Kitap yüklü eşekler

Kendilerine Tevrat verilip de sonra onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin hâline benzer. Allah'ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hâli ne çirkindir! Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet nasip etmez... (Cuma, 5)

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 24 Temmuz 2014 Güncelleme 24 Temmuz 2014, 02:46
Kitap yüklü eşekler

İÇİNDEKİLER

Kıymetli okurlar, yukarıdaki âyette Cenâb-ı Allah'ın 'kitap yüklü eşek' derken kimi kastettiğini bir daha izah etmemize gerek yoktur, inşaallah. İnşaallah diyoruz çünkü; Kur'ân ilmiyle meşgul olup, senelerini bu işe harcayıp, ciltlerle kitap okuduğu hâlde hâlâ Kur'ân'ı Kerim'i anlamayan, yanlış anlayan, kısacası yukarıdaki âyette de benzetildiği gibi semerine kitap yüklenenler de var aramızda.
Kardeşlerim âlimin cahili olur mu demeyin, olur. Efendimiz'in (s.a.v.) Mekke'deki en büyük düşmanı ebû cehil'in yani cehâletin babasının, Efendimiz'i (s.a.v.) reddetmeden önceki lakâbı ebû hakem, yani hikmetin, ilmin babası idi.

O'NU (S.A.V) REDDEDENİ ALLAH REDDEDİYOR

Kıymetli okurlar, Efendimiz'i (s.a.v.) tanımayan, reddeden, mûcizesini, şefaatini inkâr eden ne kadar kitap okusa da, adının başına değil profesör, ordinaryus yazdırsa da, hatta en büyük camide namaz kıldırsa da Allah katında ebû cehildir, kitap yüklü eşektir. Onun durumu âyetteki ben-i israille aynıdır. Hidâyetten nasibi yoktur.
İmanın tadını bırakın, kokusunu bile aldırmaz Allah, o kimseye. Nereden mi biliyorum? ebû cehilden tabîki de.
Dostlar, Efendimiz'in (s.a.v.) evinin altına gelip gizli gizli Kur'ân dinleyen, sonra da 'Niye bana değil de Muhammed'e geldi' diye hasetinden çatlayan kişidir ebû cehil. Yoksa Allah'ı inkâr etmemiştir.
Efendimizin Peygamberliğini tasdik edemediği için müşrikler, kâfirler güruhunun başına geçirmiştir Allah (c.c.) onu.
Dostlar bir kişinin din, İslâm hakkında söylediklerinin gerçek olup olmadığını anlamanın iki sağlam yolu vardır. Birincisi Kur'ân, Sünnet ve Hadislere, Sahabi'nin tatbikâtı ve Ehli Sünnet âlimlerinin görüş ve fetvalarına uygunluğu. İkincisi de Nebiler Serveri Efendimiz (s.a.v.), Ehli Beyti, Dört Halifesi ve Ashabı hakkında konuşurken muhabbeti ve edebi.
İLİM CEHALETİ GİDERİR BAZILARI BAKİ KALIR

Dostlar din, diyânet hakkında konuşan bir kişide bu ikisinden birincisi eksikse o kişinin ilmi eksiktir, insaf ile nasihat kabul edecek bir kişiliği varsa okur, öğrenir.
Nihayetinde Cenâb-ı Hak, "ilmi isteyene veririm." buyurmuştur. Fakat ikincisi eksikse o kişinin itikâdında, imanında bir eksiklik vardır ki, o da kitap okumakla giderilmez. Eskilerin en başta zikrettiğimiz Âyet'ten yola çıkarak dediği gibi: İlim insanın cehâletini giderir, eşeklik bâkidir, maalesef. Yani Efendimiz'in (s.a.v) muhabbeti bir kişide yoksa, ezelden verilmediyse o kişi değil bir, onlarca, yüzlerce eşek yükü kitap da okusa, Allah Teâlâ'nın buyurduğu gibi, kitap yüklü eşek olmaktan öteye gidemiyor malesef...

ŞEFAATE İNANMAYANLAR O GÜN KİME GİDECEK?

Ebû Hureyre'den (r.a.) rivâyetle gelen bir Hadis-i Şerif'in meâlen özetini sizlerle paylaşmak istiyoruz. Biz bir davette Resûlullah ile beraberdik. "Ben kıyamet günü Âdemoğlunun Efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? o zaman açıklayayım dedi. "Allah o gün, insanları bir düzlükte toplar. Oradaki gam ve sıkıntı, tahammül edemeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar: "İçinde bulunduğumuz şu hâli görmüyor musunuz, bizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?" demeye başlar.

ŞEFAAT İSTEMEYE YÜZÜMÜZ YOK

Birbirlerine: "Babamız Âdem var!" der ve ona gelerek, şefaat isterler. Âdem Aleyhisselam: "Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah Teâlâ beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa âsi oldum. İşlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nuh Aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar önce Nuh aleyhisselam'a gelecekler. Aynı cevabı alınca sırasıyla Hazreti İbrahim (a.s.), Hazreti Musa (a.s.) ve Hazreti İsa'ya (a.s.) gidecekler fakat hepsinden, benim bugün şefaat istemeye yüzüm yok cevabını alacaklardır. İnsanlar en sonunda bana gelirler! ve "Ey Muhammed! Sen Allah'ın Peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hâli görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'ın altına gideceğim, secdeye kapanacağım. Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh-u senâları benim için açacak. Ben onlarla Rabbime medh-u senâlarda bulunacağım. Sonra: "Ey Muhammed başını kaldır ve iste! İstediğin sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine: "Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!" denilecek." Resulullah sonra şöyle buyurdular: "Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır.

DİNİNİ ÖĞRENMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR

Aziz okurlarımız, dinî açıdan yani Müslümanca düşünürsek; kişinin hayâtiyetini, neslini, malını, kendisine verilmiş emanetleri muhafaza için öğrenmesi, bilgilenmesi farzdır. Kişinin kendi keyfine bırakılmamıştır, Allah Teâlâ'nın emridir. İnsanın en büyük emaneti, Hazreti Allah'ın kendisine verdiği imân ve İslâm nimetidir. İmânını, dinini; farzı, vâcibi, Efendimiz'in (s.a.s.) sünnetini, haram ve helâli kendisine lâzım olacağı miktarda öğrenmek her kişi için farzdır. Halk arasında yanlış bir söz var maalesef: "Aman öğrenme, yoksa vebâlin artar, yapmazsan mesul olursun!" Bu söz, çok cahilâne, vahim bir hatadır çünkü bir kişi öğrenmediğinde zaten Allah katında mesul olur. Öğrenip de yapmamak, hiç öğrenmemeye göre daha iyidir. Hazreti Ali Efendimiz'in (r.a.) söylediği gibi; "Dinini, diyânetini bilmeyen cahillerin sevgisi ve dostluğundansa, âlim kişinin düşmanlığını tercih ederim." Hz. Ali (r.a.) Efendimiz bir başka yerde şöyle buyurmuştur: "Yâ Rabbi, cennette bile cahille beraber olmaktan sana sığınırım." Kardeşlerim, çünkü cahil adam, zulüm ve günaha kolayca düşer ve yalan yanlış haberlerle hiç farkında olmadan kâfir ve zâlimlerin yanında yer tutar. Bazı şeylerden haberdar olan dinini öğrenmiş insan, lâyıkıyla amel edemese de en azından zâlimlerin yanında yer almaz. Dostlar meşhur bir söz vardır: Dünyayı bileceksin aldanmamak için, ahireti bileceksin aldatmamak için. Yani mü'min kişi ne sadece dünya ne sadece ahiret, her ikisini de aldanmayacak ve aldatmayacak kadar bilmek zorundadır. İmam Gazzâlî Hazretleri şöyle der: "İnsanların birçoğu ilimden yoksun oldukları için günahkâr ve zâlim olurlar." Kardeşlerim çünkü cahillik, dinsizliği ve zulmü davet eder. En büyük cahillik ise nefsini ve kendini tanımamaktır. Yani ilimlerin başı, öğrenmenin en önemli basamağı; kendi nefsini, haddini ve emanetini öğrenmektir.

HER MÜSLÜMANIN BAŞUCU KİTABI: İLMİHAL

Hem Hakk'a hem kul hakkına riâyet etmek için insanın bu iki sahaya da özen göstermesi lazımdır. Din ve inanç mevzuunda konuşmak çok veballi ve ciddi bir iştir. Doğruyu anlatmanın yanında doğru bir üslûp takip etmek icap eder. Bu usûlden uzaklaşmak kişiyi kötü örnek olmaktan kurtaramaz. Ömer Nasuhi Bilmen'e bir karı-koca gelmiş, "Hocam; şu, şu, şu mevzudaki hüküm nedir, size sormak istiyoruz" demişler. Müftülükte oturuyor Hazret. "Dur, bakalım evladım" demiş, bakmış kütüphaneye, bir kitap çıkarmış, açmış, karıştırmış, karıştırmış. Bakmış, "Bak, ne diyor? Böyle böyle olursa şöyle şöyle olur" demiş. "Allah razı olsun hocam" demişler, elini öpmüşler, gitmişler. Çay getiren hizmetlisi, "Hocam; sen de âlemsin, kendi yazdığın kitabı çıkarttın. Niye aklından hemen söylemedin?" demiş. "İnsanların eğitimleri farklı farklıdır. Şimdi ben söylerim, hoca söyledi der. Kitaptan bakarsan, işin ciddiyetini anlar." demiş.

AYET-İ KERİME


Allah'ın huzurunda şefaat da fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna.
Nihayet kalblerinden dehşet giderildiği zaman "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. (Şefaat sahipleri de): "Hakkı söyledi" derler. O, her şeyden yüksek ve büyüktür. Sebe - 23
"O gün Rahman olan Allah'ın izin verdiklerinden ve söz söylemesine müsaade edilenden başka hiçbir kimseye şefaat fayda vermez." (Taha - 109)
"Yaklaşmakta olan o felaket (kıyamet) gününü de onlara haber ver. O dem ki yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunup dururlar. Zalimler için ne ısınacak bir dost vardır, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi. Mü'min - 18
Rabbiniz O Allah'dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arş üzerine istiva etti (onu hükmü altına aldı), işi tedbir eyliyor. O'nun izni olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na ibadet ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? Yunus - 3

HADiS-İ ŞERİF


"Her Peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her Peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım. Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nâil olacaktır." Tirmizi, Müslim
"Allah Teâlâ Hazretleri azabı en hafif olan cehennemliğe: "Eğer dünya her şeyiyle senin olsaydı, şu azabdan kurtulmaya bedel, fidye olarak verir miydin?" diye soracak. Adam: "Evet!" diyecek.
Rabb Teâlâ bunun üzerine: "Sen daha Hz. Âdem'in sulbünde iken ben senden bundan daha hafifini istemiş: "Bana hiçbir şeyi ortak kılma da seni ateşe sokmayayım, cennete koyayım" demiştim. Sen buna yanaşmadın, şirke girdin" buyuracak." Buhâri, Müslim
"Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir." Ebû Dâvud

SORDUM ÖĞRENDİM


Makâmı Mahmûd nedir?
Makâm-ı Mahmud, övülmüş makam demektir.
Rabbimizin ahirette Efendimiz'e (s.a.v) vereceği Şefaat Makâmıdır. Efendimiz'e has özel şefaat derecesidir.
Rabbimiz İsra Suresi 79. âyeti kerimede, "Belki Rabbin seni övülmüş bir makama (Makâmı Mahmûda) ulaştırır."diye buyurmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v.); "Bu, ümmetime şefaat edeceğim makâmdır" demiştir. Ezandan sonra okunan duada geçen Makâm-ı Mahmûd da bu makamdır. Peygamberimiz (s.a.v.) "Kim müezzinin ezanını işittiği zaman, "ey bu tam çağrının (ezanın) ve dünya durdukça duracak olan namazın Rabbi Allah'ım! Muhammed'e vesileyi (cennette özel bir makâmı) ve fazîleti ver, onu kendisine vadettiğin Makâm-ı Mahmûd'a eriştir" diye dua ederse, kıyamette şefâate müstahak olur." buyurmuştur. Tirmizî, Ebû Dâvûd

DUA


Allah'ım! Bütün işlerimin sonucunu güzel eyle, beni dünyada rezil olmaktan ve ahiret azabından koru.
Allah'ım! Seni zikretmek, nimetlerine şükretmek ve sana en güzel biçimde ibadet etmek konusunda bana yardım eyle. Allah'ım!
Müslümanlar olarak canımızı al, Müslümanlar olarak dirilt, rezil olmadan ve fitneye uğramadan salih kullarının arasına dahil eyle. Âmin.