"Kimgetirirbugramafonları Dönerdururanılardasesleri Yine'Birihtimal'falanolacak OsmanNihatBey'innihaventleri Hepsibirdengeliyorkoşaradım Boşfilankalacakmışgibiyerleri İlkkadehtegeliyoraklımahep Eskihüzünlerinikindileri" Ben, bana kol vermiş, el vermiş, sıcaklıklarını paylaşmış, geçmişte can olmuş, canan olmuş, bütün eski ama hala yeni kadınlarımı çok severim.. Eski yaşadığım evleri, haneleri, bazen cennetlerim, bazen cehennemlerim, kiralık miralık ama, benim eski evlerimi sevdiğimce.. Kız kardeşim aradı geçenlerde bir gece.. Konuştuk oradan buradan.. Ne zaman bir yerlerde bir ayrılıklar olsa, ne zaman bir yerlerde ama şöyle, ama böyle bir ev yıkılsa, ister gecekondu, ister malikane ve yaşayanları kapı önüne konulsa, içlerim sızlar.. Kız kardeşim lafın sonlarında söyledi ki: Kiralık, miralık ama analıbabalı, kardeşli çocukluğumuzu yaşadığımız Aksaray'ın İnebey'indeki o ev de yokmuş artık.. Yıkılmış.. Anlattı ki: "Üzüleceksinamaüzülme..Yadaüzül..Yıkmışlarişte..Süreçiçindehepyıkılmıyormuyuz?"
Oev.. Ben, şimdi artık yok o evi; çocukluğumun, ilk gençliğimin geçtiği o binayı, kocaman adam olduktan sonra bile hep kovalamıştım.. Gidip karşısında dikile durmuştum; zaman zaman.. Şimdi içinde kimlerin yaşadığına dair fanteziler kurgulayarak.. Orası, analı, babalı, kardeşli yaşadığım son evdi.. O da yıkılmış.. Ki biz, o evden, anamın cenazesini kaldırmıştık.. Sustum kaldım mı ne haberi duyduğumda.. Kız kardeşim, söylediğine bin pişman anlattı ki: "Bensöylemesem,senyinetakılıpgidecektineskievlerinigörmehevesine,özlemine..Ozamanbirdenbiredahaüzülmeyecekmiydin?Aksaraymıkaldıartık?Bizimçocukluğumuzmu?Anamız,babamız,kardeşimizmikaldı?İnsanlarölüyorlar..Evlerdeöyle.." Kız kardeşim Prof. Dr. Necla Arat, dedi ki sonra: "Kalkıpgeleyimmi?""Hayır.." dedim.. "Sağolama,benibenimlebırak.."(Rabbimbukızkardeşler,buablalarsüreçiçindenedenhepanalıkgörevinideüstlenmekzorundakalırlargeneldeerkekkardeşlerine?Nedendirkendidüzenleri,işleri,güçleri,eşleri,çocuklarıhattatorun-torbalarıvarken,birdeoişiyüklenirlerüstlerine..) Ben o evi, analı, babalı, kardeşli, komşulu, arkadaşlı yaşadığım o evi hep kovaladım.. O taraflara yolum düştüğünde hep ona gidip uzaktan seyrettim.. "Şimdiacepnehallerdedir,nasıldır,kimlerledir?" diye, "Hoşmudur,mutlumudur,kahırçekmektemidir?" diye kurgulanmalara girdim.. Kanser ameliyatına girmeden önce de ilk gittiğim yerlerden biriydi o ev.. Belki "Elveda.." ya.. Belki annem, pencerede beni beklemektedir diye.. Belki babam, akşama balık getirmiş midir düşüncesiyle.. Belki kardeşlerimle sarmaş dolaş.. Belki gece Bulvar Sineması'nda film seyretmeye gitmeye.. Belki Vefa Bozacısı'na, belkim de Laleli'deki Bulgar muhallebiciye.. Tayyare apartmanlarını seyrede seyrede, ertesi gün Şehzadebaşı sinemalarından birine nasıl pırlayacağımızı düşünerekten supangle yerken..
Aksaray.. Biz oralarda otururduk.. Artık ismi var, kendisi hiç yok Aksaray'da.. Annem, babam, kardeşlerim ve ille de ille komşularımızla.. Çok uzaktan uzağa, çok sıkına sıkına, gönül düşürdüğümüz, görmekle mutlandığımız komşu kızlarla.. Çakıl'ın gazinosu az biraz aşağıda, denizin üstünde dururdu.. Sahil yolu filan hiç yoktu.. Sadece denizin kenarları vardı.. Hani "Yenikapı.." denilen yer.. Yenikapı, Marmara ile kucak kucağa.. Ve kıyıda hep kızca beyaz, üstüne üstlük hep kız isimleri taşıyan sandallar ki, geceleri sefaya çıkmak, yakamozlarla oynaşmak için.. Çakıl Gazinosu'nda Hamiyet'ler, Perihan'lar, Müzeyyen'ler okurdu.. Ve canımın için açık hava sinemaları.. Şimdi o yıkılma haberini aldığımız bizim evin karşısında; tam karşısında kocaman tramvay deposu ki, içinde onlarca tramvayın durduğu.. Tam evimizin önünde bir durak vardı.. Orada bir tek, sadece ve sadece TopkapıYedikule tramvayları dururdu.. Ama o tarihlerde benim ilişkim sadece OrtaköyAksaray tramvaylarıydılar.. Sabahın çok er saatlerinde kalkıp, o güzeller güzeli Aksaray Çukurpazarı'nın önünde bekleşen tramvaya üç kuruş verip, taa Ortaköy'e Kabataş Lisesi'ne giderdim.. Evli, barklı, analı, babalı, kardeşli; severek, sevilerek giderdim.. O evden çıkıp giderdim..
Çekgithüzün.. Varsıl değil ama, yoksul da değildik.. Sabahları, hele kış günlerinde evimizde sobanın üstünde muhakkak ekmek kızartılır, bol zeytinyağının içinde yeşili, siyahi karışık zeytin ve peynirle; ayrıyeten evde yapılmış çeşit çeşit reçellerle kahvaltı ederdik.. Pençeli ayakkabılarla ve yamalı çoraplarla dolaşırdık, bütün Aksaraylılar ve çoğu İstanbullular gibi.. Kostümlerimiz çoğunlukla tornistandı ve elde örülmüş kazaklar, eldivenler, kaşkollar takınırdık kış günlerinde.. Bizler, Aksaray'daki Giritliler'dik.. Yani analarımız, babalarımız, hatta atalarımız oralardan gelmişlerdi ki, daha çok çocuk yaşlarında.. Bağlık, bahçelik, arsalıktı dört bir yanlarımız.. Samatya'daki, Yedikule'deki Rum ve Ermeni kopillerle karmakarışık çift kale maçlar yapardık, taştan kaleler arasında ve çaputtan toplarla.. Ermeni kıyımı, Yunan düşmanlığı diye bir şeyler bilmezdik.. Biz çocuktuk.. Çocukluğumuzun evi yıkılmış.. Anamızın tabutunu çıkarttığımız o ev..
Kızarmışekmek.. Ve birden aklıma düştü, burnuma düştü o kızarmış ekmek rayihası.. O kokuyu bir yeni baştan koklar gibi oldum, evin yıkılışını haber aldığım gece.. Yıl 1957 idi.. Ben yirmili yaşların daha ilk basamağında.. Ankara'da Yedek Subay Okulu'nu bitirmiş, teğmen rütbemi takınmış idim.. Sonra "Vereliniİstanbul.." demiş, bir otobüse atlamıştım.. Haydarpaşa'dan bir vapura binip, kendi canibime geçmiş, bir tramvayla üstümde üniformam, evin kapısına dayanmıştım.. Kimselerin geleceğimden haberi yoktu.. Sabahın çok er saatleri.. Çalmadan önce kapının önünde bir süre durmuştum.. Rabbim! İçeride mislerin misi, kızarmış ekmek kokuları.. O ev yok artık..
***
"Senbugünlerdeçokoldun..Deartıkçekbaşımdangithüzün.." diyeceğim ama, gerçeğini ararsanız bencileyin birisine, galiba en çok yakışanı da o şimdilerde: Hüzün..