendisine kalacak yer arar. Köylülelerin tavsiyesiyle köyün en zengin adamı Şâkir'in evine misafir olur. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir.
Şâkir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır...
Yola çıkma zamanı geldiğinide Derviş, Şâkir'e teşekkür ederken; "Böyle zengin olduğun için hep şükret." der. Şâkir ise şöyle cevap verir: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer..."
Şâkir'in bu sözü Derviş'in aklına takılır, bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı köye düşer. Eski dostu Şâkir'i görmek ister. Ancak Şâkir'i bulamaz onun şimdilerde köyün diğer zengini Haddad'ın yanında çalıştığını öğrenir.
Derviş büyük bir merakla Haddad'ın çiftliğine gider, Şâkir'i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır,üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde her şeyini kaybetmiştir. Toprakları da işlenemez hâle geldiği için son çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'ın yanında çalışmak kalmıştır.
Şâkir ve ailesi üç yıldır Haddad'ın hizmetkârıdır.
Derviş bu kez Şâkir'in son derece mütevazı olan evinde misafir olur. Derviş vedalaşırken Şâkir'e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şâkir'den şu cevabı alır:
Üzülme...Unutma, bu da geçer..."
Aradan yedi yıl sonra Derviş'in yolu yine o köye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sâdık hizmetkârı ve eski dostu Şâkir'e bırakmıştır. Şâkir Haddad'ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: "Bu da geçer..." Bir zaman sonra Derviş yine Şâkir'i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şâkir'in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: "Bu da geçer..."
Derviş, "Ölümün nesi geçecek?" diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şâkir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir'den geriye bir iz dahi kalmamıştır...
Bu arada ülkenin Sultanı, kendisi için bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın... Sultanın adamları bilge Derviş'i bulup yardım isterler. Derviş, Sultanın kuyumcusuna bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan'a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; Çünkü son derece sâde bir yüzüktür bu. Sultanın gözü üzerindeki yazıya takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: Yüzükte "Bu da geçer Yâ Hû" yazmaktadır.

AYET-İ KERİME

"Muhakkak Mü'minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin." Hucurat 10

HADiS-İ ŞERİF

"Müslüman bir kimsenin, din kardeşinin gıyabında yaptığı duası kabule şayandır. O kimsenin başucunda Allah'ın görevli bir meleği bulunur, din kardeşi için hayır dua yaptıkça, o melek de ona dua eder ve, "Amin, kardeşin için istediğinin bir misli de senin için olsun." der." Müslim

"Birbirinizle ilişkilerinizi kesmeyin, birbirinize arka dönüp sırt çevirmeyin, birbirinize karşı kin beslemeyin, birbirinizi çekememezlik etmeyin. Ey Allah'ın kulları böylece birbirinizle kardeşler olun. Müslüman bir kimsenin din kardeşine üç günden fazla küs durması helâl değildir." Tirmizî

KÜRTAJ YAPTIRMAK GÜNAH MIDIR?

Dinimizde, insanın yaşama hakkı, erkek spermi ile kadın yumurtasının birleştiği ve döllenmenin başladığı andan itibaren Allah tarafından verilmiş temel bir hak olup artık bu safhadan itibaren anne baba da dâhil hiçbir kimsenin bu hakka müdahale etmesine izin verilmemiştir. Âyet ve Hadislerde yer alan genel prensipler ve özel hükümler, anne karnındaki ceninin dinen meşru sayılan haklı bir gerekçe olmadan düşürülmesine, aldırılmasına ve gebeliğe son verilmesine müsaade etmez. "Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin." (En'am 151; İsra 31) âyeti, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kasten çocuk düşürenin veya buna sebep olanın maddi tazminat ödemesine hükmetmesi (Buhari), anne karnındaki çocuğun hayat hakkını da güvence altına almaktadır. Diğer taraftan Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in bu tavrı, söz konusu fiili, cinayet olarak değerlendirdiğini göstermektedir.
Bu itibarla İslam, annenin hayatını doğrudan etkileyecek tıbbi bir zaruret bulunmadıkça anne karnındaki çocuğun düşürülmesini veya aldırılmasını kabul etmemektedir.

DUA

"Allah'ım! Bizi bağışla, bize merhamet eyle, (ibadetlerimizi, hayır ve hasenâtımızı, dualarımızı) kabul eyle, bizi cennete koy, bizi cehennemden azât eyle, bütün işlerimizi ıslah eyle. Allah'ım! Bize doğru olanı ilhâm et ve bizi nefsimizin şerrinden koru." Âmin.