Kanunsuz gösteriye panzerli koruma

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 04 Haziran 2009 Güncelleme 04 Haziran 2009, 00:00

İÇİNDEKİLER

Bütün Türkiye, Susurluk'ta yaşanan kazayı konuşuyordu. Susurluk kazası, kanunun aradığı bir isimle bir milletvekili ve bir emniyet yetkilisini yan yana yakalamıştı. Türkiye'nin dört bir yanında eylemler yapılıyordu. "Susma, sustukça sıra sana gelecek" sloganları atılıyor, "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" parolası ile gecenin belli saatlerinde ışıklar söndürülüyordu. Muhalefet de bu arada eline geçen fırsatı iktidar aleyhine kullanmak için her türlü yola başvuruyordu. İktidar gelişmelerden son derece rahatsızdı. Aslında Susurluk tartışmaları toplumu da ikiye bölmüştü. Bütün bu eylemler yapılırken, Türkiye'nin küçümsenmeyecek bir kesimi Abdullah Çatlı ve arkadaşlarına "kahramanlar" gözüyle bakıyordu. O günlerde gazete yönetimi garip bir karar aldı. Ankara'nın Kızılay Meydanı'nda gösteri düzenlenecekti. Birlik ve beraberlik teması işlenecek, "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" diye yola çıkıp, Hükümet'i eleştirenlere karşı bir gövde gösterisi yapılacaktı. Aslında talimat Başbakanlık Konutu'ndan gelmişti! İlişkiler öylesine iç içe geçmişti ki Başbakanlık Konutu'ndan gazete yönetimine "Kızılay'da gösteri düzenleyin" talebi gelebiliyordu. Gazete de ayakta durup yoluna devam edebilmek için bu isteğe uymak zorunda kalıyordu. Gerekli planlamalar yapıldı... Gösterinin düzenleneceği gün belli olmuştu. Hemen hazırlıklara başlamak gerekiyordu. Vaktiyle Turgut Özal'a "teknik danışmanlık" yapan Erkal Zenger'den mitinglerde kullanılan bir seçim otobüsü kiralandı. Türk Hava Kurumu ile temasa geçilip, bir uçak ayarlandı. Uçak, gösteri günü arkasında gazetenin adının yazılı olduğu bir pankartı gökyüzünde gezdirecek, Kızılay Meydanı'ndaki kalabalıkların üzerine karanfiller yağdıracaktı. Bu kadarla da kalmadı, Ankara'nın kuş pazarları gezildi. Gösteri günü uçurulmak üzere yüzün üzerinde rengarenk güvencin satın alındı. Gazetenin bir odası güvercinlik haline getirildi. Hayvanlar birkaç gün öncesinden temin edildiği için, muhabirler de birkaç gün güvencin kokusu ve sesleri arasında görevlerini yapmak zorunda kaldılar.

Bakandan garanti
Yapılan işe şu veya bu isim verilebilirdi. Ancak, gazetenin Ankara Bürosu kanunsuz bir gösteri için hazırlık yapıyordu! Başkent'in Kızılay Meydanı, miting ya da gösteri yapılacak alanların dışındaydı. Yürürlükteki kanun uyarınca TBMM'ye belli bir uzaklıkta toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılamıyordu. Zaten Ankara Valiliği'ne başvurulup, herhangi bir izin de alınmamıştı. Gösterinin arkasında Başbakanlık Konutu bulunduğuna göre, buna gerek de yoktu! Yine de kuşkular ortaya çıktı: - Ya polis böyle bir gösteri yapılmasına engel olmaya kalkarsa?.. Ya o gün Kızılay'da sıkıntı yaşanırsa?.. Hemen dönemin İçişleri Bakanı ile temasa geçildi. Duyulan kuşkular aktarıldı. Bakan, "Olur mu öyle şey" dedi: - Sizin gösteri yapacağınız alanda polis gerekli güvenlik tedbirlerini alacak. Size kimse karışmayacak ve dokunamayacak. Hatta güvenliğiniz için birkaç da panzer gönderilecek. Siz hazırlıklara devam edin. Gösterinin yapılacağı gün gerçekten de panzerler Kızılay Meydanı'nda konuşlanmıştı. Böylece, belki de Türkiye Cumhuriyeti Tarihi'nde ilk olarak kanunsuz bir gösteri polis panzerleri ile korunmuş oluyordu!

Ünlüler seçim otobüsünün üzerinde
Tek sıkıntı, o gün Kızılay Meydanı'nda yeterli kalabalığı toplayamamak ve madara olmaktı. Çünkü, gösteri gazete adına düzenleniyor, iktidardaki siyasi partiler bizzat devreye girmek istemiyorlardı. Gazetenin toplantı için yaptığı çağrı etkili olmayabilir, çok cılız bir kalabalıkla gösteri yapılması tehlikesi ile karşı karşıya kalınabilirdi. Buna da bir çözüm bulundu. Çeşitli sendikalarla irtibata geçildi, Kızılay Meydanı'na binlerce işçiyi yığmaları sağlandı. Korkulan olmamış, Kızılay'da ciddi bir kalabalık toplanmıştı. Hatta bir ara trafik akışı bile kesilmişti. O günlerde gazetede Cenk Koray ve Neco gibi isimler de yazı yazıyorlardı. Gazetenin diğer yazarları ile birlikte onların da seçim otobüsünün üzerinde olup birer konuşma yapmaları, gökten yağan karanfiller ve havada uçan güvencinler, çevreden geçenlerin Kızılay Meydanı'nda toplanmalarına yol açmıştı. O gün Kızılay'da polis desteğinde kanunsuz bir gösteri yapıldı. Bu gösteriyi düzenleyenleri engellemek için değil, onları korumak amacıyla Kızılay Meydanı'na sabahın erken saatlerinde panzerler yerleştirildi.

* * *
ŞERİATÇI MİTİNGİ
Gazetenin düzenlediği miting, Kızılay'dan Milli Eğitim Bakanlığı'na sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçilmesi ve Atatürk Anıtı'na çelenk konulması ile sona erdi. Gösterinin bitmesinin ardından emniyet yetkilileri harekete geçtiler, usulen bir zabıt tuttular. Gazete yöneticilerine "Bu gösteri kimin işi?" diye sordular. Kendilerine bazı hayali isimler verildi. Tutanaklara bu isimler geçirildi. Polis, önce kanunsuz gösteriyi destekleyip, daha sonra da görevini yapmış oldu! Olayın en ilginç tarafına gelince Rahmetli Cenk Koray, Neco ve gazetenin başı açık, pantolonlu bayan yazarlarının seçim otobüsü üzerinde boy gösterdiği miting ya da gösteri ile ilgili olarak ertesi gün Cumhuriyet ve diğer bazı gazetelerde atılan başlıklardı: "Kızılay'da Şeriatçı Miting."

* * *
'MUSLUKÇU'DAN AÇIKLAMA
5 yıl önceki kazayla ilgili TCDD'ye dava açan Nihal Hanım 112 bin lira tazminat kazandı... Ama it kadını Nihal Doğrusöz bu hukuk zaferine sevinmek yerine çok tedirgin oldu... Yazı dizisinin ilk bölümünün ardından bir elektronik posta aldım. Mesajın sahibi, "Ben o muslukçuyu tanıyorum" diyordu: "O muslukçu, yazdığı yazılar yüzünden diğer gazetelerden de siyasilerin baskıları sonucu kovuldu." Altında Memduh Bayraktaroğlu imzası vardı. Ardından, kendisinden bir de telefon geldi. Memduh Bayraktaroğlu, "Beni yazmışsın, ama ismimi vermemitsin. Bence ismimi de ver de muslukçunun kim olduğunu herkes öğrensin" dedi. Böylece, dönemin Başbakanının "muslukçu" adını taktığı ve kovulmasını istediği Memduh Bayraktaroğlu kendi kendini ifta etmit oldu!

* * *
BU DA BAŞBAKAN'IN DEMOKRASİSİ

Türkiye yıllarca son derece önemli bir konuyu tartıştı. Bu konuda paneller düzenlendi, yazılar yazıldı, konferanslar yapıldı. Sürekli olarak aynı soruya cevap arayıp durduk: - Türkiye bulunduğu bölgede nasıl daha etkili olabilir? Küresel ve bölgesel meselelerde daha güçlü rolleri nasıl kapabiliriz? Yıllardır tartışıyoruz tartışmasına da... Gerçekten böyle bir soruya cevap bulup, gereğini yerine getirmek istediğimiz de tüpheli! Biz, ayağımıza kadar gelen fırsatları bile değerlendiremeyen, zaman zaman da onları tekmeleyerek uzaklaştıran bir ülkeyiz. Bölgedeki gelitmeleri iyi okuyamayan, çevremizde neler olup bittiğini kavrayamayan bazı yöneticilerimiz yüzünden kaybettiğimiz fırsatların haddi hesabı yok

Şimdi okuyacağınız olay akıllara durgunluk verecek cinsten!..
Azerbaycan'ın Türk dostu, Atatürk hayranı, Türkiye sevdalısı Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey son derece sıkıntılı günler yaşıyordu. Yaptığı açıklamalar ve uygulamaya koyduğu icraatlar, Rusya ile birlikte İran'ı da oldukça rahatsız etmitti. Elçibey'in tek dayanağı Türkiye'ydi. Zaten Türkiye'nin dışında ne Rusya'ya, ne ABD'ye, ne de batka bir ülkeye sırtını dayamak da istemiyordu. Elçibey, sürekli olarak "Türkiye" diyordu. Azerbaycan'ı adeta Türkiye'nin bir vilayeti olarak görüyordu. Üstelik, Azerbaycan'da Elçibey yönetiminin it başına gelmesi, Türkiye'nin çabasıyla değil, kendiliğinden gerçekletmitti. Hani, "Kurban olayım tipiye, esti getirdi kapıya" denir yaAynen öyle. Türkiye ise, Elçibey'e gerektiği gibi destek veremiyordu. O günlerde Azerbaycan'daki bu Türkiye sevdalısı Cumhurbaşkanı'nın koltuğu ciddi anlamda sallanıyordu. Tehlike, göz göre göre, göstere göstere geliyordu. Gelitmeler hiç de iç açıcı değildi. Elçibey'in artık son günlerini yaşadığı açıkça belliydi. Rusya yansılı Suret Hüseyinov, Moskova'dan aldığı destekle ve tanklarla Bakü'ye doğru ilerliyordu. Azerbaycan'da gergin bir bekleyit vardı.

Darbe kapıdaydı!
Gören gözler Azerbaycan'da neler olacağını üç aşağı bet yukarı tahmin edebiliyordu. Elbcibey gidiciydi. Başbakan'ı TBMM Kulisi'nde yakaladık. Azerbaycan'da ortaya çıkan gelitmelerle ilgili olarak değerlendirmesini almak istiyorduk. Son gelitmeler karşısında Türkiye'nin nasıl bir tepki vereceğini merak ediyorduk. Batbakan'a sorduk. - Suret Hüseyinov, Bakü'ye doğru yol alıyor. Azerbaycan'daki gelitmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Batbakan etrafa gülücükler dağıtarak, sorumuza "İşte demokrasinin gücü bu çocuklar" cevabını verdi. Hepimiz donup kalmıştık. Nutkumuz tutulmuttu. Söyleyecek tek bir kelime bile bulamamıştık. Suret Hüseyinov, arkasına Rusya'nın da desteğini alarak, tanklarla Azerbaycan'ın Batkenti'ne doğru yol alıyordu. Demokratik usullerle it başına gelen Cumhurbaşkanı'nı devirmeye çalışıyordu. Bizim Başbakanımız ise, bu gelitmeleri "Demokrasinin gücü" olarak değerlendiriyordu. Belli ki olan bitenden hiç mi hiç haberdar değildi. Ne Ebulfeyz Elçibey konusunda herhangi bir bilgisi vardı, ne de Suret Hüseyinov'un kim olduğunu biliyordu. Aksi söz konusu olsa, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı, kardet Azerbaycan'ın Türkiye sevdalısı Cumhurbaşkanı Elçibey'e karşı giritilen Rus destekli darbeyi "demokrasinin gücü" sözleriyle yorumlayabilir miydi? Alabildiğine şaşkındık!.. Hiçbir tey söyleyemedik. Adeta dilimiz tutulmuttu. "Ne demokrasisi, Azerbaycan'da darbe yapılmaya çalışılıyor Sayın Batbakan" diyemedik. Biz şaşkın şaşkın birbirimize bakarken, Batbakan da hızlı adımlarla ve yine gülücükler dağıtarak yanımızdan ayrılıp gitti. Şimdi biz ne yapacaktık? Başbakan'ın sorumuza verdiği cevabı nasıl kullanacaktık? Batbakan, sorumuzu anlamamış olamazdı. Biz, Azerbaycan'daki darbe tetebbüsünü kendisine aktarıyorduk. Bu tehlikeli giritimle ilgili söyleyeceklerini merak ediyorduk. Batbakan da Türkiye sevdalısı bir Cumhurbaşkanı'na karşı giritilen darbe tetebbüsü için "demokrasinin gücü" cevabını veriyordu.

Olacak it değildi!
Gerçekten olacak it değildi, ama oldu. Bu gelitme üzerine, hepimiz aynı yolu izledik. Batbakan'a sorduğumuz o soruyu yok saydık. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın, Azerbaycan'daki darbe tetebbüsünü "itte demokrasi" sözleriyle yorumladığını kamuoyuna duyurmaya hiç birimizin gönlü razı olmadı. Belli ki, Batbakan burnunuzun dibindeki gelitmeleri bile takip etmiyor, oralarda neler olup bittiğini bilemiyor ya da yorumlayamıyordu. Aksi söz konusu olsaydı, böyle bir cevap verebilir miydi?

Veremezdi elbette
Bizim ise böyle bir cevap karşısında yapabileceğimiz tek tey vardı. Biz de onu yaptık. Sadece kendi kendimize söylendik: "Ah Türkiye'm, vah Türkiye'm!"