Din Allah'la kul arasında değildir!

Kıymetli okurlar hangisine inanırsanız inanın din bir hayat algısı, yaşam şeklidir. 'Sadece Allah'la (c.c.) kul arasındadır.' sözü, bir kesimin kendi din algısını herkese dayatma çabasından başka bir şey olmamıştır, tutmamıştır da zaten.

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 22 Temmuz 2014 Güncelleme 22 Temmuz 2014, 00:00
Din Allah’la kul arasında değildir!

İÇİNDEKİLER

Aziz kardeşlerim, İslâm sadece camide, tekkede yaşanan, bir zamanların moda tâbiriyle "Allah'la kul arasında" bir din değildir. Aksine İslâm, kişinin Rabb-ül Âlemin'le (c.c.) olan münasebetinden, kulluk vazifelerinden, aile içindeki vazifelerine, sosyal hayattaki sorumluluklarına, toplumun düzenine varıncaya kadar, hayata dâir aklınıza gelen gelmeyen her ne varsa onu düzene koyan bir 'yaşam şeklidir'. Bir derneğe, kulübe, siyasi partiye üye olmak bile, üyelerin kendi içlerindeki ve dışlarındaki herşey ve herkesle ilişkilerini etkileyecek ve değiştirecek; dine gelince sadece Allah'la (c.c.) kul arasında olacak!.. Kardeşlerim, bu söz bir zümrenin, kendi olmayan dininin algısını, topluma dayatma çabasından başka bir şey değildir. Hadi bir zamanlar televizyon, internet yoktu. Radyodan ne duyuyorsak, gazeteden ne okuyorsak inanıyorduk da, bugün 21. yüzyılda hâlâ böyle saçma sapan sözler duymak, insana bu gericiler hiç uslanmayacak, hiç akıllanmayacak mı diye sorduruyor, doğrusu. Kıymetli okurlar, 'Yok hocam! Elhamdülillah kalmadı artık çok fazla o örümcek kafalılardan' diyebilirsiniz. Maalesef hâlâ var! Hem de bu sefer içimizden, bizden birisi olarak konuşuyorlar. Eski örümcek kafalılar en azından aramıza karışmadıkları için kolay seçiliyordu. Şimdikileri şeklinden şemâlinden tanımak da pek mümkün olmuyor. Eskiler tüm inananları koyun yerine koyuyor nutuk atıyordu, şimdikiler ellerinde mübarek Kur'ân güya oradan konuşuyor. Eskiler Efendimiz ve yaratılmış cümle mahlûkun Efendisi, Muhammed-ül Emin'e (s.a.v.) deve çobanı diyorlardı, şimdikiler ağızlarının ucuyla Hazreti Peygamber veya Peygamber diyor. Densizlikte daha ileriye gidenler doğrudan ismiyle hitap ediyor. Efendimiz sözü dillerine ağır geliyor. Eskiler Kur'ân'ı Kerim'e; Muhammed'in (bize göre Elhamdülillah ki; Sallallahu Aleyhi Vessellem) sözleri diyordu, şimdikiler Kur'ân Allah'ın (c.c.), Hadisler Hazreti Peygamberin sözüdür, diyorlar. Allah'ın sözü varken, Peygamberin sözüne bakılmaz, kitap bize yeter diyorlar. O Kur'ân'ı da işlerine nasıl gelirse öyle yorumluyorlar. Kardeşlerim, "Bu Kur'ân'dır, bu benim sözümdür" diye tasnif eden bizzat, sözüne itibar etmedikleri kişi, yani onlara göre Peygamber, bize göre Peygamber Efendimiz'dir (s.a.v.), bunu bile akıl etmiyorlar. Hazreti Peygamber tebliğini yaptı gitti, bundan sonrası Allah'la bizim aramızda diyerek, güya bizden biri gibi görünerek, eskiden yutturamadıkları masalı yeni bir şekille, yeni bir biçimle yeniden okuyorlar. Sözü Kur'ân'dan âyetten açıp, biraz fıkıh, biraz kelâmdan dolaştırıp sonunda "Din Allah'la Kul Arasındadır" diyerek niyetlerini açık ediyorlar. Kıymetli kardeşlerim gerçi siz, bu bahsettiklerimizi simâlarından veya konuşmaya başladıktan sonra cümlelerinden hemen farkedersiniz. Neden biliyor musunuz? Hadisi Şerifle sabittir. "Mü'min'in ferasetinden çekinin, bakınca Allah'ın nuruyla bakar" Yani? Yani bakınca hisseder karşısındakinin niyetini, kalbinden geçeni anlar. İllâ Evliya olması gerekmez. Bu daha Allah'a ve Efendimiz'e iman eden herhangi bir kimsenin, sıradan bir hâlidir. Mü'min'i böyleyse, onların en seçkini olan Evliyası nasıldır, varın siz düşünün... Tabî inananlara kendi abuk subuk din algısını empoze etmeye çalışan, bizi Allah ile aldatmaya çalışanların da kalplerindeki o habis niyetlerinin, o cahil saydıkları kişiler tarafından ayan beyan görüldüğünü bilmesinde fayda var. Hem gerçek imanın nasıl bir şey olduğunu duymuş olmaları hem de düştükleri rezilliği farketmeleri için...

BİR KÖTÜLÜĞÜ HEMEN BİR İYİLİKLE SİLDİRİN

Kıymetli okurlar, kişinin kulluk yolculuğunda ayağının tökezlemesi çok garipsenecek bir durum değildir. Allah'a (c.c.) ve Resulüne itaat etme gayretinde olan bir kişinin bilmeyerek, istemeyerek veya nefsine uyarak bir hata etmesi onu anında dinden çıkarır diye bir kâide yoktur. Kul hatasında, günahında ısrar etmedikçe, kendini düzeltme gayretinde olduğu ve tövbe edip hatasından döndüğü müddetçe İslâm dairesindedir. Kardeşlerim, mü'min bir kişi günah işlediğinde Cenâb-ı Hak onu hemen amel defterterine yazdırmaz, tövbe etmesine fırsat tanırmış. Tövbe ettiği takdirde, o günahı hiç işlenmemiş gibi kabul edermiş. Efendimiz de (s.a.v.), bu durumu ümmetine bir hata yapınca derhal bir iyilikle, Allah'ın hoşuna gidecek bir şeyle o hatayı daha amel defterimize yazdırmadan sildirmemizi bizlere nasihat, hatta emir buyurmuştur. Peki, oldu ya insanlık hâli, bir kusur ettik Rabbimize karşı, nasıl sildireceğiz bunu? Namaz... İlk akla gelen cevap, günde kıldığımız beş vakit namazdır ki; iki vakit namazını kılan kişinin bu süre arasındaki küçük günahlarının silineceğini Peygamber Efendimiz (s.a.v.) müjdelemiştir. Tövbe... bizzat Rabbimizin (c.c.) en sevdiği hâllerimizden birisidir. Samimiyetle yapılınca, büyük küçük tüm günahları sildirir. Gayret... Dostlar, kişi diyelim ki; bir kimsenin kalbini kırdı veya gıybetini etti, kısacası kul hakkına da giren bir günah işledi. Hemen, gidip o kişiden helâllik alarak, bozduğunu düzeltmeye çalışmalıdır. Kardeşlerim, mü'min için günahın büyüğü küçüğü olmaz. Çünkü her günah kalbi karartan siyah bir noktadır. Ve o noktalar zamanında temizlenmezse gün gelir kalbi kaplar. Yani bir adam bir günde, bir yaptığıyla dinden, imandan çıkmaz ama küçük günahlara alışkanlık büyük günahları, büyük günahlara alışkanlığında imansızlığı getirmesi kuvvetle muhtemeldir. O yüzden, böyle gelmiş böyle gider demeyip, artık bizim için dönüş yok demeyip, hep zarara değil ilâhi rahmete tâlip olup, büyük küçük demeden her günahını, her hatasını hemen bir iyilikle sildirmek için gayret etmesi, kişinin doğru yola girdiğinin, doğru yolda olduğunun bir alâmetidir.

ÖRÜMCEK KAFALI KİME DENİR?

Kıymetli kardeşlerim, Efendimiz'in (s.a.v.) Hicret'ini ve Hicrette yaşanan meşhur mağara hâdisesini hepimiz Allah'a (c.c.) hamdolsun ki biliriz. Müşrikler Efendimiz (s.a.v.) ve Hazreti Ebubekir Sıddık Efendimizin (r.a.) bulundukları mağaranın önüne kadar gelir. Bir de bakarlar ki; mağaranın girişinde bir güvercin yuva yapmış, yumurtasının üzerinde yatıyor ve mağaranın ağzına bir örümcek ağını örmüş, avını beklemekte. Bu hâli gören müşrikler, iz sürücülerinin tüm iddia ve ısrarına rağmen ağzına kadar geldikleri mağaradan içeri başlarını uzatıp bakmayı akıl edemez. Ve böylece Efendimiz'i (s.a.v.) göremeden geri dönerler. İşte dostlar, örümcek kafalı diye, tarih boyunca Efendimiz'i (s.a.v.) baktığı hâlde göremeyen, körlere denilmiştir. Maalesef o körler sadece İslâm dışındakiler arasından ve Müslüman düşmanlarından değil, kendini İslâm dairesinde sayanlar arasından da çıkmıştır. Ya hadisleri küçük görmüş, ya sünnetleri çağ dışı bulmuş veya mûcizeleri inkâr etmiştir. Rasûlallah (s.a.v.) olmadan, dinin neresini nasıl yaşayacağını hiç düşünmemiş, yani Cenâb-ı Allah'ın Âlemlere rahmet olarak gönderdiğini görmeden, gelip gitmiştir.

HZ. HATİCE VALİDEMİZİN (R.A.) ÇEYİZİ

Hazreti Hatice Annemiz (r.a.) hem güzelliği hem zekası hem de servetiyle Mekke'nin önemli kişilerinden birisiydi.
Kendisinden fakir ve genç olan Efendimiz (s.a.v.) ile evlenmeyi bizzat teklif etmiş olmasından dolayı hakkında bir sürü dedikodu çıkartılmıştı. O günkü Mekke âdetlerine göre damadın geline çeyiz olarak bir şey vermesi gerekiyordu. Gelin Hazreti Hatice (r.a.) olunca, çeyizin de onun şanına yakışır olması gerekirdi.
O günlerde, Efendimiz'in (s.a.v.) sahip olduğu mal varlığının buna yetmeyeceğini bilen Hatice Validemiz (r.a.), Efendimiz'e (s.a.v.); "Çeyiz olarak bir miktar bir şeyler gönderseniz, ben de onun üzerine bir şeyler eklesem ve insanlara göstersem, böylece dedikolardan kurtulsak." diye haber gönderdi.
Bu haberi alan Resûlallah Efendimiz (s.a.v.), düşünceli bir şekilde en yakın arkadaşı Ebubekir'in (r.a.) yanına geldi.
Hazreti Ebubekir (r.a.); "Ey Muhammed-ül Emin (s.a.v.) neden böyle kederlisin?" diye sorunca, Efendimiz (s.a.v.) durumu anlattı. Hazreti Ebubekir (r.a.); "Şam'dan bugün dönmesi gereken 70 develik bir kervanım var. Ey Emin, git kervanı karşıla, köleye efendin beni sana gönderdi, seni azad ediyor, kervanı da olduğu gibi bana hediye ediyor, deyiver. Delil isterse iyi bir ticaretle dönerse 100 altın vereceğimi veya onu azad edeceğimi söylemiştim, bu sözü hatırlat. Sonra da al develeri Hatice'ye çeyiz olarak gönder.
Bu hediyeyi benden kabul buyur." dedi.
Buna çok sevinen Efendimiz (s.a.v.), kervanı Mekke girişinde karşıladı. Hazreti Ebubekir'in (r.a.) kölesi, Efendimiz'in (s.a.v.) sözü üzerine develeri Mekke'nin içinde gösterişli bir şekilde dolaştırarak Hazreti Hatice Validemizin (r.a.) kapısına kadar getirdi ve "Muhammed-ül Emin (s.a.v.) bunları size çeyiz olarak gönderdi." dedi ve develeri oraya bıraktı.
Hatice Validemizin (r.a.) çeyizi meselesi de böylece hâlledilmiş oldu.

BULDUN DA ARANIZA MI GİRDİK!

Evliyaullahtan bir zât bir gün dervişlerine sohbet etmektedir.
Huzurdakilerden bir tanesi söz isteyip sorar: "Efendi Hazretleri, Allah'la kul arasına girilmez diyorlar, ne buyurursunuz?" diye.
Soruyu duyan Hazret bir an kaşlarını çatar, celâllenecek gibi olur, sonra dervişine dönüp cevap verir: 'Evladım Allah'ı buldun da, aranıza mı girdik!'

AYET-İ KERİME


Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir. Âl-i İmran -19

HADiS-İ ŞERİF


"İsmim anıldığında bana Salâvat getirmeyen kimse insanların en cimrisidir." Nesâi
"Size iki şey bırakıyorum.
Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitab'ı ve Resûlu'nun Sünneti." Muvatta
"Bir rivayete göre üçüncü olarak da Efendimiz (s.a.v.), Ehl-i Beytini zikretmiştir."
"Mü'min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sâdece mü'mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı birşey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır". Müslim
Berzah hayatı ne demektir?

Berzah; Ölümden sonra başlayan ve mahşerdeki dirilişe kadar devam edecek olan kabir hayatıdır. Ölen herkes Berzah âlemine girecektir. Böylelikle insanın ölümüyle ahiret hayatı başlamış olur. Dolayısıyla Berzah hayatı, ahiret hayatının ilk durağıdır.
Kur'ân-ı Kerim'de; "Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır." buyrulmaktadır. Mü'minun-100

DUA


Efendimiz'in (s.a.v.) dualarının hepsini kapsayan duası: Allahım! Peygamberin Senden istediği hayırları ben de isterim.
Peygamberin Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Sana sığındığı şeylerden biz de Sana sığınırız. Yardım ancak Senden beklenir, insanı dünya ve ahirette istediğine kavuşturacak olan da, Sensin. Her türlü güç ve kuvvet ancak Allah'ın yardımıyla kazanılabilir.
Amin