Bundan çok uzun yıllar önce, aç ve yorgun 3 askerin yolu küçük bir köye düşmüştü. Hem bereketsiz bir hasatın, hem de yıllardır durmayan savaşın darbesini yemiş olan köylüler, askerleri görünce zaten az olan yiyeceklerini hemen sakladılar ve bu 3 yolcuyu köyün meydanında karşıladılar. Köylülerin hallerinden ve tavırlarından, misafirlerine sunacak hiçbir şeyleri olmadığı hemen belli oluyordu. Durumu gören askerler kendi aralarında bir şeyler fısıldadılar ve ilk asker köyün yaşlılarına dönüp şöyle seslendi: "Anlaşılıyor ki, kurak topraklarınız, size bizimle paylaşacak hiçbir şey bırakmamış. O yüzden, biz sizinle elimizdekini paylaşmak istiyoruz. Size taşlardan çorba yapmanınsırrını öğreteceğiz." Köylüler ister istemez meraklanmıştı. Kısa sürede bir ateş yakılmış ve köyün en büyük kazanı ateşin üstüne koyulmuştu. Askerlerin her biri kazana birer küçük taş attı. "Şimdi güzel bir çorba olacak bu" dedi ikinci asker. "Ama bir tutam tuz ve biraz maydanozla tadı harika olurdu." "Şansa bak!" diye öne çıktı köylü kadınlardan biri. "Şimdi hatırladım, evde biraz maydanoz olacaktı!" Koşarak evine gitti ve yanında bir demet maydanoz ve bir tutam tuz getirdi. Kazandaki su kaynarken, köylülerin de hafızası yerine gelmeye başladı. Kimi ya bir havuç, biraz et ya da domates ve terayağı getirip kazana attılar. Çorba herkesin getirdiği azıcık şeylerlerle dolmuş ve tadı gerçekten de harika olmuştu. Sonra bütün köylüler askerlerle birlikte köyün medyanına kurulan sofraya oturdular ve çorbayı afiyetle içtiler, gece geç vakitlere kadar sohbet edip eğlendiler. 3 asker sabah, gözlerini açtığında karşılarında bütün köylülerin ayakta durduğunu gördüler. Önlerinde de en has ekmekler ve peynirler duruyordu. "Siz bize hediyelerin en büyüğünü verdiniz" dedi yaşlılardan biri. "Bize taşlardan çorba yapmanın sırrını öğrettiniz." Üçüncü asker kalabalığa döndü ve şöyle dedi: "Bu işin sırrı falan yok. Herkesin ziyafetten pay alabilmesi, ancak elimizdekileri bölüşmekle olabilir. Biz size belki bunu gösterdik..." Ve 3 asker kendilerine sunulan hediyelerin sadece küçücük bir kısımını kabul edip, yollarına devam ettiler. (Kaynak: Bilgelik Öyküleri)
Doğru üslup
Bir sultan bir gün huzuruna kahinlerinden birini çağırdı ve ona ne kadar yaşayacağını sordu. "Sultanım" diye cevap verdi kahin. "O kadar uzun yaşayacaksınız ki, bütün oğullarınızın ölümünü göreceksiniz." Sultan oğullarının ölümünden bahseden kahine o kadar öfkelendi ki, muhafızlarına adamı zindana atmalarını emretti. Sonra, başka bir kahini çağırdı ve aynı soruyu ona da sordu. "Sultanım" dedi bu defaki kahin. "Allah size o kadar uzun ve bereketli bir ömür hediye edecek ki, evlatlarınızın hepsinin mutluluklarını göreceksiniz ve hepsinden uzun yaşayacaksınız." Sultan bu habere çok sevindi ve kahine kese kese altın ihsan etti. İkinci kahin de aynı şeyi söylemişti, ama ilki söyleyeceklerini incelikten uzak, yanlış bir üslupla dile getirmiş, ikincisi ise insan duygularını gözeten ince bir dil kullanmıştı... (Kaynak: Bilgelik Öyküleri)